25 Kasım 2011 Cuma

Görünmez Kentler


                                                                 Yazar: Italo Calvino
                                                                 Yayınevi:Yapı Kredi Yayınları
                                                                 Çeviren: Işıl SAATÇIOĞLU
                                                                 Kapak Tasarımı: Nahide DİKEL
                                                                 Basım Yeri / Tarihi: İstanbul, Şubat 2011-11.Baskı



16 Kasım’da Ufuk’un evinde yaptığımız toplantıda Italo Calvino’nun Görünmez Kentler” isimli denemesini tartıştık. Kitabın arkasındaki tanıtım yazısı şöyle:

Modern dünyanın masal anlatıcısı Italo Calvino'nun Türkçede uzun süredir görünmeyen kitabı Görünmez Kentler, tekrar elimizin altında... Kubilay Han'ın atlasında yolculuk eden Marco Polo... Batının doğuyu gören gözünün kurduğu hayaller bir yanda, modern kentin içinden çıkılmazlığı ve geleceği öte yanda...
"Kitap bir alan; okur içine girmeli, dolanmalı, belki kendini kaybetmeli, ama belli bir noktada bir çıkış hatta birçok çıkış bulmalı. Kitap, dışarı çıkabilmek için bir yola koyulma olanağı."
Okur, kitabı eline aldığında, yazarın kentleri arasında dolanacağından, önüne altın harflerle sunulan olasılıkları yutacağından, sonunda okuduklarını kendi zihnindeki ideal kentlere ekleyeceğinden emin olmalı. Okur, kitabı, mümkünse, büyük bir caddenin kenarına dizilmiş kahve masalarından birine ilişerek, okumalı; göz önünde gerçekle, göz önündeki kurguyu daha iyi görebilmek için...
"Belki de kent yaşamının kriz noktasına yaklaşmaktayız ve Görünmez Kentler, yaşanmaz hale gelen kentlerin kalbinden doğan bir rüya."
(Arka Kapak)

Yorumlarımız:

Orhan Pamuk’un bir röportajında Harvard Üniversitesindeki Norton derslerini kendisinden önce verenler arasında Italo Calvino’nun adını görünce daha önce İtalyan bir yazar okumadığımız için onu okumaya karar verdik. Biraz araştırdıktan sonra ve Ufuk’un da Mimarlık Fakültelerinde okutulan ve anlatılan şehirlerin maketlerinin ödev olarak verildiğini söylemesinden sonra “Görünmez Kentler”i okumaya karar verdik.

Italo Calvino “Le città invisibili / Görünmez Kentler” kitabında, Marco Polo, Kubilay Han’ın hükümdarı olduğu imparatorluğun 55 kentini tasvir eder. İmparatorla kâşifin, satranç oyunları esnasında yaptıkları sohbetler üzerinden bu şehirlerin sırları, güzelliği ve korkunçluğu anlatılır. Kubilay Han’ın sahibi olup da, “görmediklerini”, kendi dünyasından, şehrinden uzak bir sürgün olan Marco Polo, son derece görsel biçimde, tüm duyularınıza hitap eden şekilde, kentlerin içine gizlediği hikâyelerle anlatır, dediğine göre her şehre kendi şehri Venedik’ten de bir şeyler katar.

Bu kitabı okumak bana gerçekten zor geldi. Betimlemeler, kurgu ve üslup içinde kayboluveriyor insan. Görünmez Kentler’i okumak büyük bir konsantrasyon gerektiriyor. Aslında kitabın her cümlesine uzun uzun vakit vermek gerek yorumlayabilmek için. Beni etkileyen bazı cümleleri aşağıda yazdım, ama bunun gibi daha çok cümle var. Belki çok içine giremedim kitabın o yüzden çok anlamadım.

“.. Yaşanmamış gelecekler geçmişin dallarıdır yalnızca: kuru dalları.”

“ Doğru yolu bulmak için kaybolmak gerekir… Labirent, içine giren kaybolsun ve dolaşsın diye yapılır. Ama labirent, aynı kişiye, yeni bir plan çizmesi ve labirentin gücünü yok etmesi için bir başkaldırıyı da düşündürür. Bunu başardığı takdirde insan labirenti yıkacaktır. Onu boydan boya geçen biri için labirent yoktur.”

