21 Nisan 2015 Salı

Beş Yılın Ardından...


Koskoca beş yıl geçmiş, düşündüm- zaman gerçekten hızla akıyor ama bu hız yaptığımız şeyle ilintili mi? Yani sevdiğimiz, hoşlandığımız aktiviteler içindeyken zamanı çok daha çabuk tüketiyor, öte yandan sevmediğimiz, sıkıcı bulduğumuz aktivitelerde ise zaman bir türlü geçmek bilmiyor olarak algılanmıyor mu?

Bu bakış açısıyla değerlendirdiğimde bizim kitap kulübümüz için içtenlikle söyleyebileceğim şey bu beş senenin nasıl geçtiğini hiç fark etmediğim şeklinde olacak. Öte yandan biz sekiz kitap okumayı seven kişi olarak bu kulübü kurduk ancak sürdürmek için okumayı sevmek yeterli değildi; hepimiz okuduğumuz kitabı sevsekte sevmesekte en azından tartışabilmek için ve diğer arkadaşlarımıza karşı duyduğumuz sorumluluk bilinciyle hareket ederek hemen hemen hiç aksatmadan seçmiş olduğumuz kitabı okuduk, yorumladık. Her ne kadar hiç birimiz edebiyatçı olmasak ta bu öz disiplin kitap kulübümüzün sürekliliğini sağlamakta en önemli etkendi diye düşünüyorum. Bunun yanısıra ayda bir yaptığımız bu toplantıyı, evlerimizde arkadaşlarımızı ağırlamak, hoş vakit geçirmek için bir fırsat olarak gördüğümüzden önemseyerek hazırlandık. Böylelikle güzel sofralar, özenle hazırlanmış yiyecekler bu toplantıların vazgeçemediğimiz parçası haline geldi. Sonuçta hepimizin ortak bir yanını daha keşfetmiş olduk ve bundan büyük keyif aldık. Birlikte kitap okumanın heyecanını paylaşmanın, birbirimize duyduğumuz saygı ve özveriyle daha nice yıllar sürdürebileceğimiz bir aktivite olacağına inancım sonsuz- o yüzden daha nice beş yıllara diyerek hepimizi kutluyorum. DEMET


19 Nisan 2015 Pazar

Dorian Gray'in Portresi



                                                Yazar: Oscar Wilde

                                                Orijinal Adı:  The Picture of Dorian Gray

                                                Orijinal Dili: İngilizce

                                                Yayınevi: Can Yayınları

                                                Çeviren: Nihal Yeğinobalı

                                                Basım Yeri / Tarihi: İstanbul, Ekim 2014- 17.Baskı


Keşke tersi olabilseydi! Keşke her zaman genç kalacak olan ben olsaydım da portrem yaşlansaydı! Bunun için... Bunun için her şeyi verirdim!"
Özellikle bir genç adamın büyümesini, eğitimini, gelişimini, kendini ve inançlarını keşfetmesini işleyen Dorian Gray'in Portresi için Oscar Wilde, 'bir ruhun hikâyesi' demişti. 1891'de ilk basıldığında ahlaksızlığı yücelttiği gerekçesiyle büyük tepki çeken romanın başkişileri olan Lord Henry ile Dorian'ın karşılıklı etkileşimleri, Dorian'ın kendini giderek kötüye, şeytani olana, hazcılığa adaması kitabın eksenini oluşturuyor. Son derece saf ve yakışıklı Dorian'daki değişim, Lord Henry'nin sözleriyle ve Dorian'ın kendi portresinde kendi güzelliğini keşfetmesiyle başlar. Lord Henry'nin etkisiyle kötülüğün ve zevkin çekimine kapılan, dünyada gençlik ve güzellikten önemli bir şey olmadığına inanan Dorian için heyecan, kötülükte ve günahtadır; iyilik ve erdemse sıkıcıdır, edilgendir. İyiliği temsil eden Basil'in Dorian'a duyduğu saf tutkuda eşcinsellik öğeleri açıkça hissedilir. Dorian'ın büyük sırrını, portredeki değişimi gören yalnızca Basil olur. Portreye odaklanan, sonsuz gençlik karşısında ruhunu satan ve ruhunun ölmüş olmasından korkan Dorian için kurtuluş var mıdır? Ve Oscar Wilde'ın dediği gibi, herkes Dorian Gray'da kendi günahını mı görecektir? (Arka Kapaktan)



