Yazar:
Paul Auster
Yayınevi: Can
Yayınları
Orijinal Adı: Moon Palace
Orijinal Dili: İngilizce
Çeviren: Seçkin Selvi
Kapak Resmi: Mike
Tolstoy
Basım Yeri/Tarihi: Istanbul, Kasım 2011 - 10. Baskı
Ay Sarayı, yeni
Amerikan romanının en ilginç, en yetenekli yazarlarından biri sayılan Paul
Auster'ın çok beğenilen bir romanı. Romanın başkişisi olan Marco Stanley Fogg
artık kıpırdamamaya, çalışmamaya, yemek yememeye ve bütün bunların doğuracağı
tehlikeleri göze almaya karar verir. Böylece, nereye kadar gidebileceğini bu
süreç içinde neler olup biteceğini merak eder. 60'lı yılların çocuğu olan Fogg,
yorulma nedir bilmeden geçmişinin anahtarlarını arar, yazgısının temel
bilmecesinin yanıtların bulmaya çalışır. Manhattan'ın kanyonlarından Utah'ın
çöllerine yolculuk yapan Fogg, şaşırtıcı ve zengin olaylara ve kişiliklerle
karşılaşır. Roman, insanların Ay'da ilk kez yürüdükleri yaz mevsiminde başlayıp
zaman içinde ileri geri hareket ederek üç kuşağı kapsar. Rastlantı ve belleğin
yönlendirdiği Ay Sarayı 'nda, trajedi ve kefalet ödeme, lirizm ve mizah iç
içedir. Bugüne kadar yayımladığı romanlarıyla, yaşadığı çağın en iyi, en özgün
romancılardan biri olmaya aday gösterilen ve müthiş bir hayal gücüne sahip
olduğunu, daha sonra yazdığı Yükseklik Korkusu adlı romanında da kanıtlayan
Paul Auster 'ın en eğlenceli yapıtlarından olan Ay Sarayı'nın keyifle
okunacağına inanıyoruz. (Arka Kapaktan)
Yorumlarımız:
Ay Sarayı romanı
M.S. Fogg adlı bir gencin hayatını anlatıyor. Aslında sadece onun değil
büyükbabasının ve babasının da ilginç hayat hikâyeleri M.S. in hayatı ile
ustalıkla birleştirilmiş. Adeta bu üç hayat bir dama taşı oyunu gibi işlenmiş.
O taşların nereye konacağını tahmin etmek olası değil. Zaten romanı ilginç
kılan da bu bence. Çok geniş bir hayal gücü ile roman rastlantılarla,
mucizelerle, maceralarla, bazen trajediler, bazen akıl almaz, inanılmaz
şanslarla birlikte harmanlanıp, kurgulanmış. Yazar çoğu romanında olduğu
gibi hikâyenin sonunu netleştirmiyor, bizim yani okuyucunun yorumuna bırakıyor.
Ayrıca yazarın kendi hayat hikâyesinden esintiler bulmak mümkün romanın içinde.
Örneğin öksüz yetişmesi, Fransa’da hayatının bir kısmını geçirmesi, Colombia
Üniversitesinde okuması gibi.
Roman akıcı ve
kolay bir dille yazılmış, M.S. in parktaki zorlu hayatı dışında sıkılmadan
hatta merakla takip edilen bir serüvene dönüşmüş. Yazar zaman zaman hayat
nedir, aşkın kuvveti, sanat anlayışı gibi konularda keskin sözler söylemiş.
Yerçekimine karşı gelebilecek tek güç sevgi demiş mesela. Ancak romandaki aşk
bile bu güce dayanamamış, parçalanmış. Hiçliğin içinde yaşam demiş mesela ve
bunu olağanüstü anlatmış (M.S. in parktaki yaşamı, Babanın mağaradaki yaşamı).
Ayrıca sanatı insanın kendini anlatma biçimi olarak ortaya koymuş. Diğer
taraftan romanda bazen yapaylık, aşırı iyimserlik ya da şans unsuru da vardı
bence. Nerdeyse her kahraman yaptığı yanlışları ödedi ve sonunda ilahi
adalet yerini buldu. Zorluklar aşıldı, para sıkıntısı ortadan kalktı, kötüler
öldürüldü vs. Hayat bu kadar kolay değil. Belki de onun için M.S. yolculuğunun
sonunda okyanusun kenarına geldiğinde ne yapacağını bilemedi. Umarız şans onun
yanında olmuş, hayatı sonuna kadar mutlu geçmiştir… LEYLA
“Yaşamımızı bir
yığın rastlantı belirliyor ve biz dengemizi koruyabilmek için her gün bu şoklar
ve rastlantılarla mücadele etmek zorundayız.” diyor Ay Sarayının
başkarakteri Marco Stanley Fogg. Ama kitabı bitirdiğimde pes artık bu kadar da
tesadüf olmaz ki insan yaşamında diye düşündüm. Benim okuduğum ilk Paul Auster
kitabı Ay Sarayı. Ama internetteki diğer yorumlara bakınca yazar çoğu romanında
tesadüflere yer veriyor.