“İki yolu var acı çekmenin: Birincisi pek çok kişiye kolay gelir: cehennemi kabullenmek ve onu görmeyecek kadar onunla bütünleşmek. İkinci yol riskli: sürekli bir dikkat ve eğitim istiyor; cehennemin ortasında cehennem olmayan kim ve ne var, onu aramak ve bulduğunda tanımayı bilmek, onu yaşatmak, ona fırsat vermek.”

Kitapta anlatılan bazı kentlerin resmedilmiş hallerini bu internet sitesinde bulabilirsiniz: http://www.cittainvisibili.com/tuttelecitta-en.htm. Aslında kentler çok az kelime ile o kadar güzel anlatılıyor ki, hayalinizde canlandırmak zor olmuyor. NURİZER

Başlangıçta bitirmeliyim diye okudum kitabı. Hızlı okuyunca pek felsefesine ulaşamıyorsunuz. Birlikte tartıştıkça duygu ve düşünceler girdi, düşler girdi, önemi artı her kentin... Bütün kent isimleri acaba neden kadın adıydı?

 Italo Calvino yaşanan kentlerin bilinmeyen gerçeğini masal gibi anlatmış bizlere. Venedikli gezgin batıdan doğuya yıllarca dolaşır. Tatar İmparatoru Kubilay Han'a satranç tahtası başında gezdiği gizemli şehirleri anlatır. Belki de ona her kare bir şehri hatırlatır. Kentlerin gördüğü gizemli yüzünü. Kentlerle, anı, arzu, gökyüzü, gösterge, gözler, ölüler, ölçülerle, ... özdeşleştirir. Her şey artar çoğalır, çoğalır ve gizlenir. Kentler deyince hangimizin akılına bunlar gelebilirdi? Görüyoruz ki İtalio Calvino'nun çok güçlü bir yaratıcılığı var. Gökyüzüne tırmanan köprüler, kat kat asılmış veya yeraltında aynısı kopyalamış şehirler...

 Düşündüm; Acaba sürekli büyüyen, çoğalan günümüzün modern kentlerindeki ilk bakışta göremediğimiz veya görmek istemediğimiz sorunlar yumağımı yazarın böyle bir konu işlemesine neden oldu?

 Şu anda iyi ki okumuşuz diyorum. Bir İtalyan yazarını ve onun büyülü hayal dünyasını tanıdık. Ayrıca çok eski tarihlere dönerek doğu medeniyetini hatırlamış olduk. ZELİHA


 Modern masalların anlatıcısı Italo Calvino’nun Görünmez Kentler kitabını okurken zorlanmadım dersem yalan olur. Kitabın ilk elli sayfası yazarın Amerika’daki konferanslarından iki kısa alıntı ile çevirmenin, Calvino’nun yaşamı, hayata bakışı ve felsefesini diğer edebiyatçılarla karşılaştırmalı bir şekilde analiz ettiği  bölümden oluşmakta. Daha sonra  Marco Polo yolculuklarında gördüğü elli beş kenti Tatar imparatoru Kubilay hana anlatmaktadır. Aslında ‘kent’ sadece bir simgedir. Yazar kendisinin de söylediği gibi rasyonellik ile gerçek yaşamın tüm unsurları arasındaki gerilimi, çelişkiyi, karmaşayı ortaya koymaktadır. Onun hayal gücünün sınırı yoktur ve bunları dile getirip yazmakta büyük ustalık ve cesaret göstermektedir. Her bir kent  sonsuzluğun, zamansızlığın ve görünmezliğin sembolleri gibidir. Kentlerin arasında görünen bir ilişki de yoktur. Bence her bir kent bir bireyi yansıtmaktadır. Onun için bu kentlerden milyon tane düşünmek mümkündür. Yazar neden sadece elli beş tane kent yazmış, neden daha az veya daha çok yazmamış bilmiyorum. Benim için bireyler bu kentler gibi sonsuz farklılıklar, çelişkiler ve  özellikler gösterir. Tam anladığımızı zannettiğimiz anda bu çelişkilerin ne kadar karışık ve çözümsüz olduğunu görüp, şaşarız; bazen üzülür, bazen kızar ve bazen heyecanlanırız. Tüm evrende kim bilir daha nice bireyler vardır ya da yoktur. Fazlası ile meşgul olduğumuz kendi küçük dünyamızla bile baş edemezken Italo’nun düşünce ve düşlerini inanılmaz bir özgürlüğe bırakıp yazdığı bu kitabı okumak,  anlamak, özümsemek ve bununla başa çıkmak gerçekten  çok zor. Tek söyleyebileceğim şey Italo’nun dediği gibi biz  cehennemin ortasında bile kalsak  güzellikleri veya iyi olanı arayalım, bulalım, onu yaşatmaya çalışalım. Kentlerin bir yerinde asılı duran bir UMUT olduğunu hiç ama hiç unutmayalım. LEYLA