Yorumlarımız:

Yazıldığı dönem için, özgürlük, açık düşünce, putları yıkma gibi roller üstlendiği kesin bu kitabın. Oscar Wilde’ın edebiyat dünyasında kara leke gibi görülmüş olması, sansürlenmesi, ceza alması da alışılagelmişe, toplumsal formatlara aykırılığının ispatı.

İşte tam da bu nedenlerle her zaman için çabası alkışlanmalı Oscar Wilde’ın diye düşünüyorum. Ancak hem Yunan Mitolojisinde hem de 1890’lardan önceki dönem kültürlerinde, insanoğlunun var olduğundan beri konu olan "dualite", "karşıtlığın birlikteliği ve çekimi", "olumluluk/olumsuzluk", "güzellik", " iyilik/kötülük" gibi kavramları üç ana karakter çevresinde döndürerek bir tiyatro oyunu tadında aktarması kitabı bence "hafif" bir kılığa sokuyor.... Masalımsı öğelerin kavramların varlığı da yazarın kurgusunu, söylemini çok tartışmadan kabullenmenize yarıyor, her ne kadar söylemin gücünü hafifletiyor olsa da...
"Ruhunu Satış Anlaşması", ne kadar reddedilirse edilsin, bir tür "Vicdan" ın varlığı, tüm aykırı ve anarşist düşünceye rağmen iyi ve kötünün kitabın sonunda herkesçe kabullenilebilecek bir orta yolda sonuçlanması belki de Oscar Wilde’ın o dönemdeki çekinceleri sonucu yazılmıştır kanımca...


Benim en başarılı bulduğum karakter Lord Henry kimliğinde temsil edilen  "Şeytan ". Tüm olaylar ve karakterler Şeytan’ın ufak bir kıvılcımı ateşlemesiyle benliklerinde var olduğundan habersiz oldukları özelliklerin esiri, güdümlü füzesi olmaya başlıyorlar.... Tüm kontrol ve yönetimi kaybediyor, tutkuların, duyguların başı çektiği bir arabanın yolcusu olarak yaşantılarını sürdürüyorlar....... Sanırım her an ve her dönem insan, toplum ilişkisinde hatta insanın kendi kendisiyle olan ilişkisinde bu "şeytan kavramı" nı ve etkisini hissedebiliyoruz değişik tanımlamalarla da olsa...
"Dorian Gray’in Portresi" ni çok farklı ortam ve düzeylerde tartışma aracı olarak kullanabileceğimizden eminim. UFUK


Oscar Wilde İngiliz edebiyatının hedonizm ve estetikçilik akımı yazarlarından. “Dorian Gray'in Portresi”nde Dorian Gray güzelliği ile estetiği, Lord Henry aforizmaları ile hedonizmi temsil ediyor. Ayrıca Viktorian dönemi İngiliz aristokrat yaşantısı alaycı göndermeler ile eleştiriliyor.

19.yy sonlarında eşcinselliğin suç sayıldığı İngiltere'de eşcinsel öğeler bulunan bu roman sansüre uğramış ve yeniden yazılmış. 2014 'de Everest yayınlarından ilk yazılan sansürsüz hali Türkçeye çevrilerek yayınlanmış.

Sansürlü veya sansürsüz; konusu, kurgusu, akıcılığı, dili ile bir şaheser. Her zaman dediğimiz gibi klasikler boşuna klasik olmuyor. IŞIL

