18 Nisan 2021 Pazar

Yakup Kadri Karaosmanoğlu

 




Yakup Kadri Karaosmanoğlu, 27 Mart 1889'da Kahire'de doğdu. Babası Karaosmanzâdelerden Abdülkadir Bey, annesi İkbal Hanım'dır. Ailesi Yakup Kadri 6 yaşındayken Manisa'ya yerleşti ve İlköğrenimine burada başladı. 1903'te İzmir İdadisi'ne girdi. Babasının ölümünden sonra annesiyle yine Mısır'a döndü, öğrenimini İskenderiye'deki bir Fransız okulunda tamamladı.

II. Meşrutiyet'ten biraz evvel ailesiyle Türkiye'ye gelip İstanbul'a yerleşti. 1908'de başladığı İstanbul Hukuk Mektebi'ni bitirmedi.

1909'da arkadaşı Şehabettin Süleyman aracılığıyla Refik Halid (Karay), Ali Faik (Ozansoy), Celal Sahir (Erozan) ve Müfit Ratip'in kurduğu Fecr-i Âti topluluğuna katıldı. Fecr-i Âticiler'in 'sanat şahsî ve muhteremdir' görüşünü paylaştığı ve 'sanat için sanat' yaptığı bu ilk döneminde Nirvana adlı bir oyun, makaleler, denemeler, düzyazı şiirler ve öyküler yazdı.

1916'da tüberkülozdan tedavi olmak için gittiği İsviçre'de üç yıl kadar kaldı. Mütareke yıllarında İkdam gazetesindeki yazılarıyla Kurtuluş Savaşı'nı destekledi. Savaştan sonra Tedkik-i Mezâlim Heyetinde görevli olarak Kütahya, Simav, Gediz, Eskişehir, Sakarya civarını dolaştı.

Balkan Savaşı ve I. Dünya Savaşı sırasında ülkenin durumu, sanat anlayışını değiştirmesine yol açtı. Türk toplumunun çeşitli dönemlerdeki gerçekliğini sergilemek istediği için bir ikisi dışında eserlerinde belli tarihi dönemleri ele aldı. Kiralık Konak (1922) I. Dünya Savaşı öncesinin, Hüküm Gecesi (1927) II. Meşrutiyet´in, Sodom ve Gomore (1928) Mütareke döneminin, Yaban (1932) Kurtuluş Savaşı yıllarının, Ankara (1934) Cumhuriyet´in ilk on yılının, Bir Sürgün (1937) II. Abdülhamid döneminin işlendiği romanlardır.

1923 yılında 19. yüzyıl Osmanlı bürokrasisinden Mehmed Asaf Paşa'nın kızı, Türk siyasetçi-gazeteci Burhan Belge'nin kız kardeşi Ayşe Leman Hanım ile evlendi.

1923'te Mardin, 1931'de Manisa milletvekili oldu. Bir yandan da gazeteciliğini ve roman yazarlığını sürdürdü. 1932'de Vedat Nedim Tör, Şevket Süreyya Aydemir, Burhan Asaf Belge ve İsmail Hüsrev Tökin ile Kadro dergisinin kurucuları arasında yer aldı. Savunduğu bazı görüşler aşırı bulunduğu için Kadro dergisinin 1934'te yayımına son vermek zorunda kalmasından sonra Tiran elçiliğine atandı. Daha sonra 1935'te Prag, 1939'da La Haye, 1942'de Bern, 1949'da Tahran ve 1951'de yine Bern elçiliklerine getirildi. 1955’te emekli olup yurda döndü.

1955'ten sonra anı kitapları yazmıştır. Zoraki Diplomat (1955), Anamın Kitabı (1957), Vatan Yolunda (1958), Politikada 45 Yıl (1968), Gençlik ve Edebiyat Hatıraları (1969)

27 Mayıs 1960 İhtilâlinden sonra kurucu meclis üyesi ve Cumhuriyet Halk Partisi Manisa milletvekili (1961) olur. 1962'de Atatürk ilkelerinden uzaklaştığını ileri sürerek partisinden ayrılır. 1965'te siyasî hayata tamamen veda eden Karaosmanoğlu'nun son resmî vazifesi Anadolu Ajansı Yönetim Kurulu başkanlığıdır.

13 Aralık 1974'te Ankara'da ölen Yakup Kadri, İstanbul-Beşiktaş'ta Yahya Efendi Mezarlığına annesi İkbal Hanım'ın yanına defnedildi.

11 Nisan 2021 Pazar

Fransız Teğmenin Kadını

 




                                               Yazar: John Fowles

                                               Orijinal Adı: French Lieutenant’s Woman

                                               Orijinal Dili: İngilizce                                           

                                               Yayınevi: Ayrıntı Yayınları

                                               Çeviren: Aslı Biçen                                             

                                               Basım Yeri / Tarihi: İstanbul, 2020 – 15. Baskı

 

İngiliz edebiyatının büyük ustalarından olan John Fowles, anlatı kurmaktaki mahareti, çarpıcı üslubu ve deneyciliğiyle dikkat çeken bir yazar. Hiç abartmadan yüzyılın en iyi romanları arasında sayabileceğimiz Fransız Teğmenin Kadını’nda bu özellikler mükemmel bir bileşime ulaşıyor. Öncelikle olağanüstü başarılı bir atmosfer yaratıyor yazar; Viktorya döneminde yaşamanın ne anlama geldiğini bütün netliğiyle ortaya seriyor. Sonra eşine az rastlanır bir gizem yaratıyor; Ve nihayet varoluşçuluğun “sahicilik” ve özgürlük arayan insan soyutlamasını ete kemiğe büründürüyor; ama tanrı anlatıcı rolünü de sorgulamaktan geri kalmıyor. Fowles dünya tarihinin en tutucu dönemlerinden biri olan, her şeyin ve özellikle de edebiyatın sıkı kurallara ve “görev” bilincine bağlı olduğu Viktorya çağından aykırı bir aşk öyküsüyle sesleniyor okura. Roman başarısını büyük ölçüde nefis diyaloglarına ve iki karakter arasındaki gerilime borçlu. Kadınların “görev”lerinin boyun eğme ve çocuk yapmayla sınırlı olduğu bir dönemde, romanın kadın kahramanı Sarah, inanılmaz sezgi gücü, özgürlüğe olan tutkusu ve estetik olana duyduğu sevgiyle hemen romanın çekim merkezine yerleşiyor. Toplumsal kodları umursamaksızın sevmek neyi gerektiriyorsa onu yapmaktan kaçınmayan özgür bir kadın Sarah. Erkek kahraman Charles ise görmüş geçirmiş bir aristokrat; ama görmüş geçirmişlik ile bir aristokrattan beklenenler arasındaki dengeyi tutturmakta zorlanan biri. Sarah’yla tanıştıktan sonra bu bıçak sırtındaki denge darmadağın olur. Charles, çağının toplumsal statüsünün, eş dost çevresinin talepleri ile yolu aşktan geçen Aşkınlık ve Sahicilik, tek kelimeyle Özgürlük arayışı arasında bir seçim yapmak zorunda kalır... Roman okumanın benzersiz hazzından haberdar olanlar, Nabokov’un deyimiyle “belkemiğini titreten” kitaplar okumayı özleyenler ve sahici bir aşk yolculuğuna çıkmak isteyenler için...

 

Yorumlarımız:

 

John Fowles 1969 tarihinde “Fransız Teğmenin Kadını” romanını yazdı. Roman postmodern edebiyatın ilk ve en önemli örneklerindedir.

Çağından yüzyıl öncesi 1867 tarihinde Viktorya döneminde yaşanan bir aşkı anlatır. Varlıklı burjuvanın kızı Ernestina, evlenmek üzere olduğu aristokrat beyefendi Charles ve halk arasında ‘Fransız Teğmenin Orospusu’, aristokrat hanımefendilerin ‘Zavallı Trajedi’ diye adlandırdıkları Sarah arasındaki aşk üçgeni etrafında olaylar gelişir.