13 Kasım 2011 Pazar

İki Fuar Birarada


12-20 Kasım 2011 tarihleri arasında TÜYAP Fuar ve Kongre Merkezi- Büyükçekmece’de düzenlenecek olan 30. Uluslararası İstanbul Kitap Fuarı 600 yayınevi ve sivil toplum kuruluşunun katılımı, 200 etkinlik ve yüzlerce imza ile kapılarını kitapseverlere açtı. Açılışını Mısır ve Türkiye’nin kültür bakanlarının yaptığı İstanbul Kitap Fuarı’na yurt dışından 35 ülkeden yayınevleri, telif ajansları ve konuk yazarlar katılıyor.
TÜYAP'ın ilk gününün en ilgi çekici etkinliği, onur yazarı Ferit Edgü'nün aynı zamanda fuarın teması olan "Umut: Düş mü? Gerçek mi?" başlıklı söyleşisiydi. Edgü, "Umuda her zamankinden daha çok ihtiyacımız var." diyerek başladığı söyleşide, felsefe ve edebiyattan yola çıkarak umudun insanlık tarihinde izlediği yolu kendi bakış açısıyla yorumladı. Umuttan çok umutsuzluğa dikkat çeken Edgü, bunun sebebini de "Umut, umutsuzluktan doğar" önermesiyle açıkladı. Edgü, bir saati biraz geçen söyleşisini, Sartre'ın umuda olan inancını dile getirdiği düşüncesine itiraz ederek noktaladı. Hakkâri'de Bir Mevsim'in yazarı, 'özlemle andığı eski dostu' Melih Cevdet Anday'ın bir dizesini değiştirerek umudun yerine 'aşk'ı koydu: "Aşk bir ağaçtır / Gökleri sarar".
TÜYAP Beylikdüzü, Kitap Fuarı’yla eşzamanlı olarak 20 Kasım’a kadar 21. Istanbul Sanat Fuarı/ Artist 2011’e de ev sahipliği yapıyor. Bu yılki sanatçı onur ödülüne değer görülen grafik sanatçısı Yurdaer Altıntaş 60 yıllık çalışmalarıyla, koleksiyoner onur ödülünün sahibi Prof. Münir Ekonomi koleksiyonundan ‘Arkeolojide Sanat’ başlıklı bir seçkiyle, sanatsever kurum ödülüne değer görülen Suna ve İnan Kıraç Vakfı ise ‘ıstanbul Fotoğrafları Koleksiyonu’yla fuarda. Fuar,Italya’dan da iki önemli sergiyi ağırlayacak. 100 sanatçının katıldığı ‘Image of Italy’ ve Bergamo Sanat Fuarı’ndan gelen 10 önemli sanatçının eserleri de ‘Young Italian Artist For Istanbul’ isimli bir seçkiyle fuarda yer alacak.

SuretinSireti

“Suretin Sireti”, bir sergi başlığı. 3 Ekim 1931 tarihinde kurulan Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası’nın Sanat Koleksiyonuna ait 61 eser 2 Kasım – 31 Aralık arasında Pera Müze’sinde sergilenmekte. Hepimizin tanıdığı Türk sanatçılarının yapıtları kadar serginin adı, tanıtımı için basılan broşür ve sergi salonunun duvarlarında sergi konsepti ile ilgili farklı yazarlardan seçilen alıntılar çok etkileyici. Sergi broşüründen yaptığım alıntı size serginin kapsamı ve anlamı hakkında daha çok bilgi verecek:

“Suret, siretin aynasıdır.
Bunun ne derece doğru olduğu bilinemez.
Yalnız bilinen bir şey varsa ahlâktan çok sanatın buna inanmış olmasıdır.”

Malik Aksel, Hisar, 1957

Sergi, sanat tarihi yazımı, varolan bilginin doğası, kaynağı ile ilişkili olarak Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası Sanat Koleksiyonu’ndan seçilerek sergilenen yapıtlarla sınırlı bir arkeoloji yapma, yeniden ziyaret etme ya da suretin sirete uygunluğuna ilişkin bir deneme olarak algılanabilir. Bu başlıkla amaçlanan Türkiye’deki modern/çağdaş sanat tartışmalarını, modern sanat müzeleri ile sanat tarihi yazımını belirleyen ana görüşleri bir koleksiyon sergisi üzerinden yeniden düşünmek, belli dönemleri önemsemek ya da eleştirmekten çok süreçleri şeffaflaştırılma isteğidir.

