26 Mart 2012 Pazartesi

Kaybın Türküsü



                                                 Yazar: Kiran Desai
                                                 Yayınevi: Can Yayınları
                                                 Orijinal Dili: İngilizce
                                                 Çeviri: Suat Ertüzün
                                                 Basım Yeri / Tarihi: İstanbul, Eylül 2010-2.Baskı



Himalayalar'da, Kançencunga Dağı'nın eteğinde, eski bir düzenden kalma ve o eski düzen gibi köhnemiş bir ev. Hindistan'ın sömürge olduğu dönemde büyük adam olsun diye inanılmaz özverilerle İngiltere'de okutulan ve artık emekliliğini huzur içinde yaşamayı umut eden bir yargıç, yargıcın güzel torunu, evin aşçısı, bağımsızlığın ayrılıkçılarca tehdit edildiği yeni düzende çok para kazansın diye gene büyük zorluklarla Amerika'ya gönderilen aşçının oğlu... Onların birbirleriyle ve çevreleriyle ilişkilerini, umutları ve umutsuzlukları, sevgiyi ve karamsarlıkları anlatıyor roman. Sömürgecilik anlayışının modern dünyayla çatışmasından doğan sonuçları görkemli bir anlatımla yansıtan Kiran Desai'nin ustalıkla betimlediği karakterler, çeşitli yol ayrımlarında tekrar tekrar sınanıyor. Dünyanın bu köşesinin, bütün zamanlara ve hep insanlara özgü hüzünlerin ve sevinçlerin öyküsü. (Arka Kapaktan)

Yorumlarımız:

Bu kitabı hiç sevemedim- ancak Hindistan’daki kast sistemini anlatmakta, çaresiz insanları, onların korkunç yaşam şartlarını ve sefaletin alt sınıf insanın nerede olursa olsun yakasını bırakmadığını göstermekte çok gerçekçi bir yaklaşım kullanmış. Öyle ki kitabı okurken mideniz bile bulanıyor ve bazen pisliğe ve yoksulluğu dayanılmaz buluyorsunuz. Tabii aynı kast sistemi içinde kadının yerinin olmayışı ve hep ikincil planda kalması veya toplum içinde sadece “eş” rolünün vurgulanması kitabı okurken hep hissettirilen bir konu kanımca.
Kitabın çok iyi yansıttığı bir ikinci gerçek ise Hindu kültürünün Batı kültürüyle hiç ama hiç örtüşemediği -bu özellikle yeme alışkanlıklarının farklılığı şeklinde tekrar tekrar yansıtılmış ve bu inanç sistemine, gelenek ve göreneklere kadar farklılığın derinliğini göstermek için kullanılmış. ABD’ye göç eden bir alt kast mensubu Hintlinin yaşamı yoluyla da ABD’de yani batıda bile bu insanların entegrasyon zorlukları, deri renginden dolayı diğer göçmenlere nazaran hemen dışlandıkları, siyah ten gibi onlarında toplum içinde ayrımcılığa maruz kaldıkları, bu en fakir ve çaresiz insanlar için dünyanın neresinde olursa olsun yaşam şartlarının pek değişmediği ve zorluğu çok açık bir şekilde ortaya konmuş.
Kitabı okumak tüm bu sefalete tanık olma açısından hiç keyifli değil ancak en son bölümlerde ailenin köpeğinin başına gelenler bu kitabı benim için dayanılmaz ve çok rahatsız edici kıldı, hiç kimseye tavsiye edemeyeceğim. DEMET

Çoğumuzun görüp tüm karışıklığı ve pisliğine rağmen renkleri, gelenekleri ve tarihi eserleriyle bizi etkileyen Hindistan’da geçen bir romanı okumak güzel olur düşüncesi ile seçmiştik bu romanı. Fakat üç yıldır devam eden kulübümüzde ilk defa bir kitabı ne okurken ne de tartıştıktan sonra sevemedim. Beni içine bir türlü alamadı bu kitap. Hintli olsam severmiydim?? Zannetmiyorum. NURİZER



