29 Aralık 2010 Çarşamba

Leyla

Ekim ayı kitap Kulübü için seçtiğimiz kitap “Alexandra Cavelius”un “Leyla” isimli romanı.
Kitabın arkasındaki tanıtım yazısında “Balkanlarda neler olup bittiğini anlatan sarsıcı bir kitap” diye yazmasına rağmen, etnik temizliği hedef alan akıl almaz bu savaşta “Leyla” isimli 16 yaşındaki Bosnalı bir kızın yaşadığı dram anlatılıyor. Yazar herşeyi o kadar sade ve duygu yüklü anlatıyorki okurken acıyorsun, iğreniyorsun ve nefret ediyorsun.

Eylül 1967 de Saraybosna’ya 2 saat uzaklıktaki küçük bir şehirde doğar Leyla. Babası çok içen, düzenli çalışmayan ve de karısını kıskandığından onu devamlı döven bir adamdı.
 Dörtbuçuk yaşında iken kardeşi Emir doğar ama evdeki huzursuzluk hiç bitmez.  On yaşında iken annesi zor da olsa babasından boşanır.
Yaşadıkları şehirde Müslüman bir kadının Hırvat bir erkekle evlenmesi hoş karşılanmasa da annesi bir süre sonra Goran ile evlenir. Oniki yaşında iken ise kızkardeşi Gorana doğar. Üvey babası çok iyi bir insandır ve evde huzur vardır.
Annesi “bir kadının hiçbir erkeğe bağlı kalmaması için” eğitimin ne kadar önemli olduğunu devamlı söylediğinden okulda iyi bir öğrenci oldu. Sırplar, Hırvatlar ve Müslümanların birlikte okuduğu karışık bir okulda okuyordu.
Çok hayal kuran bir çocuktu. En büyük hayalide eğitim için daha büyük bir şehre gitmekti. Annesi çok istemesede 1991 Eylülünde henüz 14 yaşında iken Krayina’daki anneannesinin yanına gidip oradaki meslek okuluna devam etmek için evden ayrılır.
6 Nisan 1992 de savaş başlar.
Leyla değişik yerler görme dürtüsü ile uzak akrabası Nermin ile birlikte Velika Kladuşa’ya bir kaç günlüğüne gider. Bu hayatını altüst eden bir karar olur. Daha ilk gece evi basan birlikler onu karakola sorguya götürür, tutuklanıp “hindi çiftliği” denen yere götürülür. Sonra eziyetler ve tecavüzlerle dolu iki yıl geçer. Romanın bu bölümünde anlatılan, hepimizin tüylerini diken diken yapan korkunç tecavüz sahneleri sistematik eziyet ve yoketme politikasının bir parçası olarak geldi bizlere. Şüphesiz her savaşta tecavüz olayları yaşandı ve yaşanacak ama buradaki toplu tecavüzler inanılmaz.
Bu süre zarfında Leyla’yı ayakta tutan tek şey kurduğu hayallerdi.
Sonunda 1994 senesinin Ağustos ayında Sırp Sahra Mutfağından Ratko adlı bir genç onu koruma altına alır ve esir tutulduğu polislerin evinden kaçırır.
Bir sene sonra savaş biterken Ratko Leyla’ya evlenme teklif eder. Başka şansı yoktur, hiçbir evrakı olmadığından evine dönemez. Ülke bölünmüş, annesi Müslüman kesimde kendisi ise Sırp bölgesinde kalmıştır. Ratko ona hep iyi davranıyor ve koruyordu, ama başına gelen bunca şeyden sonra herşeyden korkuyordu Leyla. Bir sene sonra oğlu Zoran doğar.
Bunca yıldan sonra Haziran 1996’da annesi ile ilk defa telefonda konuşur. Temmuz 1997 de ise evine geri döner.
Evine döndükten sonra bile Leyla huzuru bulamaz. Yolda yürürken devamlı başı öne eğik yürüyor ki tecavüzcülerinden birine rastlarsa onu tanımasınlar. Kendine bakmıyor, giyinip süslenmiyor ki beğenilmesin, kimsede arzu uyandırmasın.
Uzun süren terapilerden sonra bir iş bulup hayatını düzene koymaya çalışır. Ratko’ya geri dönmez ama kimsenin onu Ratko kadar sevemeyeceğini hiç unutmaz. Başından geçen bunca olaylara rağmen Leyla’nın içinde hâlâ uzak büyük kentlere gitme isteği vardır.