“Ay
Sarayı” birbirinden hayatların son
demlerinde haberdar olan üç kuşağın ilginç öyküsünü anlatıyor. Her birinin hikâyesi inanılmaz ve olağandışı.
Karakterler kurmaca olmasına rağmen romanda bilim tarihinden, edebiyattan,
sanat tarihinden gerçek kişilere ve olaylara da yer verilmiş. Fogg’un hayatı
ile yazarın hayat hikâyesindeki bazı benzerlikler de roman da göze çarpıyor.
Yazarla aynı okuldan mezun olan Fogg nedense çalışmak
yerine sefalet içinde parklarda yaşamayı seçiyor, bunu da “Yaşamını rüzgârın esintisine bıraktığın zaman, daha önce hiç
bilmediğin, başka koşullarda öğrenilemeyecek şeyleri keşfediyorsun” savını
kanıtlamak için yaptığını söylüyor. Ama arkadaşları olmasa bu deney hayatına
mal olacaktı. Fakat kitabın ilerleyen bölümlerinde dedesinin de daha iyi resim
yapabilmek için evinden ayrılıp Kızılderili bölgelerine gittiğini görüyoruz.
Saklandığı mağarada boyaları bitene kadar resim yapar ve sanat hakkında şunları
söyler ” Sanatın gerçek
amacının, güzel nesneler yaratmak olmadığını kavradı. Sanat,dünyayı anlamanın,
dünyanın özüne inmenin ve o dünyada kendi yerini bulmanın bir yöntemiydi ve bir
tablodaki estetik değerler, nesnelerin özüne inme çabasının neredeyse
rastlantısal bir yan ürünüydü…”
Aşırı
şişman baba ise diğer insanların alaycı bakışlarından kurtulmak için kendini
kitaplara verir. Üç kuşaktaki “bireysellik” ve “bağımsızlık” isteği çok
belirgin. Üçününde aşk hayatı kötü gitmiştir, ama kendi özgürlüklerinden hiç
vazgeçmemişlerdir. Paraya önem vermiyorlar, ama hayatlarının belirli
dönemlerinde hep önlerine bir yerlerden toplu para geliyor. Hayatta bu kadar
şans olduğuna da inanmıyorum.
Çok
rahat okunan bir roman ama tavsiye edermiyim bilemiyorum. Bu kadar meşhur ve
ülkemizde son dönemde bazı polemiklere neden olan yazarı tanımak için
okunabilir. NURİZER
Ay
sarayı, Marco Stanley Fogg'un çocukluktan, gençlik yıllarına tesadüfler zinciri
ile babasını ve büyükbabasını bulmasının öyküsü. Romanının üç ana karakteri;
Marco, büyükbaba Effing ve baba Barber. Her birinin hayatı ve yollarının
kesişmesi romanın bölümlerini oluşturmakta.
Anlatıcının hayal gücü, dilinin akıcılığı ve anlatımdaki ustalık Paul Auster'in başyapıtlarından biri olduğunu gösteriyor. Paul Auster romanlarında tesadüflere yer veriyor. Bu romanı da tesadüfler üzerine kurulmuş ve bu tesadüfler bu kadar da olmaz dedirtecek derecede olması benim beğenmediğim tarafıydı.
Romanda beni en etkileyen bölümlerden biri Marco'nun dayısından miras kalan kitaplardan evini döşemesi, Effing'in mağaranın duvarlarına sadece kendisi için resimler yapması ve ölmeden önce yaptığı hazırlıklar, istediği tarihte kendi ölümünü gerçekleştirmesi.
Eğlenceli bir roman, okumanızı hararetle tavsiye ederim. IŞIL
Anlatıcının hayal gücü, dilinin akıcılığı ve anlatımdaki ustalık Paul Auster'in başyapıtlarından biri olduğunu gösteriyor. Paul Auster romanlarında tesadüflere yer veriyor. Bu romanı da tesadüfler üzerine kurulmuş ve bu tesadüfler bu kadar da olmaz dedirtecek derecede olması benim beğenmediğim tarafıydı.
Romanda beni en etkileyen bölümlerden biri Marco'nun dayısından miras kalan kitaplardan evini döşemesi, Effing'in mağaranın duvarlarına sadece kendisi için resimler yapması ve ölmeden önce yaptığı hazırlıklar, istediği tarihte kendi ölümünü gerçekleştirmesi.
Eğlenceli bir roman, okumanızı hararetle tavsiye ederim. IŞIL
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder