17 Haziran 2018 Pazar

Vadideki Zambak


                                             

                                               Yazar: Honoré de Balzac
                                               Orijinal Adı: Le Lys dans la vallée
                                               Yayınevi: Can Yayınları
                                               Çeviren: Tahsin Yücel 
                                               Basım Yeri / Tarihi: İstanbul, 2017 – 15. Baskı


Vadideki Zambak, ilk yayımlanışında (1836) beklenen ilgiyi görmemiş, Balzac'ın en az satan kitaplarından biri olmuştu. Oysa yazar, üzerinde en çok çalıştığı, en kusursuz, en büyük romanlarından birini yarattığı kanısındaydı. Zaman Balzac'ı haklı çıkardı: Vadideki Zambak, yazarın en sevilen, en çok okunan romanlarından biri oldu. Bu roman, on dokuzuncu yüzyıl Fransız yazınının iki büyük yöneliminin: Romantizm ile gerçekçilik akımının kavşak noktasında ortaya çıkar ve dünyanın en ünlü aşk romanlarından biri olarak gerçek yerini alır. Balzac, 'aşk' a derin bir gerçeklik kazandırırken, çağının toplumsal olgularını ve koşullarını yansıtmaya da büyük özen gösterir. Bu büyük yazarın baş yapıtlarından bir olan Vadideki Zambak'ı, değerli yazarımız Tahsin Yücel'in Türkçesiyle sunuyoruz. (Arka Kapak)

Yorumlarımız:

Balzac’in Vadideki Zambak adlı eseri 19yy’in başlarında geçmekte ve Romantism akımının tüm öğelerini içermektedir. Bunlar sırasıyla; tabiata dönüş, insan- doğa ilişkisi, duygu patlamalarını göz önüne sermek, insanın yeryüzünde yerini/ varoluşunu ve felsefi olarak geçmiş öğretileri sorgulamak, sonuçta yaşamın anlamını sorgulamak olarak sıralanabilir. Kitapta tüm bu olgular, uzun  tabiat tasvirleri, duyguların iniş ve çıkışları, dinin yaşamdaki yeri ve birbirine zıt iki kadın üzerinden aşk’ın farklı tasvirleri, umutsuzluk karşıtı umut, erdem karşıtı insanın temel iç güdüleri, kadın ve erkek doğaları ve davaranış farklılıkları gibi  üzerinde tarışılacak bir çok konu felsefi bir çerçevede ele alınarak irdelenmiştir. Romanın yazılışının yaklaşık 200 sene önce olduğu göz önünde bulundurulacak olursa, zamanının ilerisinde realism’e göz kırptığı ve din, kadın/ erkek ilişkileri konusunda oldukça ilerici düşüncelere de yer verdiğini, tartıştığını söylememiz mümkün. Okunması uzun cümleler ve tasvirler nedeniyle zorlayıcı olmakla birlikte bu edebiyat akımını çok net yansıtması açısından, klasik bir eser olarak okunması gerektiği düşüncesindeyim. DEMET


