21 Haziran 2011 Salı

Aylak Adam




 
                                                               Yayınevi: Yapı Kredi Yayınları
                                                               Türü: Roman
                                                               Baskı Tarihi: Mayıs 2011 – 23. Baskı


Her şeye "karşı" duran, "karşı" çıkan, "karşı" olan bir adam... Aylak Adam... Bir adı bile yok. "C." diyor Yusuf Atılgan kısaca. İnsan her şeye bunca "karşı"yken kendine de "karşı" olmadan nasıl sürdürebilir bir "karşı" yaşamı? C., sıradanlığa, tekdüzeliğe, alışılmışın kolaycılığına hiç mi hiç katlanamıyor. Hem farklıyı, hem doğru olanı arıyor. Çabasının boşuna olduğunun da farkında üstelik. Zor bir karakter, zor bir yaşam, yalın bir roman. (Arka Kapaktan)



Yusuf Atılgan’ın 30 yıl içinde yazdığı iki romandan biri Aylak Adam. Bence bu roman zamansız. 1959 da mı yazılmış, bugün mü yazılmış pek fark etmiyor, çünkü hem dili gayet sade hem de eminim o günkü ve halen bugünkü toplumlarda yani her zaman bir ya da birkaç aylak adam var aramızda. Bu adam diğer bir adıyla C toplumda bir ayrık otu gibi: yani  her kurala ya da kuralcıya karşı. Onun kendince doğruları var. O doğruları arayıp duruyor ve pek tabi ki bulamıyor ve bulamayacak. C bir mirasyedi. Kendine ‘zengin değilim, param var’ diyor. Çünkü bir zengin hayatı yaşamıyor, öyle bir niyeti de yok. Çok küçükken babası ve teyzesi ile geçirdiği bazı olumsuz deneyimler onu son derece olumsuz etkilemiş: çoğu zaman insanlara karşı güveni yok. Devamlı şehrin sokaklarında, lokantalarında, sinemalarında dolanıp duruyor, özgürlüğü sokaklarda arıyor. Zaman zaman sevgilileri oluyor ama onlarla da bir yerde kopuyor. ‘Karşı olmak’ böyle bir şey herhalde. Aylak, özgür, karşı, biraz melankolik, biraz sanatsever her şey var onda. Ama özünde iyi bir adam, kimseye bir zararı yok. Bütün sıkıntısı kendine. Kendi doğrularını bulamadıkça rahat edemeyecek ve biz onu hiç anlayamayacağız.
Bence Yusuf Atılgan çok ilginç bir kişilik yaratmış ve bunu iğne gibi işlemiş: yalın, katıksız, açık, seçik. Bazen kahramanlar direk konuşuyor, bazen mektuplar arcılığıyla, bazen de birisi anlatıyor ( ne derler üçüncü tekil şahıs). Roman sadece 156 sayfa. Tam tadı damağımızdayken bitiyor… Son olarak roman severlere bu romanı okuyun, çünkü başta değil ama bitirince seveceksiniz demek istiyorum. LEYLA

"Aylak Adam" Yusuf Atılgan'ın okuduğum ilk kitabıydı ve konunun güncelliği ve kadın- erkek ilişkisinin  bu kadar yalın ve dürüst bir şekilde anlatımından etkilendim. Şöyle ki, kitap 1959 yılında yazılmış olmasına rağmen bugün bile güncelliğini korumakta  ve yakın zamanda yazılmış bir kitap intibası uyandırdı bende. Öte yandan kitapta yer alan karakterleri, o zaman geçerli olan toplumsal değerler açısından son derece ilerici buldum- demek ki o  tarihlerde bile bugünkü gibi düşünebilen, yasayabilen insanlar mevcuttu!!! Tabii bunların toplumun genelini yansıtmadıkları da bir gerçek - o yüzden "Aylak Adam" ın geçmişinden bir takim psikolojik sorunlar taşıması sonucu farklı olması vurgulanıyor kitapta. Ancak günümüz için bu ne kadar geçerli? Kadın/ erkek davranışları, birlikteliklerin sürdürülüş sekli böyle  travmaları gerektiriyor mu? Yoksa değer yargıları, hayata bakış açısı köklü bir değişim mi göstermekte? Kitap bütün bunları okuyucuya düşündürdüğü için kanımca son derece başarılı. DEMET

Yusuf Atılgan'ın okuduğum ilk kitabı '' AYLAK ADAM ''. Yazılış tarihi çok eski olmasına rağmen, güncelliğini koruyor.1959 yılında, insanların konuşmaya dahi cesaret edemediği kadın erkek ilişkilerini o yaşamış. Zamana çok uyduğu için, günceliğini koruyabilmiş roman. Okunması kolay, yalın bir dili var.