Leyla 2000 yılında Den Haag’da yapılan mahkemede savaş esirlerine yapılan tecavüz ve sistematik eziyetlere karşı tanıklık yaptı.



Kitap grup tarafından fazla beğenilmedi. Genel olarak 1-2 günde kolayca okunan, okunurken içini acıtan bir kitap. Pek edebi değeri yok. O yüzden çok tartışılmadı.
Savaşın kötülüğünü, insanların acımasızlığını, hatta tecavüzü ve eziyetin bir politika olarak benimsenebildiği, birer kadın olarak oradaki kadınların yaşadığı dramı açıkça anlatan bu kitabı iyi ki okuduk. Çok yakın bir geçmişte yanı başımızda ne acılar yaşanmış. Ama bize dokunmadığı için o kadar da faketmemişiz!! NURİZER

Gruptan bazı arkadaşlarımızın kitabı bitirir bitirmez yazdığı ilk mesajlar:


"Leyla"  önceleri bana oldulça bildik, sıradan savaş öyküleri gibi geldi...Belki de bu savaşın yaşandığı dönemin insanları oluşumuzdan, daha farkında olarak, daha birebir gündemi takip etmiş olmamızdan mı..bilemiyorum..

Ama kitabin üçte birini aştıktan sonra, nerede, hangi ırka millete mensup olursa olsun İNSAN zaafları, duyguları, temel Içgüdüleri,acımasızlığı ve aynı anda duygusallığı..çelişkili duyarlılıkların biraradalığı  bence önem kazandı.
Bu kitapta geçenler  1000 yıl önce de , 5000 yıl önce de veya 500 yıl sonra DA özünde GEçerliliğini koruyacaktır diye düşünüyorum. UFUK

Kitabı içim acıyarak 2 günde bitirdim. Gerçek bir insanlık mı desem kadınlık  dramı mı desem,hem de avrupanın göbeğinde…
 Okurken parçalandım, bitince bu acımasız dünyada ne  kadar şanslı olduğumuzu hissetim. Tüm kadınların  mutlu olması dileğiyle... ZELİHA


Kitabı ben de bitirdim ama hayal kırıklığına uğradım. Ben Bosnalılar, Hırvatlar ve Sırplar konusunda biraz tarih bilgimi geliştireceğimi umuyordum. Ne yazık ki bir kadının acı bir hikayesini okudum…O kadar acı ki doğacak çocuğunun şiddetle erkek olmasını isteyen bir anne. O zaman aklıma ‘oğlum olsun’ diye tepinen babalar geldi. Ne kadar değişik motiflerle bu isteklerin dile getirildiğini düşündüm..

Zeliha’ya katılıyorum: bizler çok şanslıyız. Umarım hep böyle kalırız ve şansızlara bir nebze de olsa yardım etme fırsatlarımız olur. LEYLA


Leyla kitabı hakkında görüşüm; burada savaşın kötülüğünün (öldürme vs) ötesi bir kötülük var, yani anlatılanlar tecavüz ötesi sistematikleştirilmiş dehşet. O yüzden Emir Kusterica'ya da ne kadar iyi sinemacı olursa olsun sempati besleyemiyorum. DEMET



Bugün kitabımı bitirdim. Bir kere daha savaşın ne kadar kötü olduğu gerçeğini kabullendim.
Arkadaşın arkadaşını, komşunun komşusunu sırf dininden dolayı öldürmesi mantığını anlayabilmiş değilim. İnsanların yaşadıkları bu acılar ve korkular savaş bitsede ömürleri boyunca peşlerini bırakmıyor. NURİZER

1 yorum:

  1. Efsanevi bir kitap olamaz belki ama sürükleyiciydi açıkçası.
    Elinize, yorumunuza sağlık.

    YanıtlaSil