15 Aralık 2010 Çarşamba

Cennet Başka Yerde




Posted by Picasa




                                                        CENNET BAŞKA YERDE
                                                             Yazan: Mario Vargas Llosa
                                                             Çeviren: Saliha Nilüfer

Geçen ay Beyza’da toplandığımızda Peru’lu yazar Mario Vargas Llosa’nın 2010 Nobel Edebiyat ödülünü kazandığı yeni açıklanmıştı. Geçen senede Nobelli yazarımız Orhan Pamuk’un Masumiyet Müzesi” adlı romanını okuyup çok güzel tartışmalar yaptığımızı hatırlayınca, Mario Vargas’ın  “Cennet Başka Yerde” adlı romanını okumaya karar verdik.
6 Aralık günü Zeliha’da toplandığımızda herkes memnundu,kitabı sevmiş ve zevkle okumuştu. Kapağını Gauguin’in meşhur Tahitili kızlarının süslediği kitabın arka kapağındaki tanım yazısı şöyle:
Flora Tristán, sosyalist feminizmin kurucularından biridir, yaşamını kadınlar ve işçilerin temel haklarının kazanılmasına adamıştır. Flora’nın gözünde cinsellik, erkeklerin kadınlardan intikam almak için kullandıkları bir şiddet türüdür. Paul Gauguin, bir borsa simsarıyken resim tutkusuna yakalanmış, Kilise ve burjuva yaşamıyla iğdiş edilmemiş, saf ve ilkel bir dünyanın peşinde Tahiti’ye gitmiştir. Gauguin’in gözünde yasaksız, hazzın doruklarında gezinen bir cinsellik yaratıcılığın kaynağıdır. Latin Amerika edebiyatının ustalarından Mario Vargas Llosa, 19. yüzyılın bu iki karşıt karakterini buluşturduğu Cennet Başka Yerde’de, Gauguin ile hiç görmediği anneannesi Flora’nın ortak özlemini yakalıyor: İnsanoğlu için mutluluğun mümkün olduğu bir cennet. Flora’yla Peru’daki yoksulluğun, Londra’daki ezici kapitalizmin, Paris varoşlarının dalgalı sularına sürükleniyor okur; Gauguin’le zincirlerinden boşanmış bir cinselliğin, yepyeni bir sanatın azgın sularına. Llosa, cenneti arayanların cehennemini anlatıyor okurlarına.”

Toplantıdan sonra 8ekizlerden gelen yorumlar:
 
Biraz sanatla ilgilenen, müze gezen herkes Gauguin’i  ve onun Tahitili kızlarını bilir. Mario Vargas, 19. yüzyılın ikinci yarısında yaşamış olan ressamın hayat hikayesini, onun bir resme başladığı andaki heyecanını, annesini hatırladığındaki üzüntüsünü, kızının ölüm haberini aldığındaki hüznünü, ilkel bir kıza duyduğu cinsel hazzı harmanlayarak anlatıyor. Hep uzaklara gitme ve özgürce resim yapma isteğini gerçekleştirip  çocuklarını ve karısını bırakıp Tahitiye gider. O bir âsidir, mutlak bir özgürlük, saf bir estetik anlayışı ve sonsuz haz peşinde koşar.
Kitabın diğer kahramanı Gauguin’in anneannesi Flora Tristan ise 19. yüzyılın ilk yarısında yaşamış ve torunu doğmadan dört yıl evvel ölmüş. Bu dönemde, Fransa'nın endüstrileşmesi, el işçiliği ile mekanikleşme arasında bir yerdeydi; yavaş yavaş bir işçi sınıfı oluşmaktaydı.Temmuz Monarşisi, liberal bir ekonomi görüşü ile hareket ediyor, sosyal sefaleti hafifletmek için hemen hiçbir önleme başvurmuyordu. Erkeklerin hakları güçlendirilmiş, buna uygun olarak kadınlarınki oldukça kısıtlanmıştı.Yasaya göre koca her bakımdan karısından sorumluydu; kadın da ona itaat borçluydu.
Flora yaşanan bu eşitsizliklerle mücadele etmek için “ Emekçi Birliği”nin başına geçer. Eşitlikçi, erkek ve kadınların çalışma, bedava eğitim ve sağlık haklarına sahip oldukları, özgür bir düzen yaratmak için kitaplar yazar, toplantılar düzenler, sosyalist feminizmin öncülerinden biri olur. İhmalkar bir annedir, kızını bakıcılara bırakıp iki yıl Peru’ya gider. Döndüğünde kocası kızını kaçırır ve taciz eder. Sosyal hizmetler aileden kızı alıp yatılı okula verir, fakat Flora kendini yeni bir dünya yaratmaya o kadar adamıştır ki kızını arayacak vakit bulamaz.
Evli kaldığı dönemde kocasının sarhoşluklarından ve tacizlerinden o kadar bıkmıştır ki, cinsellikten nefret eder. Ömrünün son döneminde karşısına çıkan Olympia ile çok güzel bir ilişki yaşar. Ama görev bilincini herşeyin üzerinde tuttuğundan, işine ayırdiği zamanı çaldığından bu ilşkiyide bitirir.
Torun Gauguin için ise cinsellik çok önemlidir. Resimlerinde, heykellerinde ve evinin her köşesinde bunu özgürce sergiler.
İki karakterinde en önemli özellikleri bencillikleri; Flora sosyal adalet peşinde koşarken, Gauguin ise saf bir estetik anlayışı olan iyi bir ressam olmak için Tahiti’ye giderken çocuklarını hiç düşünmüyorlar. Sanırım, kendi “cennet”ini ararken, ideallerin uğruna bazı şeylerden vazgeçmen gerekiyor. Yoksa şimdi haklarında kitaplar yazılan tarihi birer kişilik olabilirlermiydi?? NURİZER





Bir biyografi bu kadar güzel romanlaştırılabilir herhalde. Roman anneanne ve torunun kendi “Cennet''lerini arayışını anlatıyor.Florita kadınların ve emekçilerin toplumun diger kesimleri ile eşit olabileceği bir Cennet arayışında. Gauguin ise doğayla birlikte,doğal ve her türlü toplumsal kısıtlamaların olmayacağı özgür bir cenneti arıyor.Her ikiside sanatçı biri ressam digeri yazar. Her ikiside özgürlük peşinde. Her ikiside sıradışı. Kısacık ömürlerinde dolu bir hayat yaşıyorlar. İnsan romanda kendinden birşeyler yakaladığında onunla bütünlesir,içine alır.Bu romanın kahramanları o kadar sıradışı ki kişi kendinden birsey bulamıyor,fakat Mario Vargas Floritanın içinde yasadıgı dönemi,Gauganin adasını öyle samimi ve canlı anltıyorki adeta kitabı okurken kendinizi orada hissedebiliyorsunuz. Gauguin’in tablolarını anlattığı bölümler beni fazlasıyla etkiledi .Tasvirlerinde okuyucu sıkmayan ama her detayı fazlasıyla açıklayan bir anlatım vardı. O kadarki ben o resimleri Beyza'nın getirdigi kitapta ilk olarak gördügümde her ayrıntıyı hatırlayabildim. Mario Vargas'ın ellerine saglık. Bir başka romanınıda okuyup aynı etkiyi alıp alamıyacağım merak ediyorum doğrusu. Genelde okudugumuz 1 -2 roman hariç hepsini okumaktan memnuniyet duyduk. Fakat bu romanda hepimizin beğenisi en yüksk seviyedeydi. Sonuç olarak yazar iyi ki Nobel'i almış. Sebep siyasalda olsa politik de olsa gerçekten  hak ettigi içinde olsa.  IŞIL
 


Işıl’ın gayet güzel özetlediği kitaba ekleyecek fazla bir şey bulamıyorum. Ancak şunu söylemek isterim, kitabi ben de çok severek ve ilgiyle okudum. Yazarın akıcı dilini ve sıradışı kavram ve durumları zorlamadan, hiç bir önyargıya mahal vermeden, adeta bir suyun akışı gibi tasvirini ve bunları adeta bize yaşatmasından da çok etkilendim. Kitapta hem Flora Tristan hem de Guaguin açısından işlenen cinsellik boyutu beni cok düşündürdü. Şöyle ki yazarın konuyu bu derece rahat, duru ve önyargısız iletebilmesi acaba Latin ırktan gelmesi nedeniyle cinselliğin çok daha rahat yaşandığı bir topluluğun içinde doğmanın, yetişmenin, belki yaşamanın veya yaşanmışlıklara tanık olmanin sonucu olarak mı bu kadar başarı ile ifade edilmiştir? Yani bizim edebiyatimiza baktigimizda (kesinlikle bir otorite oldugumu iddia etmiyorum ama okuduğum kadarıyla) bu konu hep  marazi aşklar, ulaşamama olgusu şeklinde ortaya çıkmakta.Cinselligin anlatımında ise odadaki perde kıpırtıları ve sadece dokunuşları aşamayan tasvirlerle kısıtlı kalınıldığını yani hep üstü kapalı geçildiğini düşünüyorum. Bizde de artık Nobel ödüllü bir yazar var ama onun da bir aşkı anlatan romanı (Masumiyet Müzesi) bu bahsettiğimden öteye geçemiyor. O yüzden kanımca her yazarın edebi kapasitesinin yanısıra yaşadığı toplumun kültürel yapısı, o toplumdaki insan ilişkilerininin nasıl çerçevelendigi, o toplumun ahlak ve cinselliğe yaklaşımı da yazdıklarında ve ifade şeklinde önemli bir etken olarak karşımıza çıktığı kanısındayım. DEMET


Vargas ı okumak gerçekten bir ayrıcalıkmış bence...
Olağandışı durumları bu kadar "olağanmış gibi"; olağan durumları DA böylesi "sıradışı" gibi anlatan bir yazar herhalde pek okumadık.
Kitapta  Florita da..Gauguin de beni kendi dünyalarına öylesine sürüklediler ki, aykırılıkları, sivrilikleri,kendi Iç tezatlıkları, egoistlikleri, tutkuları... hepsi "benim" oldu....Onları yargılamadım, sorgulamadım; yaptıklarına şaşırmadım bile...yalnızca anladım, paylaştım,onların maceralarına "ortak" oldum. Belki birebir bir benzerlik, ortaklık bulamıyorsunuz kendinizle ama Vargas çok enteresan bir şekilde, okurken  "insanca" olanı yakalatıyor  bu kişiliklerde ve "anlamanızı" sağlıyor kahramanlarının ruhunu!!!
İz bırakmak, yaratıcı olmak  neymiş! Sıradan olmak la nasıl da çelişirmiş  görüyoruz.Açıkcası bu iki deli ruh beni kendilerine hayran bıraktı..istediklerinin peşine NE pahasına olursa olsun düştükleri Için. Bu anlamda kitabın "adı"....ki ortak tartışmalarımızda hiç konu etmedik..böylesi bir eylem sürecinin getirdiği doğal sonuç mu acaba?? Yani "cennet" kişinin Içinde ama ulaşabilmek Için kendini gerçekleştirmek mi gerekiyor?  UFUK

Ben de Mario Vargas Llosa’ya  teşekkür ediyorum Paul Gauguin ve annannesi Flora Tristan’ın hayatlarını tadına doyum olmaz bir şekilde romanlaştırdığı için. O kadar ki romanı okurken adeta okumuyor, yaşıyorsunuz. Kelimeler canlanıyor ve onlar sayfalarda dans ederken sizi de elinizden tutup  oyuna dahil ediyor. Bu nedenle mi nedir romanı okurken Flora’nın yardım etmeye çalıştığı sefil durumdaki işçileri ve eziyet çeken kadınları rüyamda bile gördüm. Ne yazık ki Gauguin’in resimlerini göremedim. Neyse ki bu akşam (12/12/2010)  BBC de güzel bir program seyrettim. Şu anda Londra Tate Modern’de Gauguin’in özel bir resim ve heykel sergisi varmış. Bir yorumcu bu resimleri teker teker yorumladı ve Paul Gauguin’in kendisinden sonra resim dünyasında yeni bir dönem açtığını, yani bir simulator ve pioneer olduğunu;  Matisse, Picasso ve daha birçok dehanın kendisinden etkilendiğini anlattı. Dikkat çeken ve vurgulanan konular: kısmen batılı anlayışla resim tekniği; Tahiti’nin kültürel etkisi; dinsel öğeler, tabiat ve cinsellik di.. Paul Gauguin’in bir resminin ismi ‘NEVERMORE’. Bence bir hayat felsefesi daha güzel ifade edilemez. Başka söze gerek yok. Üstelik büyük yazar Vargas bize bu duygu ve düşünceleri çok güzel aktarmış. Kısacası bu roman bizi hem  bilgilendirdi, hem düşündürdü ve hem de eğlendirdi…. ..LEYLA


Cennet başka yerde, Kitap Kulubü için seçilmiş güzel bir baş yapıt.Yazar olağanüstü başarılı. Vargas sankı Gauguin ve Florita’nın hayatına şahit olmuş , onları tanımış ve her ikisinin yaşadığı döneme tanıklık etmiş gibi  olayları ve kişileri    bir film   tadında anlatıyor. Romanı okurken  kendinizi   o kadar  olayların içinde hissediyorsunuz ki  kâh Tahiti kıyılarında Gauguin’in yaptığı resimleri   sanki orada yasayan bir yerli gibi seyrediyor kâh Florita ile onun kutsal davasına  yoldaş oluyorsunuz.
Karakterler çok sivri ve zor.Herkes kendi seçtigi hayatı yaşar dedirtecek kadar  bağımsız. Bır tarafta  delilik boyutunda yaratıcılık  diğer tarafta mücadaleye adanmış bir hayat.Onları yargılamak ihtiyacını hissetmiyorsunuz.Çünkü onlar  kendi doğrularına göre yaşıyorlar.Kendi cennetlerini arayarak.
Bu kitap ile Vargas’ı tanımak çok isabetli oldu. BEYZA



Romanın anlatımı kurgusu muhteşem, çeviriside çok güzel.
Tablolar muhteşem, iz bırakmış ki birçok ressamı etkilemiş. Florita da dünyada ilklere imza atmış. Bence torunundan çok farklı. Çünkü önce ben asla demiyor. 
 Düşünüyorum.... ''Medeniyet'' yaratıcılığı öldürüyormu? ZELİHA



1 yorum:

  1. merhaba,
    size çabanızla ilgili ben de kendi okuduklarımı listelediğim sayfamı duyurayım, bazı ipuçları yakalayabilirsiniz:
    http://okuduktansonra.blogspot.com

    dostlukla
    mustafa sütlaş

    YanıtlaSil