Oscar Wilde’ın tek romanı olan Dorian Gray hem yazıldığı dönem itibariyle (1890) hem de bugün bile evrenselliğini koruması açısından muhakkak okunması gereken bir kitap. Yüz doksan sayfa olmasına rağmen içerik olarak üzerinde düşünülecek o kadar çok şey var ki!!!! Ben kitabı okumamışlar için şu kadarını söylemek istiyorum. Oscar Wilde kitabı yazdığında kitabın içeriği çok müstehcen bulunup kendisine sansürletilmiş! Bununla da kalmayıp eşcinsel olduğu için iki sene hapis yatmak zorunda kalmış ve çıktıktan üç sene sonra yokluk içinde ölmüş- aynı akibetin bir benzerini buluşuyla İkinci Dünya savaşının 2 sene önce bitmesine neden olan ünlü matematikci Alan Turing de yaşamıştır- ki bu ilk bilgisayarın icadıdır- hapis cezası almamak uğruna aldığı “tedavi” onu 1954 yılında intihar etmesine neden olmuştur. Toplumsal tabuların nelere mal olduğunun en acıtıcı ve ürkütücü örnekleridir bu iki insan kanımca. Oscar Wilde’a dönecek olursak, o kitabıyla ilgili savunmasında bir sanatçının hiç bir şekilde toplumu yönlendirmek, ahlaki bir ders vermek kaygısı taşımaması gerektiğini savunmuş, bunu sanatçının “sanat için sanat” yaptığı teziyle dile getirmiştir. Bugüne dek süren tartışmanın da bir başlangıcıdır bu- Sanat nedir? DEMET

Oscar Wilde 'ın tek romanı olan "Dorian Gray’ın Portresi" yazarın dönemin Ingiltere’sinin değerlerini roman kahramanlarının ağzından eleştirmesi ve ahlaki değerlere ters düşen kimlikleri sebebiyle tutucu çevrelerin büyük bir tepkisiyle karşılaşmıştır. Romanın ana karakterlerinden Lord Henry Watton, hayatta gençlik ve güzellikten başka hiç bir şeyin önemli olmadığını, iyi olmanın ve erdemin yaşamın tüm eğlencesini yok ettiği yolundaki görüşleriyle genç ve toy Dorian'ın düşüncelerini zehirler. Onun yönlendirmesiyle giderek  yoldan çıkan saf ve temiz Dorian zamanla daha kötü ve yoz olana ilgi duyan çifte yaşam sürmeye başlar .Yazar burada ruh tahlillerini gayet başarılı olarak iyi yada kötü önyargısından uzakta  gayet net ortaya koyuyor.. Okuyucunun onayı onu sınırlamıyor bana göre. İyilikler ortamını bulunca kötülüklere gayet rahat  dönüşebilir......

Gençlik ve güzellik için ruhunu şeytana satan Dorian ressam Basil Holward'ın yaptığı tablodaki herkesin hayran olduğu güzel ve yakışıklı  Dorian’ın  saf ruhundan  uzaklaşarak hiç yaşlanmasını istemediği tablosuyla  hesaplaşır, bir nevi kaderiyle  pazarlık yaparak hayatını sorgular. Oscar Wilde romanında üç ana karakteri için şöyle demiştir "Basil Hallward, benim olduğumu sandığım kişidir; Lord Henry dünyanın benim olduğumu sandığı kişidir; Dorian ise benim olmak istediğim kişidir-belki başka bir çağda". Bu ifade bana çok ilginç geldi. Son derece  masum  bir  o kadar da derin bir özeleştiri..

Romanın diğer bir ilgi çeken hususu  gençlik ve güzellik çok önemsenirken evlilik  bir o kadar yerilmiş.. Kadın gayet önemsiz bir varlık olarak işlenmiş. Lord Henry "erkekler yoruldukları için kadınlar ise meraklı oldukları için evlenirler sonuç iki taraf için de hayal kırıklığıdır.  Hiç bir kadın dahi değildir. " diyor.  Edebi dilin su gibi aktığı, tercümenin çok başarıyla yapıldığı “Dorian Grey'in Portresi” gerçek kitapseveri son derece mutlu eden bir eser.  Herkese tavsiye edilecek bir başyapıt. BEYZA