Bu romanı kendi açımdan birkaç nedenle okumak istedim. Her şeyden önce farklı kültürleri okumayı seviyoruz. Bu zamana kadar Avrupa’dan, Amerika’dan, Japonya’dan, Ortadoğudan okumuş, ancak hiç orta Asya’ya yakın yörelerden okumamıştık. Hindistan gibi çok değişik dilleri, dinleri, kültürü olan bir ülkeye ait bir roman okumayı çok istedim. İkincisi 2006 “Man Booker” ödülünü almış Kıran Desai’i merak ediyordum. Üçüncüsü de Hindistan’dan ayrılıp 1947 yılında bağımsızlık ilan eden Pakistan’a yolculuk yapacaktım ve bu nedenle o yörelerin romanını okumak beni cezbetti.
438 sayfalık roman farklı ancak çeşitli nedenlerle birbiri ile ilgili ailelerin hayatlarını anlatıyor. Bu hayatlar yalnızca Hindistan’da değil okul ve çalışma nedenleri ile İngiltere ve Amerika’da da geçiyor. Romanda mezhep çatışmaları, yoksulluk, sefalet, düş kırıklıkları, pislik, zorbalık, kadına eziyet, hayvana eziyet  hepsi var. Bence en az olan sevinçler ve umutlar. En güzel anda, buluşmalarda bile düş kırıklıkları iç içe geçmiş. Yazarın anlatımı, tasvirleri gerçekten o kadar ustaca ki insanın duygulanmaması elde değil. Gene de romanı okurken az sayıda da olsa bazı cümleleri anlamak mümkün değil, bence bu tercümenin tökezlemesinden kaynaklanıyor. Bu romanı okurken acı çektim: kalabalık toplumlar, farklı etnik kökenler ve az gelişmişlik insanoğlunun ‘insan’ gibi yaşamasını engelliyor. Çok eğitimlisi bile böyle toplumlara girince toplumu değiştirmek için uğraşacağına ona benzemeye başlıyor. Şiddet her yerde kendini gösteriyor. Sevgi yok oluyor. Adabınca yaşam koşulları, barınak, temizlik önemsizleşiyor. İnsan insanlığını, kardeşliğini unutup birbirine saldırıyor. Ne yazık ki bu kültürle yetişmiş insan gelişmiş ülkelerde yaşayınca bile aynı gelenekleri sürdürüyor. Sonuç olarak bir Hintli olarak Kıran Desai 12 yaşından beri batıda yaşamasaydı bu romanı yazabilirmiydi, bence şüpheli. Ben romanı bitirince roman kahramanlarından biri olmadığım için, temiz bir evde oturduğum için bir kez daha şükr ettim. LEYLA

Farklı  bir kültüre ve coğrafyaya ait bu kitabı okumak ve kitap kulübünde tartışmak benim için iyi bir deneyim oldu. Kiran Desai nin 'Man Booker' ödülünü bu kitap ile alması da  kitabın seçilmesinde  iyi bir referans oldu düşüncesindeyim.
Dünyanın en kalabalık nüfusuna sahip ülkelerden biri olan Hindistan’ın barındırdığı farklı dinler, kültürler ve çarpıcı kast sistemi içinde yaşayan bir gurup insanın  hüzünlü yaşantısını yazar etkileyici, yer yer de mizahla karışık  bir dille anlatmış. Karamsarlığın, mutsuzluğun, keskin yaşam mücadelesinin ve sefaletin   hüküm sürdüğü  bir kurgu içinde gelişen olaylar insanın içini acıtırken  bir yandan da Hindistan gerçeğini vurguluyor. 
Diğer taraftan yazar Kiran Desai 12 yaşından itibaren ülkesi dışında yaşamış olmasına rağmen, ülkesi ve ülkesinin kültürüne olan bağından dolayı Hintli yazarlar   çevresi  tarafından dikkatle izlenmiş ve   en büyük yapıcı eleştiriyi ve desteği kendi ülkesinden  almış. Himalayalar eteklerinde geçen   hüzünlü insanların yaşantısı, ülkesi dışında yaşayan  bir Hintli  tarafından ne kadar açık dille yazılabilinir sorusunu yazar hakkında yazılan bu ifadeler sanırım cevap veriyor. BEYZA