Zengin bir ailenin paralı bir oğlu. Gerçektende aylak. Annesini küçük yaşta kaybetmiş. Teyzesi tarafından büyütülmüş. Babasının yanında, ama sevgisinden çok çok uzakta geçen çocukluk yılları. Babasından dolayı yaşadığı travma, hayatında çok büyük bir iz bırakmış. İnsanlara pek güveni yok.

Aylak adam duygularını dile getirmede çok samimi. Aradığı gerçekler ve davranışları çoğu insandan farklı. Aşk üzerine hesaplar yapılmasını asla kabul edemiyor. Evlilik hesaplarından hoşlanmıyor. Evlilik, çocuk sahibi olmak ona uzak konular. Diğer taraftan kendi dünyasında ki sorgusuz aşkı arıyor.

Romanı bitene kadar bir solukta okuyorsunuz. Hayatı sorgulamak, işte o noktada başlıyor.  ZELİHA

Yusuf Atılgan

Toplam iki romanı ve bir hikâye kitabı yayınlanmakla birlikte, romanımızın önemli isimlerindendir Yusuf Atılgan. 1921 Manisa doğumlu yazar, İÜ Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı bölümünü bitirdikten sonra bir süre öğretmenlik yapmış, daha sonra Hacırahmanlı köyüne dönerek çiftçilikle uğraşmıştı. Edebiyat hayatı lise yıllarında şiir ve öykü yazmakla başlamış, edebiyat çevrelerinde tanınması ise Tercüman ve Cumhuriyet gazetelerinin öykü ve roman yarışmalarında elde ettiği derecelerle olmuştu. Belki az ürün vermiş olmasından, belki de mütevazı ve sakin kişiliğinden dolayı fazla popülerleşmemişti, ta ki 1973’de yazdığı ikinci romanı “Anayurt Oteli” 1987’de sinemaya uyarlanana kadar. Ömer Kavur’un yönettiği filmin kazandığı başarı ile –1959 tarihli- ilk romanı “Aylak Adam”da yeniden hatırlandı. 1989’da –İstanbul’da- ölen bu değerli yazarla ilgili tanıtma ve eleştiri yazılarını, yapılan söyleşileri ve yayınlaşmamış çalışmaları kapsayan “Yusuf Atılgan’a Armağan” kitabı ise 1992‘de yayınlandı.
Yazar ve okuduğumuz kitabı “Aylak Adam” hakkında daha detaylı bilgi için http://dipnotkitap.net/ROMAN/Aylak_Adam.htm sitesine bakabilirsiniz.

5 Haziran 2011 Pazar

Ölmez Otu


                                                   
                                                        Yayınevi: Yapı Kredi Yayınları
                                                        Türü: Roman
                                                        Baskı Tarihi: Şubat 2011 – 7. Baskı


Başı dara düşenler, yarattıkları düş dünyasında bulurlar yollarını. Ayakta kalabilmek için sığındıkları bu dünya bir yandan onları yaşatırken, bir yandan da hikayelerini örer. Dağın Öte Yüzü üçlüsü darda kalanların yarattıkları düş dünyasının büyük ve görkemli hikayesidir.