Sarah, zeki ve özgürlüğüne düşkün biridir. Kısıtlayıcı Viktorya toplumundan kurtulmak, özgür iradesiyle yaşayabilmek için Fransız Teğmen miti yaratmıştır. Bu mit sayesinde toplumla ilişkisinden ve üzerine biçilen rollerden kurtulmuştur. Adının lekelenmesi uğruna özgürlüğünü koruyan güçlü bir kadındır.

Charles, Viktorya toplumunda özgür hayat sürememekten şikayetçi ama kaybedeceği çok şey olduğundan özgürlük isteği yüzeysel kalan ve bunun kararsızlığıyla mutsuz olan biridir. Amcasının evlenerek mirastan mahrum bırakması onu özgürlüğüne kavuşma yolunda daha cesur adımlar atmasına yardımcı olur.

Charles Sarah’yı yardıma muhtaç biri olarak, kendini de onun kurtarıcısı olarak görür. Halbuki roman sonunda olaylar bunun tam tersini kanıtlar. Charles ve Sarah kendi öz benlikleri ve bireysel özgürlüklerini bulmak için toplumsal tanımlamaları reddedip kendi değerlerine göre yaşamayı seçerler.

Yazar romana birden fazla son yazarak, ana karakterlerine verdiği özgürlüğü okuyucusuna da verir. Okur romanın kurgusuna müdahale edebilme ve dilediği son ile romanı bitirebilme özgürlüğüne sahiptir.

Roman Viktorya dönemini adeta bir ana karakter olarak ele alır. Dönemin sosyal hayatı, bilimsel, ekonomik ve politik özellikleri tarihsel örnekler, gerçek kişiler ve kesin tarihlerle kurgusallaştırır.

Kurgu ile gerçek arasında paralel bir Viktorya çağı yansıtılıyor. Diğer taraftan anlatılanların tamamen hayal ürünü olduğunu, karakterlerin kendi imgelemi dışında varolmadığını yazar tarafından okuyucuya sürekli hatırlatır.

Viktorya döneminin muhafazakâr ve kuralcılığına rağmen reform hareketleri ile birtakım hakların kazanıldığı, özellikle Darwin’in çağdaş pozitif bilimin, Marx’ın çağdaş sosyal bilimin temellerini atmaları, İngiltere’nin tarım devletinden üretim ve ticarette dayalı modern ekonomiye geçmesi bu dönemi İngiltere’nin en parlak dönemi yapmıştır.

Roman bir deneme kitabı olarak kabul edilir. Çünkü karakterlerin duygu, düşünce ve değişim dönüşümlerine ek olarak, varoluşçuluktan, roman kuramına, bilimden tarihe kadar geniş bir yelpaze içerir.

Bir belgesel niteliğinde Viktorya dönemini anlatması, farklı kurgusu, akıcı anlatımı ve okuyucuyu romana dahil ederek interaktif ilişki kurması benim için etkileyici ve güzel bir okumaydı.

İngiliz edebiyatının çağdaş klasikleri arasında sayılan bu eseri herkese tavsiye ederim. IŞIL

 

Kitabın baş kahramanı Sarah, özgür ruhlu farklı bir karakter. Gerçeklerle, rüyaları, kurguları arasında acaba deyip, gidip geliyorsunuz.  Charles ise, tesadüflerin hayatının akışını değiştirmiş bir aristokrat.  Okudukça duygularının esiri mi olmuş dersiniz, bilemem. Ama sonuç seçimi sizlere bırakılmış, enteresan kurgusu olan bir roman.

Düşünüyorum da özgür olmak nereye kadar? Başkalarının özgürlüğü başladığı yerde noktayı koyabilirsek değerli. Sarah kendi duyguları, düşünceleri değiştikçe, karşısındaki insanın yaşamını da yönlendiren bir karakter. Bir toplumda yaşıyorsak, tek bir insanın duygularının baskın olduğu özgürlük ..? Düşündürüyor. Bence yıkıcı da olabiliyor.