“Görünüş, biçim, resim, resim kopyası, nüsha, fotoğraf, yol, tarz” gibi anlamları olan “suret” sözcüğü, İslam felsefesinde, varlığın görünen, beş duyu ile algılanan yönüne karşılık geliyor. “Siret” ise bir kişinin görülmeyen, duyularla sezilebilen, soyut, tinsel durumunu, hal ve davranışlarını, doğasını, ahlakını, duygularını, karakterini, suretten öte olanı tanımlıyor. Bu açıdan bakıldığında, sergi dolayısıyla bir koleksiyonu yeniden ziyaret isteğinin, Merkez Bankası’nın birikimini 1994’te kamuyla paylaştığı “1950-2000” sergisinin “modern ve ötesi” eksenindeki görünümüyle ilişkili olduğu düşünülebilir. Bu ilişkinin temel değişkenleri, köşe taşları ise sergi metninin ana sorunsalıdır. Bu nedenle metni kuran ana fikir, Merkez Bankası Koleksiyonu’nun, kayıt altına alındığı ve oluşturulduğu tarih itibariyle anlamını, önerdiği tartışmaları ve sanat tarihi içinde nasıl bir yere konumlandığını, bugünden geçmişe yapılan bir ziyaret aracılığıyla sorgulamak ve sanat tarihi yapmaktan çok yazılı ve yazısız tarihin nasıl inşa edildiği üzerinde durmakla ilişkilidir.

Suretin Sireti sergisi, yapıtların kendi tarihlerini ne ölçüde aşacaklarını, sanat yapıtlarını ve tarihini değişik zamanlarda yorumsa-ya/n-cak kişiler açısından ne anlam ifade ettiğini/edeceğini düşünmek, bizi dünyaya açılmaya zorlayan yanlılıklar olarak işleyen önyargılarımıza karşı yeni önyargılar ve sorular üretmek için bir fırsat olarak görüldü. Bir bakıma, koleksiyonu oluşturan yapıtları, düşünceleri tarihselleştirerek ya da -meyerek bugünün değer yargılarıyla, yargı ya da önyargının değişmezliğine ilişkin bir diğer görüş üretme olasılığı her zaman vardır.


Müzenin üçüncü katındaki “Osman Hamdi Bey ve Amerikalılar” sergiside bizim çok ilgimizi çekti. 15 Ekim tarihinde ziyarete açılacak sergi, ressam, arkeolog ve müzeci Osman Hamdi Bey ile Amerikalı arkeolog ve fotoğrafçı John Henry Haynes ile Prof. Hermann Vollrath Hilprecht'in Osmanlı topraklarında kesişen yaşamlarından yola çıkarak, Amerikalı arkeologların Osmanlı topraklarındaki ilk kazılarını -Assos ve Nippur- ve iki ülke arasındaki diplomatik ilişkileri konu alıyor. 19. yüzyıla ait arkeolojik fotoğraf ve çizimler, mektuplar, seyahat günlükleri ve Osman Hamdi Bey’e ait yağlıboya tablolar yer alıyor sergide.

Sene sonuna kadar eğer yolunuz Beyoğlu’na düşerse Pera Müzesi’nede uğrayın, pişman olmayacaksınız sergilerin ikisine de gitmeye değer.


12 Kasım 2011 Cumartesi

Italo Calvino




15 Ekim 1923'te Küba'nın Santiago de Las Vegas kentinde doğar. Botanikçi olan anne ve babası burada araştırmalar yapmakta ve üniversitede ders vermektedirler. Ebeveynleri çocuklarına “Italo” adını verirler, çünkü onun köklerini unutmasını istemezler. Ama oğulları iki yaşında iken İtalya’ya dönüp San Remo’ya yerleşirler. Calvino’nun kitaplarla ilk tanışması 12 yaşında Kipling ile olur. Bu, onun egzotik dünyalara, fantastik serüvenlere olan tutkusunun başlangıcıdır. 16 yaşından itibaren kısa öyküler, tiyatrolar, şiirler yazmaya başlar. Sanremo’da Cassinis Lisesi’nde “Repubblica” Gazetesinin gelecekte müdürü olacak Eugenio Scalfari ile sıra arkadaşı olarak öğrenim gördü. 1941 yılında liseyi bitirince Torino Üniversitesi Tarım Fakültesine yazılır.