22 Mart 2012 Perşembe

Kiran Desai


Kiran Desai 3Eylül 1971’de Yeni Delhi’de doğdu. 14 yaşında annesi ile birlikte Hindistan’dan ayrılarak İngiltere’ye yerleştiler. Daha sonra Amerika’ya geçen yazar, Bennington College, Hollins University and Columbia University’de yaratıcı yazarlık dersleri aldı.  1998 yılında ilk kitabı “Hullabaloo in the Guava Orchard”ı yazdı. 2006 yılında, Himalayalar’ın eteklerinde huzurlu bir emeklilik dönemi geçiren Hintli bir yargıcın yaşamının, öksüz torununun ve aşçısının oğlunun etkisiyle değişimini anlattığı “İnheritenceof Loss (Kaybın Mirası)” adlı kitabıyla daha önce annesi Anita Desai'nin üç kez aday gösterildiği İngiltere'nin en prestijli edebiyat ödülü “Man Booker”ı kazandı. “Man Booker Ödülü”nün seçici kurulu, kitabı “sağlam bir politik arka plana oturtulmuş, insani erdemleri mizahi öğelerle destekleyen bir roman" olarak tanımlamış

7 Mart 2012 Çarşamba

Kalan


                                                 Yazar: Leylâ Erbil
                                                 Yayınevi: İş Bankası Kültür Yayınları
                                                 Editör: Ruken Kızıler
                                                 Basım Yeri / Tarihi: İstanbul, Ekim 2011-2.Baskı



hiçbir şeyden ve her şeyden kalan

bir zamanlar justinianos'ların, fatih'lerin hüküm sürdüğü istanbul'un altında, şimdi toprakta gömülü olan binlerce yılın kalıntısından kalan... ibrahim ve ishak'tan kalan... insanların birbirlerini ayakkabılarından tanıdığı savaşın yokluk günlerinden kalan... farandolaların dönüldüğü, rum ustaların elinden çıkma üç katlı, ahşap evlerden kalan... kierkegaard'ın hasetinden kalan... elbette "kederli bir şiir"den kalan... "kederden mi neden bilmem sararmış rengi ruhsarı.." bir kitaptır kalan... lahzen'in göz ucu ile bir kere bakıncaya kadar geçen zamandan kalan...

peki kimdir lahzen?

"kimim ve nasıl biriyim
hayatımın neresindeki yaşantıdayım sorarım kendime her gün
sen hangi bilinçtesin lahzen
hangi göklerin bulutlarından yağdın
bu çorağa söyle
son bilinç ölüm olacağına
ölüm anındaki bilincin bilinci yazılamayacağına göre
hangi kavşağındasın tinsel gerçekliğin"

bu soruların eşliğinde iniyoruz hep birlikte
tıka basa şüpheyle doldurulmuş kuyudan
çıkmak için çocukluğa
daha da dibe
toprağın altına
ve orada arıyor lahzen
hakikatinin özünü

ve leylâ erbil'in kaleminde devleşiyor edebiyat,
şölene dönüşüyor kalan...( Arka Kapaktan)



Yorumlarımız:

 Kalan, Leylâ Erbil’in çocukluk hatıraları içinde yaşamını, hatırladığı olayları gözden geçirip kendi “hakikatini” arama çabasını anlatıyor. Yazar bunu yaparken çocuklukluğunun İstanbul’unu da anlatıyor- İstanbul’un çok kültürlü insan mozaiğini anımsıyor ve bunun zamanın politikaları ve olaylarıyla nasıl değiştiğini gözler önüne seriyor.  Yazar geçmiş tarihi ve kendi yaşadığı politik olayları irdeleyerek, yer yer felsefi düşüncelere dalıyor ve sorguluyor; özellikle Soren Kierkegaard onu etkilemiş ve içsel sohbet yaptığı filozof- yer yer dini sorguluyor, yer yer ise Türkiye’de uygulanan politikaları, bunların toplumu nasıl şekillendirdiğini, kendi özel yaşamını- ailesini, arkadaşlarını ve sevgililerini.  İsyankâr ve entelektüel bakış açısı var yazarın. Kullandığı üslup ise aynen kafamızdaki düşünceler nasıl birden diğerine adeta zıplar ve bir düşünce diğer düşünce penceresini açar, bazen başlangıç ve son düşünce arasında nasıl kopukluk olursa kitapta da aynı şeyi yaşamak mümkün. Kısacası aklımızdan bir anda geçen onlarca düşünceyi yansıtabilmesi adeta beynimize ışık tutmasından dolayı anlatımı başarılı buldum. Öte yandan yazarın yazış şekli paragraf kullanmadan  (sanırım düşüncelerin akıcılığını gösterme açısından) ve düz yazıyı şiirsel bir formata oturtmasından dolayı benim için zaman zaman takibinde zorlandığım bir unsur oldu. Kitabı çok sevdiğimi söyleyememekle birlikte, okumanın farklı bir deneyim olduğunu söyleyebilirim. DEMET


Düşüncelerimizde, duygularımızda, bilincimiz kadar bilinçaltımızda, gerçekleştirebildiklerimizin çok daha fazlasını düşlerimizde yaşıyoruz gerçekte hayatın her evresinde....

Yaşadıklarımızdan, somut olandan,gözle görülen ,elle tutulan,herkesçe paylaşılandan fazlası zihnimizde ayrı bir birikim ,ayrı bir geçmiş oluşturuyor sanki.....
Bazen farkına varıyor bazense görmezden geliyoruz bu zihin zenginliğini........

Leylâ Erbil, bu kitabında bence hepimizin deneyimlediği, ama analiz etmediği bu "zihin ve yaşam birikimlerinin" tümünü birden gözler önüne seriyor. Sanki en ufak bir bölümünü atlarsa, geçen yıllara haksızlık edecekmiş kaygısıyla.... Önceleri bir okuyucu olarak şaşırtıcı derecede "kalabalık" ve "üst üste yığılmış" algılamalar şeklinde duyumsadığım bu aktarımlar, kitabı bitirdikten, grupça tartıştıktan ve üstünden bir süre geçtikten sonra , çok doğalmış gibi gelmeye başlıyor......

Günlük Yaşam, alıştığımız biçimde sık delikli bir "süzgeç" değil de biraz daha geçirgen olsaydı... süzülecekleri ardı ardına sıralıyor durmaksızın Leylâ Erbil uzunca bir  yaşamın ucunda...Farklı bakış açılarından, farklı kaygılardan, siyasi,insani,etik değerlerden,hayatın ortasında duran "cinsellik"ten...onda kalanları anlatıyor bana göre....

Bir bölümüne ortak olduğumuz "sosyal geçmiş" anlatımları ileriki senelerde önemli bir belgeleme, toplumsal değerlendirme aracı, anılar bütünü olarak ayrı bir yer tutmaya hazır kütüphanemizde. UFUK




Gerçekten kalan,
Yaşadıklarımızdan, karşılaştıklarımızdan, olaylardan, aşklardan tüm bir ömürden kalan…
 Hani insan düşünürken, konular, olaylar oradan oraya, yeniden eskiye atlar duru ya... işte öyle bir dilde, bu kitaptaki anlatım. Bazen şiirsel, bazen de nesir. Adeta felsefi bir bilgi akışı.
 Romanı okurken, çok çabuk okunan, akıcı bir dilde yazılmış gibi geliyordu. Ama sayfaları kapatınca, zorlandım başını sonunu bulmakta. Tartışmak netleştirdi her şeyi. Umuyorum, hepimiz için böylece güzelleşti roman.
 Bu romanda neler yoktu ki? Soren Kierkegaard'ın felsefesinden, Hz. İbrahim'den, Dersim’den, 5-6 Eylül olaylarından, Osmanlı'dan, İstanbul'un eski mozaiğinden ve o zamanın komşuluklarından, cesaretten, aşktan, danstan dine. Her şeyden akarak akılda kalanlar...
 Leyla Erbil değerli bir edebiyatçı. Birçok ödüller almış. Hatta Pen Yazarlar Derneği tarafından Nobel Edebiyat Ödülü'ne ülkemizden aday gösterilen tek kadın yazarımız. Kalan’ı okumakla yazarı daha geniş araştırarak, tanıma fırsatı bulduk. Yinede herkese tavsiye etmekte zorlanırım. Sıradan olmadığı da bir gerçek.  ZELİHA

Leyla Erbil hayatından “Kalan”ları yazmış, ben de kitaptan kalanları satırbaşları ile aynı onun yaptığı gibi küçük harflerle özetleyeyim.
okunması kolay ama yazım şekline uyum sağlayıp anlaması vakit alan bir kitap, yarısı şiirsel yarısı nesir, eminim yazması da kolay olmamıştır.
lahzen’in hayatı yazarın hayatımı diye düşündüm yazarın biyografisini okuyunca…1930’ların İstanbul mozaği içinde mutlu bir çocukluk… ama ülkenin değişimine duyarlı bir gençlik… yaşanılanlar özel hayatına da yansıyıp onu mutsuz ediyor….. seksenli yaşlarına gelmiş ama yine de bir sürü şeyi sorgulayan bir kadın… yazar lahzen’in yaşamını bilinçakışı tekniği ile anlatırken toplumun tarihine dair başka hikâyeleri de anlatıyor bazen bir sayfa, bazen bir cümle… aslında lahzen’in hakikatini kendi içindeki gerçeğini bulmaya çalışıyor, bulabiliyor mu?? zaman zaman annesine özeniyor lahzen, “hiçbir şey bilmeden yaşamak ne güzeldir,,,insanın kendi olması için hiçbir şey öğrenmemesi mi gerekir,,, annem farandola seven bir kadın sadece belki de kendinden de kendidir,,” diye düşünüyor. Ama yaşarken çevrendekilere duyarsız kalmayı nasıl becerebilirsin ki?? belki annesi de onun düşündüğü kadar duyarsız değildi ve bazı şeyleri kendi içinde yaşıyordu.
okurken ayrıca felsefede varoluşçuluğu öğrendim, dini bilgilerimi sorguladım, istanbul’un tarihini yeniden tekrarladım, cumhuriyetimizin önemli olaylarını hatırladım… yani dolu dolu bir kitap, farklı bir deneme……NURİZER

Leyla Erbil’in '' Kalan''ından bende kalanlar nelerdir  diye sorguladığımda geride bırakılmış çocukluk gençlik anıları, hayatı sorgulama, politik bir dil kullanılarak yakın tarihin ve dinin irdelenmesi.
Bütün  bunlar farklı bir yazı tekniğiyle yapılmış. Şiirle başlayan anlatım düz yazıyla devam ediyor. Kitap kolay okunmakla birlikte anlamak için dikkat gerektiriyor. Bilinçakışı tekniğiyle sıralanmış birbirinden kopuk hatıralar. Ana karakter Lahzen  mutlu geçirdiği çocukluğuna rağmen hayatının diğer evrelerinde aynı keyfi sürdürememiş kaybeden bir kadın. Politik mücadelesini vermiş kocası ve sevgilisi ile hayatın içine sıkışmış gibi yaşamış.
Geçmişe özlem zengin insan mozaiğinde, birlikte yaşayan Türk, Rum, Ermeni, Musevi  dostların arasında geçen mutlu   çocuklukta farandola  oynarken, siyasi gerginliklerin yaşandığı 'zorba ve hain' yıllara sıçrıyor. Görmediği babası için kavurduğu helvaya kadar uzanıyor. Bütün bu hatıralar felsefi akımlarla sorgulanıyor.  
Bu kitaptan önce tanıma fırsatı bulamadığım Leyla Erbili okumak  ve kitap kulübümüzde tartışmak  gerçekten iyi bir deneyim oldu. Tartışmaya çok açık olan bu eseri başkalarıyla paylaşma alışkanlığı olanlara tavsiye edebilirim çünkü insanın salt  kendisine saklayacağı sıradan bir eser değil. BEYZA