Viktorya dönemini tarihi, dinin baskısı, sosyolojisiyle anlatan bu romanı okumanızı tavsiye ederim. Kadın geçmişte de, şimdide toplumda hep örselenmiş, ikinciyi oynamak zorunda bırakılmış. Netice de kadın olmak her dönemde, dünyanın her yerinde mücadele gerektirmiş, hala da devam ediyor. Bazı özgür ruhlar hariç gibi gözükse de!!

Yazar John Fowles'ın bu romanını okudukça, üzerinde tartışılabilecek çok şey olduğunu görecek, acaba deyip düşüneceksiniz. Zaman zaman araya giren yazar zaten bazı seçimleri size bırakıyor. Bu tarzıyla da enteresan bir kurgulama yapmış.

Biz, eser üzerinde bol sohbetli, başarılı bir tartışma yaptık. Size de keyifli okumalar. ZELiHA

 

Sevgili okur,

Her zamanınkinin aksine bu ayki blog yazıma farklı başlayacağım: hep yazımın sonuna bıraktığım konuyu yazımın başına alacağım. İngiliz yazar John Fowles’ın Fransız Teğmenin Kadını romanını şayet tarihe meraklıysanız, aşk/tutku romanlarını okumayı seviyorsanız veya klasik romanlardan farklı kurgulu bir kitap okumayı istiyorsanız okuyunuz. Aksi durumda daha ilk yüz sayfada sıkılabilir ve kitabı elinizden bırakabilirsiniz…

Şimdi bu üç konuyu sondan başlayarak biraz açmaya çalışacağım. Bu roman aslında oldukça kronolojik bir olaylar zinciri içinde devam ederken beklemediğimiz bir anda karşımıza çıkan yazarın okuyucuyla direkt konuştuğuna, romanı olduğu yerden alıp başka yerlere götürdüğüne şahit oluyoruz. Örneğin Charles ile sevgilisi Sarah’nın evlendiğini, Sarah’nın Charles’dan 10 yıl önce öldüğü için bu yıllar boyunca Charles’ın yas tuttuğunu okuyoruz. Halbuki romanın devam eden kısmında böyle bir durum yok. Ayrıca bölüm başlarında döneme ait şiirler, düz yazılardan, dergilerden paragraflar var. Tıpkı bir bağlaç gibi. Tüm bunlar yani yazarın ya da bir üçüncü sesin yaptığı/öngördüğü eklemeler ile bağlaçlar romana farklı bir tat katmış, yeni bakış açıları getirmiş, klasik yaklaşımdan farklılaştırmış…

İkinci konuyu ise yani aşkı biraz açmak lazım: Romanda aristokrat Charles ile mürebbiye Sarah arasında tutkulu bir sevgi var. Aslında aşk mı tutku mu ne diyeceğimi bilemediğim bir ilişkileri var. Sarah bir kadın olarak ayakları üzerinde durmak, özgür olmak için mücadele veriyor. Dönemine göre çok aykırı, ilerici, hedefine kilitli, biraz kıskanç, nispeten eğitimli, erkekleri manipüle etmesini bilen gizemli bir kadın. Charles ise bilim adamı, ama çalışmayan, zengin, seyyah bir aristokrat. Charles’ın bir de Ernestina adlı çok genç burjuvaziden bir nişanlısı var. Roman bu üç kişinin ilişkileri üzerine kurgulanmış. Sonucu tabi ki yazmayacağım. Sadece şunu belirtmek isterim ki yazarın gerçekten çok güzel tasvirleri, dialogları ve kuvvetli, merak uyandıran anlatımları var…

Üçüncü konu tarihi roman konusu. Bu kitap 1969 yılında yazılmış bir 19. yüzyıl yani Viktorya dönemi kitabı. Sözkonusu dönem her konuda katı kuralları olan, endüstri devrimine geçişi barındıran, kadın haklarına yavaş yavaş geçilen ancak sosyal statünün tüm davranışları ve beklentileri halen sıkı sıkıya belirlediği bir dönem. Bırakın kadını herhangi bir kişinin doğuştan gelen ve toplumdaki yerini belirleyen etiketinden sıyrılması, özgürce yaşamını sürdürmesi nerdeyse olanaksız. Bunu en güzel romanın en başında Marx’dan alıntı yansıtıyor: ‘Her türlü özgürleşme, insan dünyasının ve insanın insanla ilişkilerinin onarılmasıdır’.