1943 yılında askere çağrılır, fakat Calvino gitmez ve bu yüzden bir sure saklanmak zorunda kalır. Bir çatışmada genç bir komünistin öldürülmesi üzerine 1944 yılında İtalyan Komünist Partisine kaydolur. Yirmi ay boyunca Deniz Alplerinde partizan olarak çalışır. Bu arada ailesi Almanlar tarafından tutuklanır.

Savaş bitince Tarım fakültesinden ayrılıp Edebiyat Fakültesine kaydolur ve 1947 yılında mezun olur. Aynı yıl Torino’daki Einaudi yayınevinde çalışmaya başlar. İlk kitabı “Örümceklerin Yuvalandığı Patika” ile Riccione ödülünü kazanır. 1949’da yayınlanan “Karga Sona Kaldı” kitabında direniş ve savaş sonrası İtalya’yı anlatır.
İtalyan Komünist Parti üyeliği yapan Calvino, Macaristan olayları sonrasında partiden ayrılır ve parti içi durumlara tepki olarak yazdığı acımasız anlatısı "La Grande Bonaccia delle Antille", 1957 yılında "Città aperta"da (Açık Şehir) yayınlar

1950'lerin sonlarında fantezi ve alegoriye yöneldi. Yazdığı üç anlatı ününü pekiştirdi: İkiye Bölünen Vikont, Ağaca Tüneyen Baron ve Varolmayan Şövalye. 1960 yılında Calvino’ya Salento ödülünü kazandıran bu son derece fantastik romanlar o zamanki toplumu konu almasa da alegorik olarak o günkü sosyal ve politik meselelere dair endişelerini dile getirir.
Calvino,  Arjantinli yazar Jorge Louis Borges, modern dilbiliminin kurucusu İsviçreli Ferdinand de Saussure, eleştirmen Roland Barthes ve Vladimir Propp göstergebilim ve yapısalcılığın etkisi altında bir kez daha biçemini değiştirir ve"Kozmokozmik Öyküler" ve "Sıfır Zaman"ı yazar.

Calvino,  1964’te Paris’e yerleşir ama Einaudi’deki işinden ayrılmaz. Arjantin asıllı Esther Singer ile evlenir ve bir yıl sonra kızları Abigail doğar. Calvino İtalya’dan uzakta yaşamaktan mutludur.  “Benim için en ideal yer bir yabancı olarak yaşamanın en doğal olduğu yerdir” diye yazar. Burada “Potensiyel edebiyat Atölyesi” çalışmalarına katılır. Grubun amacı yazı yazmakla ilgili tüm olasalıkları keşfetmek ve yazıya matematiksel yapıları uygulamaktır. Bunun sonucu Calvino “Kesişen Yazgılar Şatosu”nu yayınlar. 1974’den sonra beş yıl boyunca "Corriere della Sera" gazetesinde hikâyeler, seyahat günceleri, ülkenin siyasi ve sosyal gerçekleri üzerine yazılar yazdı.
1972 yılında Marco Polo-Kubilay Han ilişkisi çerçevesinde arzu, bellek, yaşam, ölüm gibi temaları büyük bir incelik ve şiirsellikle işlediği “Görünmez Kentler”i yayınlar. Anlatıda bir gövde gösterisi olarak değerlendirilebilecek, Borges’in özyinelemeli labirentlerindeki gibi göndegesel bir edebi oyun olan “Bir Kış Gecesi Eğer Bir yolcu” kitabını 1979’da yayınlar.

1980 yılında Calvino ailesi İtalya’ya döner ve Roma’ya yerleşir. 1979 yılında yazmaya başladığı Repubblica Gazetesi’ndeki köşesine yaşamının sonuna kadar devam etti. "Una Pietra Sopra"da (1980), dönemin edebi tartışmaları üzerine çok sayıda bildiriyi, “Collezione di Sabbia”da ise (Kum Koleksiyonu) (1984) özel vesileler için düşünülmüş dağınık nesirleri biraraya getirdi.

19 Eylül 1985’te geçirdiği beyin kanaması sonucu Siena’da yaşamını yitirir. Tam da bu sıralarda Charles Eliot Norton Lectures’ı sunmak için Harvard Üniversitesine gitmeye hazırlanıyordu. Altı dersten oluşması gereken bu proje ne yazık ki tamamlanamaz, ama beşi bir kitapta yayınlanır; “Amerika Dersleri”.