Oscar Wilde


Oscar Wilde 1854 yılında İrlanda/ Dublin doğdu. Tam adı Fingal O’Flahertie Wills’dir. Babası, Sir William, hem ünlü bir cerrah, hem etkili bir aydın; annesi genç İrlanda topluluğunun etkin bir üyesi ve halkbilim uzmanıydı.
Dublin’deki Trinty College’den Oxford’a geçti (1874-1878). Yunan şiiri ve yaşamı konusunda derinliğine çalıştı, zamanının ünlü estetikçilerinden John Ruskin ile Walter Pater’in etkisinde kaldı, hazcılık (hedonizm) görüşünü benimsedi, bu yıllarda ilk sanat başarısını kazandı: Ravenna şiiriyle Newdigate Ödülü’nü aldı(1878). Böylece bağlanacağı ilkeler belirlenmiş oldu: “Sanat sanat içindir”.
İlk şiir kitabını bu dönemde yayımlattı: Poems (1881). Kadınsı kılık ve tavır özellikleriyle ilgi çekmesi, öğrenciliğine kadar uzanırsa da asıl bu yıllarda büsbütün ortaya çıktı; umursamaz, sınır tanımaz davranışları genel bir eleştiri konusu oldu. Londra’nın seçkinleri arasında zekâ, yetenek, buluş yorum gibi olumlu özellikleriyle yer bulduğu gibi başkaldırıcı nükteleri, giysi aşırılıkları, açık saçık öyküleri ve yaşamı değerlendiren ilkeleriyle sürekli alay-şaşkınlık-eleştiri odağı haline geldi, bu özelliklerini koruyarak ABD’ ye okuma ve konferans gezisini gerçekleştirdi (1882). 29 Mayıs 1884’te evlendirildi ve iki çocuğu oldu.
İki oyunun sahnelendiği ABD’den dönüşünde bir süre Paris’te yaşadı, sanatçılarla tanıştı; çocuklar için görünmesine karşın özlü alegorili ve değerli anlatılarını yayımlattı: “The Happy Prince(Mutlu Prens)” and “Other Tales (Öteki Öyküler - 1888)” . Bu dönemde bir derginin yönetimini de yürüttü (Woman’s World: Kadın Dünyası). Çalışkan verimliliğiyle birkaç ürün birden verdi: “İntentions (Niyetler; denemeler, eleştiriler -1891)” , “The Picture of Dorian Gray (Doryan Gray’in Portresi; roman - 1891)” .
Herkesin eşcinsel ilişki diye değerlendirdiği bir arkadaşlıkla bağlı olduğu Lord Alfred Douglas (1870-1945) ile yakın ilişkisi, ailesinin de, toplumun da kabul edemeyeceği bir açıklık çizgisine erişince skandal doğdu. Marki de Queensberry adını taşıyan baba, oğluyla bağını aşağılayıcı bir suçlamayla açıklayınca iş mahkemeye düştü (1895); iki yıl hapis cezası aldığı için Reading Cezaevi’ne kondu. Birkaç yıldır Londra sahnelerinde oynanan oyunları (Lady Windermere’s Fan: Leydi Windermer’in Yelpazesi, 1892; A Woman of No importance: Önemsiz Bir Kadın, 1893; An İdeal Husband; İdeal Bir Koca, 1895; The importance of Being Earnest: Ciddi Olmanın Önemi Üzerine (1895)) yavaş yavaş gündemden kaldırıldı. Kitaplarının basımı engellendi, toplumun suçlayıp karaladığı bir kişi durumuna geldi. Fransızca yazdığı halde dostu Lord Alfred Douglas’ın İngilizceye çevirdiği oyunu Salome’yi Paris’te Sara Bernhardt canlandırmıştı (1893).
Bütün bunlar ahlak açısından aldığı olumsuz puanları silmeye yetmedi. Hapishane yaşamının esinleriyle yarattığı iki ürün, her bakımdan içten, yankılı, güçlü oldu: “The Ballad of Reading Gaol (Reading Zindanı Baladı) – 1898”, arkadaşı Lord Alfred Douglas’a yazdığı mektuplardan oluşan “De Profundis -1905”. Hapisten çıkınca İngiltere’de hiç kalmadı. Fransa’ya geçip bir süre de İtalya’da dolaştı. Yoksunluklar içinde yaşadı; eşini ve çocuklarını bile bir kez daha göremeden bir kulak iltihabının beyne ulaşması yüzünden yalnızlık içinde öldü (30 Kasım 1900).