Üçlünün üçüncü kitabı Ölmez Otu Toros Dağlarından Çukurova’ya uzanan bir toprakta yeşerir. Pamuk toplamaya inen Yalak köylülerine kendi yarattıkları efsane eşlik eder. Ancak mitin yıkılışını anlatan satırlar, vahşi olduğu kadar olağanüstü bir türkü gibi içimize işler. (Arka Kapaktan)
“Ölmez Otu patetik, acı ve güçlü bir romandır, Yaşar Kemal ise kuşkusuz sesi Anadolu sınırlarını aşan bir Türk yazarı.” Michel Deon, Journal Dimanche, (Fransa)
“Ölmez Otu’nda şehvet, kan, şiddet, cinayet hepsi vardır ve hepsi olağanüstü boyutlardadır.” Berna Moran
Ölmez Otu,  yeni bir bakış açısı getiriyor. Türk romancısının bakışını değiştiriyor. Şimdiye kadar romancılarımız genellikle bir araç olarak bakmışlardır köylüye. Bir toplumsal gerçekliğin anlatılması için bir araç, bir davanın savunulması için bir araç… Bir dekoratif unsur… Hep roman malzemesi olarak düşünülmüştür köylü. Yaşar Kemal; Ölmez Otu’nda “insan” olarak bakıyor köylüye,  “roman malzemesi” olarak değil. Ve bunun için uzaktan bakılınca hep birbirine benzeyen köylülerin hiç de birbirine benzemediklerini öyle akla kara gibi sistematik tasniflerle köylülerin anlatılamayacağını, hepsinin bir iç dünyası olduğunu, bireysiz olduğu söylenen köy topluluklarında unutulmaz bireysel dramların yaşanabileceğini ustaca gösteriyor.” Fethi Naci
Çeşitli yazarların yorumlarından sonra şimdide bizim yorumlarımız:

Ölmez Otu Yaşar Kemal’in, “Orta Direk” ve “Yer Demir Gök Bakır”dan sonra yazdığı “Dağın Öte Yüzü” üçlemesinin son kitabıdır. Üçlemenin ana teması köy yoksulluğudur. Ölmez Otu, Yalak Köyü halkının kışın çoğalan borçlarını kapatabilmek için Çukurova’ya gidişlerini ve orada pamuk toplarken yaşadıklarını, ilişkilerini, korkularını, kendilerinin uydurup da inandıklarını mitleri konu ediyor. Romanın ana kahramanı yaşlandığı için köyde yalnız bırakılan “Meryemce”. Yazar Meryemce’nin yalnızlığını o kadar güzel anlatıyor ki kendinizi onun yerine koyabiliyorsunuz. Aç olmasına rağmen zorlukla yakaladığı horozu sadece canlı olduğu için kesmemesi, Ömer’in köye yaklaştığını görünce gidip bayramlık elbiselerini giymesi, kendi kendine konuşması yalnızlığın ne kadar zor olduğunu gözler önüne seriyor. Çukurova’daki köy halkı ise bu kadar verimli bir tarlada çalışmalarını kendi köylerinin ermişi olan “Taşbaş”ın eseri olduğunu düşünürken bir gün Taşbaş’ın tarlaya gelip onlarla birlikte pamuk toplamaya başlamasıyla kuşkuya düşerler. Ama korkuları ağır basar ve onun ermişliğini inkar edemezler. Köyden giderken Muhtar Seferle konuşulmamasını isteyen Taşbaş’ın sözünü dinlemeye devam ederler. Yazar karakterleri o kadar güzel anlatır ki kimsenin kendisi ile konuşmamasına isyan eden Muhtar Sefer yerine bazı bölümlerde ben bile haykırmak istedim.  Cinsellikleri, cinayetleri, aşkları, hastalıkları,korkuları ile romanın kahramanı olan Yalak Köylülerinden başka Çukurova’da sıcağı, sivrisinekleri, tozu, toprağı, bitki örtüsü, Ceyhan nehri, zengin toprak ağaları ve köylülerin korkuları ile özdeşleşen kartalları ile romanın diğer önemli karakteri.
1968 yılında yazılan bu romandaki köylülerin sorunları maalesef günümüz Türkiye’sinde de geçerliliğini koruyor. NURİZER