Özgür yaşamlar dileğiyle.. LEYLA

 

Ortam….  Sosyal, kültürel, tarihsel, ekonomik veya duygusal olarak ne olursa olsun bir “sosyal canlı” olarak insanın davranışlarına her daim etki yapmış, yapmakta…Hepimiz biliyoruz ki bu etki olumlu olabildiği kadar, çoğu zaman da kısıtlayıcı, ket vurucu, gelişmenin ve yaratıcılığın önünü kapatan, ilerlemeyi durduran, bireysel çeşitlilik ve farklılaşmalara “olumsuz” gözle bakan bir tavrın ürünü olmuştur, olmaktadır…. Bilinmeyenden, ortak olmayandan, sonucu görünmeyenden korkmak, ne yazık ki uygar olsun olmasın tüm toplumların ilk tercihi, hemen sarıldığı bir güvenlik simidi olarak kabul edilmiş……. Kadın ve erkek kimliklerinin toplumda aldığı ön kabuller, onlara atfedilen davranış, düşünce ve duygu biçimleri 2021 uygar toplumlarında bile halen samimiyetten uzak bir şekilde eşitliksiz olarak değerlendirilmekte, sorgulanmaktadır…Aynı zamanda kadın-erkek ilişkileri de benzer önyargılı kabullerin kasnağına sokularak değerlendirilmektedir halen günümüz toplumlarında.

John Fowles ın kitabını bu güncel sorgulama ve tartışmalara, hem 1969 da ki bir yazarın Viktorya Dönemi algılarını yansıtması, hem de 2021 dünyasıyla kurduğu farklılaşma ve eşleşmeleri sergilemesi açısından bakmayı önemli buluyorum. Kitabın 3 farklı katmanda sunduğu analiz ve eleştirel bakış sayesinde, hem o dönemin sosyal, kültürel, politik, fiziksel yansımalarına tanıklık ediyor, hem o dönemin kadın-erkek kimlikleriyle ilgili toplumsal yargılamalarını görüyor hem de kadın erkek ilişkisinin hem dönemsel hem zamansız dertlerini kendimizle tartışma olanağı buluyoruz. Kitabın ana karakterleri bir romanın başrol oyuncuları olmanın ötesinde, kadın ve erkek kimlik algılarının nasıl yorumlanabileceği üzerine sembolik roller üstleniyorlar…. Kadın ve erkek ilişkisinde, önemli olduğunu, yeğlenilen olduğunu, onaylanan ya da onaylanmayan olduğunu düşündüğümüz özelliklerin sarsılmasının, tartışmaya açılabilmesinin kapısını aralıyor hikâye kahramanları…Bence bu nedenle yazıldığı 1969 senesi için oldukça avant-garde bir tutum sergiliyor hem içerik açısından hem de post modern romancılık açısından….

İlk okunuşta kahramanların hikayeleri okuyucuyu etkisi altına alıp, böylesi genel değerlendirmeye yol açmayabilir….Daha yanlı ve sahiplenici bir tutum içine giren okuyucu kitabın verdiği, vermek istediği mesajları bilinç altında itebilir, kendine yakın tutmayabilir , kişide tanıdık bir hikaye ile eşleştirme dürtüsü uyanabilir… Ama eminim, öykünün dışına çıktıkça, ya da sıcaklığından uzaklaştıkça veya bizim kitap kulübünde yaptığımız gibi farklı boyutlarda tartışmalar açtıkça, kitabın zihinlerdeki tortusu çok daha zenginleşecek, türeyecek ve derinleşecektir.. UFUK