1799
Mayıs’ının 20. Günü, Fransa’nın Tours kentinde dar görüşlü, şefkat yoksunu orta
sınıf bir burjuva ailesinin içine doğdu Balzac. Gerçek adı Honoré Balssa olan
yazar, adını değiştirirken köylü kimliğinden kurtulmak amacıyla isminin önüne
“de” takısı getirdi ve böylece ismine soylu bir görünüm kazandırarak Honoré de
Balzac oldu. Babası Bernard François Balssa devlet memuruydu, annesi Anne
Charlotte Laure Sallambier ise Paris’in ünlü ve seçkin bir ailesine mensup ve
babasından 31 yaş küçük olan bir kadındı.
Balzac’ın annesi, onu doğumunun hemen ardından bir
jandarmanın karısına teslim etti. Balzac, bazı kaynaklara göre dört yaşına
kadar o evde, diğer bazı kaynaklara göre ise yetimhanede kaldı. Hali vakti
yerinde bir ailenin yanında son derece iyi şartlarda büyüyebilmesi mümkünken
bir yetim gibi evden uzakta geçirdiği bu yıllarıyla ilgili Balzac’ın söylediği
şu sözlerden de, bu olayın onu ne derece etkilediğini görebilmek mümkün: “Benim hiçbir zaman bir annem olmadı… Benim hayatımdaki tüm
kötülüklerin sebebi annemdir.”
8 yaşındayken
başladığı, Vendôme papazlarının yönettiği bir kolej olan Collège des Oratoriens’de
6 yıl boyunca öğrenim gördü. Ta o zamanlarda bile ders çalışmak yerine
zamanının çoğunu kitap okuyarak geçiren Balzac’ın, ailesi, Napolyon’un
devrilmesinin ardından Paris’e taşındı. Balzac, bu dönemde Paris’te babasının
zoruyla hukuk öğrenimi görmeye ve bir noterin yanında çalışmaya başlamıştı.
1819 yılında
ailesi maddi sıkıntılar nedeniyle Paris yakınlarındaki Villeparisis kasabasına
taşınınca haliyle Balzac da Paris’ten uzaklaşmak durumunda kaldı. Bu durum onun
edebiyat yapma hayallerine gölge düşürecekti çünkü o dönemde edebiyat üzerine
araştırma yapabilmek için Paris’te bulunmak gerekiyordu. Ailesinin tüm karşı çıkmalarına rağmen Balzac Paris’te
son derece kötü şartlarda yaşayacağı bir tavan arasına taşındı ve bu küçücük
odada durdurak bilmeden yazmaya verdi kendini. Bu odayı ve içinde bulunduğu
pejmürde hali 1831 yılında Arsenal Hoffmann’dan esinlenerek yazdığı "La Peau De Chagrin" adlı öyküsünde, fantastik bir
dille anlatacaktı. Bu döneme ait ilk ciddi çalışması ise 1820 yılında kaleme
aldığı "Cromwell" adlı trajik bir tiyatro oyunu oldu. 1822
yılına kadar romantizm karşıtı hicivsel bir tarzda, mahlas kullanarak birkaç
eser kaleme almış ancak edebiyat dünyasında kendini kanıtlama şansı
bulamamıştı. Bu eserler de tıpkı ilk eserinde olduğu gibi başarısız oldu.
Balzac maddi sıkıntılar yaşıyordu ve bunları gidermek için bir yayınevi açtı.
Şans burada da yüzüne gülmedi ve yayınevini batırdı. Böylece Balzac, ömrünün
geri kalanında birçok kez yaşayacağı başarısız iş denemelerinin ilkini yaşamış
oldu. Bu, biraz da onun mizacının bir yansımasıydı, umutsuzluğa kapıldığı anda
ki sık sık kapılıyordu her şeyden vazgeçebiliyordu.