Edebiyatımızdan çeşitli yazarları tartışmak,  bizi Yaşar Kemal okuma fikrinde birleştirdi. Gençlik yıllarımda toplumsal değerlerin önde olduğu, bireysel önceliğin bu kadar pirim görmediği, kapital düzene tepkili bir nesil hâkimdi. Bu dönemde Yaşar Kemal okumak bir heyecandı. Kitabı elime aldığımda neden günümüz yazarlarını, daha güncel şehir yaşamının heyecanı değil de acı ve köydeki yoksulluğu tercih ettik diye düşündüğümü inkâr edemem.
 Ama okumaya başlayınca gördüm ki kitap elimde akıp gidiyor. Meryemce'ye ne oldu acaba diye meraklandırıyor.   Derenin akışını, kuş seslerini duyuruyor, ormanın, otun kokusunu hissettiriyor, tabi ki Çukurova'nın zor şartlarını, acısını da. Yalnızlığın dayanılmazlığını, cahilliğin getirdiği felaketleri, borç ödeme uğruna yaşanan aile dramını, güçlünün zorbalığını, sevda, sınırsız aşk hepsini görmek mümkün bu romanda. Empati yapılınca çokta alınacak ders var insanlık uğruna...Bu güzel dünyada insanlar çalışarak ezilmeyi hakketmiyorlar.Yaşar Kemal'in yıllar önce yazdığı roman, bugünde aynı tadı verebiliyor. Edebiyatçıyı ölümsüz kılan bu olsa gerek.
  Ölmez otu kurusu bile canlılığını koruyabilen sarıçiçekli bir bitki. Dolayısıyla altın otu da deniliyor. Şifalı bitkilerden olup tedavi amaçlı kullanılıyor. Bence köylü tarafından sevilen, birçok insana iyilik yapmış Meryemce ölmez ota benzetilmiş. Oğlu Ali borçlarını kapatma uğruna annesini köyde yalnız bırakmış. Meryemce bütün yalnızlığına, zorluklara, açlığına rağmen ölmez otu gibi canlı kalabilmiş.  ZELİHA
Yalaklı köylüleri her pamuk toplama mevsimi Toroslardaki köylerinden Çukurova’ya inerler ve hayatlarını geçindirmek için ihtiyaçları olan bir yıllık parayı kazanır ve köylerine dönerler. Kendi köylerinde de Çukurova’da da hayat çetin mi çetin, tabiat şartları zorlu mu zorludur. Cahillik de ilkellik de diz boyudur. Yaşar Kemal bu atmosferi ve roman içindeki karakterleri öyle bir betimlemiştir ki adeta o hayatın içinde kendinizi yaşar bulursunuz: sanki o suları ya da kelebekleri (daha da çok sivrisinekleri) elleyecek, o insanlarla aynı ağız dalaşına girecek gibi hissedersiniz kendinizi. Yazarın kaleminin çok kuvvetli olduğu gerçeği tüm çıplaklığıyla çıkar karşımıza. Ama bence bundan daha önemlisi memleketimizden insan manzaraları bir kez daha şamar gibi vurur tokadı yüzümüze. Köylüler için cinayet sanki sıradan bir olaydır. Cinsellik de bilinen normların çok dışındadır. Büyüye, efsanelere, mitlere, yalana, dolana bolca rastlanır romanda. İnsanlar ‘sürü’ gibidir, nereye çeksen oraya gider. Romanın sonu muallaktır, okuyucu ne isterse düşünsün diye, ama bence hiç de önemli değil….Yaşananlar insanın yüreğini bıçak gibi keser…Bu romana ‘Ölmez Otu’ demek bence kendimizi avutmaktır. LEYLA

'Dağın Öteki Yüzü' üçlemesinin üçüncü kitabı 'Ölmez otu' Yaşar Kemal'in köy romanlarının güzel örneklerinden. Romanın anlatımı sürükleyici, dili akıcı olmakla birlikte bol miktarda yöresel kelime kullanılması Yaşar Kemal'in özelliklerinden biri olarak karşımıza çıkıyor.
Yöresel kelimeler romanın kimliği ile okuyucu bütünleştiriyor. Çukurova tasvirlerinin şiirselliği, renkliliği ve canlılığı Çukurova’yı romanın ana karakterlerinden biri yapıyor. Romanda var olan her karakterin kendi içinde bir hikâyesi var, hepsi adeta bir duyguyu temsil etmesi için yaratılmış. Meryemce yalnızlık, Memidik intikam, Zeliha aşk, Deli Bekirin karısı cinsellik, Taşbaşoğlu inanç, Uzunca Ali çaresizlik, Muttalip bey güç v.s. Anlatıcı ayrıca karakterlerinin kendi gerçeği ve düşü arasında içice bir anlatım kurmuş. Diğer taraftan köy halkının ortak değerleri, acıları ve yaşam mücadeleleri var. Köy halkı pamuk zamanı köylerini terk edip Çukurova’ya pamuk toplamaya geliyorlar. Pamuk toplarken doğa ve yaşam şartlarının zorlukları ile mücadele ediyorlar. Sonunda kazanılan para ile önceki yıl yapmış oldukları borçlarını kapatarak bir sonraki yılın bereketi ile gelmesini bekliyorlar. Roman Çukurova’daki yaşam döngüsünü tüm canlılığı ile okuyucuya yaşatıyor. IŞIL