Honoré de Balzac




1799 Mayıs’ının 20. Günü, Fransa’nın Tours kentinde dar görüşlü, şefkat yoksunu orta sınıf bir burjuva ailesinin içine doğdu Balzac. Gerçek adı Honoré Balssa olan yazar, adını değiştirirken köylü kimliğinden kurtulmak amacıyla isminin önüne “de” takısı getirdi ve böylece ismine soylu bir görünüm kazandırarak Honoré de Balzac oldu. Babası Bernard François Balssa devlet memuruydu, annesi Anne Charlotte Laure Sallambier ise Paris’in ünlü ve seçkin bir ailesine mensup ve babasından 31 yaş küçük olan bir kadındı.
Balzac’ın annesi, onu doğumunun hemen ardından bir jandarmanın karısına teslim etti. Balzac, bazı kaynaklara göre dört yaşına kadar o evde, diğer bazı kaynaklara göre ise yetimhanede kaldı. Hali vakti yerinde bir ailenin yanında son derece iyi şartlarda büyüyebilmesi mümkünken bir yetim gibi evden uzakta geçirdiği bu yıllarıyla ilgili Balzac’ın söylediği şu sözlerden de, bu olayın onu ne derece etkilediğini görebilmek mümkün: “Benim hiçbir zaman bir annem olmadı… Benim hayatımdaki tüm kötülüklerin sebebi annemdir.
8 yaşındayken başladığı, Vendôme papazlarının yönettiği bir kolej olan Collège des Oratoriens’de 6 yıl boyunca öğrenim gördü. Ta o zamanlarda bile ders çalışmak yerine zamanının çoğunu kitap okuyarak geçiren Balzac’ın, ailesi, Napolyon’un devrilmesinin ardından Paris’e taşındı. Balzac, bu dönemde Paris’te babasının zoruyla hukuk öğrenimi görmeye ve bir noterin yanında çalışmaya başlamıştı.
1819 yılında ailesi maddi sıkıntılar nedeniyle Paris yakınlarındaki Villeparisis kasabasına taşınınca haliyle Balzac da Paris’ten uzaklaşmak durumunda kaldı. Bu durum onun edebiyat yapma hayallerine gölge düşürecekti çünkü o dönemde edebiyat üzerine araştırma yapabilmek için Paris’te bulunmak gerekiyordu. Ailesinin tüm karşı çıkmalarına rağmen Balzac Paris’te son derece kötü şartlarda yaşayacağı bir tavan arasına taşındı ve bu küçücük odada durdurak bilmeden yazmaya verdi kendini. Bu odayı ve içinde bulunduğu pejmürde hali 1831 yılında Arsenal Hoffmann’dan esinlenerek yazdığı "La Peau De Chagrin" adlı öyküsünde, fantastik bir dille anlatacaktı. Bu döneme ait ilk ciddi çalışması ise 1820 yılında kaleme aldığı "Cromwell" adlı trajik bir tiyatro oyunu oldu. 1822 yılına kadar romantizm karşıtı hicivsel bir tarzda, mahlas kullanarak birkaç eser kaleme almış ancak edebiyat dünyasında kendini kanıtlama şansı bulamamıştı. Bu eserler de tıpkı ilk eserinde olduğu gibi başarısız oldu. Balzac maddi sıkıntılar yaşıyordu ve bunları gidermek için bir yayınevi açtı. Şans burada da yüzüne gülmedi ve yayınevini batırdı. Böylece Balzac, ömrünün geri kalanında birçok kez yaşayacağı başarısız iş denemelerinin ilkini yaşamış oldu. Bu, biraz da onun mizacının bir yansımasıydı, umutsuzluğa kapıldığı anda ki sık sık kapılıyordu her şeyden vazgeçebiliyordu.
Balzac, hayatı boyunca iki büyük tutkusunun peşini hiç bırakmadı; zengin kadın ve şöhret. Zengin kadın tutkusu; içinde bir türlü bastıramadığı zengin ve ünlü olma arzusunun bir yansımasıydı aslında. Fakat doyumsuzdu ve eserlerinde ortaya koyduğu çeşitliliği, aşk hayatında da fazlasıyla gösteriyordu. 1827 yılında yani Balzac 28 yaşındayken, 45 yaşındaki Madame Laure de Berny ile tanıştı ve 15 yıl sürecek ihtiraslı bir aşkın tohumlarını attılar. Madame Berny onun ilk aşk deneyimiydi; içine kapanık ve asosyal bir karakter olan Balzac’ın hayatı, Madame Berny sayesinde hem maddi hem manevi olarak tamamen değişti. Zira Madame Berny, Balzac’ın bütün borçlarını ödemişti.
Madame Berny ile yaşadığı ilişkisi devam ederken araya Düşes d’Abrantes ile de bir flört sıkıştıran Balzac, yine kendinden yaşça büyük bir kadını seçmişti. Tıpkı Madame Berny gibi Düşes de Balzac’ın hem sevgilisi olmuş hem de borçlarını ödeyen finansörü.
Yaşı ilerledikçe birçok kadınla düşüp kalkmaya başlayan Balzac, yazarlık ve sevgililik döngüsü içinde yüksek bir enerjiyle hayatına devam ediyordu. Son derece itici ve pis bir görüntüsü olan Balzac, her şeye rağmen kadınlar tarafından fazlasıyla isteniyordu. Ona hiçbir kadın “hayır” diyemiyordu ta ki Fransa’nın en güzel aristokratlarından Marquise de Castries ile karşılaşana kadar. Marquise, “Balzac’ın dış görüntüsündeki iticiliğe katlanamayan kadın” olarak Balzac’ın tarihine geçen ilk isimdi ama Balzac’ın intikamı acı olacaktı. “La Duchesse de Langeais” adlı romanında Balzac, Marquise’i rezil edecekti. Balzac’ın aşk hayatı her zaman hareketli olmuş ve ihtiras dolu ilişkilerle ruhu beslenmişti.
Günde en az 16-18 saat çalışan ve çalıştığı süre içinde düzinelerce kahve içen, hatta bir yazarın kahve içmeden yazamayacağına inanan Balzac, bir yandan da yemeğe düşkünlüğüyle nam salmıştı. Hayatı boyunca uçlarda yaşamayı sevdi Balzac; çalışırken uzun saatler harcaması, oburluk derecesinde çok yemek yemesi, birden fazla kadınla ilişki yaşaması, aldığı en pahalı elbiselere bile kötü bakması, tırnaklarının kirliliği, vücudundaki pis koku ve herkesin içinde burnunu karıştıracak kadar fütursuz davranışlar sergilemesi de bu uçarılığa en iyi örneklerdendi.
Balzac ölümüne dek 92 roman yazdı. Tarihi romanı “Les Chouans” Balzac’ın edebiyat hayatının başlangıç noktasıydı. Balzac aynı yıl Sir Walter Scott’un etkisi altında yazdığı realist romanı "Physiologie du mariage"ı çıkardı ve takip eden 21 yıl boyunca da eşi benzeri görülmemiş bir üretkenlikle yazmaya devam etti. 1842 yılında kitaplarını "İnsanlık Komedisi" adı altında düzenli bir hale getirdi. Romanda realizmin babası olarak kabul edilen yazar ilerleyen yıllarda "Goriot Baba" adlı başyapıtıyla da edebiyat dünyasını sallamayı başardı.
Balzac 1850 yılının bir Ağustos gününde, yüksek dozda tükettiği koyu kahvelerin kalbine verdiği ağırlığa daha fazla dayanamadı ve hayata veda etti.