Balzac, hayatı boyunca iki büyük tutkusunun peşini hiç
bırakmadı; zengin kadın ve şöhret. Zengin kadın tutkusu; içinde bir türlü
bastıramadığı zengin ve ünlü olma arzusunun bir yansımasıydı aslında. Fakat
doyumsuzdu ve eserlerinde ortaya koyduğu çeşitliliği, aşk hayatında da
fazlasıyla gösteriyordu. 1827 yılında yani Balzac 28 yaşındayken, 45 yaşındaki
Madame Laure de Berny ile tanıştı ve 15 yıl sürecek ihtiraslı bir aşkın
tohumlarını attılar. Madame Berny onun ilk aşk deneyimiydi; içine kapanık ve
asosyal bir karakter olan Balzac’ın hayatı, Madame Berny sayesinde hem maddi
hem manevi olarak tamamen değişti. Zira Madame Berny, Balzac’ın bütün
borçlarını ödemişti.
Madame Berny
ile yaşadığı ilişkisi devam ederken araya Düşes d’Abrantes ile de bir flört
sıkıştıran Balzac, yine kendinden yaşça büyük bir kadını seçmişti. Tıpkı Madame
Berny gibi Düşes de Balzac’ın hem sevgilisi olmuş hem de borçlarını ödeyen
finansörü.
Yaşı
ilerledikçe birçok kadınla düşüp kalkmaya başlayan Balzac, yazarlık ve sevgililik
döngüsü içinde yüksek bir enerjiyle hayatına devam ediyordu. Son derece itici
ve pis bir görüntüsü olan Balzac, her şeye rağmen kadınlar tarafından
fazlasıyla isteniyordu. Ona hiçbir kadın “hayır” diyemiyordu ta ki Fransa’nın
en güzel aristokratlarından Marquise de Castries ile karşılaşana kadar.
Marquise, “Balzac’ın dış görüntüsündeki iticiliğe katlanamayan kadın” olarak
Balzac’ın tarihine geçen ilk isimdi ama Balzac’ın intikamı acı olacaktı. “La
Duchesse de Langeais” adlı romanında Balzac, Marquise’i rezil edecekti. Balzac’ın
aşk hayatı her zaman hareketli olmuş ve ihtiras dolu ilişkilerle ruhu
beslenmişti.
Günde en az
16-18 saat çalışan ve çalıştığı süre içinde düzinelerce kahve içen, hatta bir
yazarın kahve içmeden yazamayacağına inanan Balzac, bir yandan da yemeğe düşkünlüğüyle
nam salmıştı. Hayatı boyunca uçlarda yaşamayı sevdi Balzac; çalışırken uzun
saatler harcaması, oburluk derecesinde çok yemek yemesi, birden fazla kadınla
ilişki yaşaması, aldığı en pahalı elbiselere bile kötü bakması, tırnaklarının
kirliliği, vücudundaki pis koku ve herkesin içinde burnunu karıştıracak kadar
fütursuz davranışlar sergilemesi de bu uçarılığa en iyi örneklerdendi.
Balzac ölümüne dek 92 roman yazdı. Tarihi romanı “Les
Chouans” Balzac’ın edebiyat hayatının başlangıç noktasıydı. Balzac aynı yıl Sir
Walter Scott’un etkisi altında yazdığı realist romanı "Physiologie du mariage"ı çıkardı ve takip eden 21 yıl
boyunca da eşi benzeri görülmemiş bir üretkenlikle yazmaya devam etti. 1842
yılında kitaplarını "İnsanlık Komedisi" adı
altında düzenli bir hale getirdi. Romanda realizmin babası olarak kabul edilen
yazar ilerleyen yıllarda "Goriot Baba" adlı
başyapıtıyla da edebiyat dünyasını sallamayı başardı.
Balzac 1850 yılının bir Ağustos gününde, yüksek dozda
tükettiği koyu kahvelerin kalbine verdiği ağırlığa daha fazla dayanamadı ve
hayata veda etti.