Yazar: John Fowles
Orijinal
Adı: French Lieutenant’s Woman
Orijinal
Dili: İngilizce
Yayınevi:
Ayrıntı Yayınları
Çeviren:
Aslı Biçen
Basım Yeri /
Tarihi: İstanbul, 2020 – 15. Baskı
İngiliz edebiyatının büyük ustalarından
olan John Fowles, anlatı kurmaktaki mahareti, çarpıcı üslubu ve deneyciliğiyle
dikkat çeken bir yazar. Hiç abartmadan yüzyılın en iyi romanları arasında
sayabileceğimiz Fransız Teğmenin Kadını’nda bu özellikler mükemmel bir
bileşime ulaşıyor. Öncelikle olağanüstü başarılı bir atmosfer yaratıyor yazar;
Viktorya döneminde yaşamanın ne anlama geldiğini bütün netliğiyle ortaya seriyor.
Sonra eşine az rastlanır bir gizem yaratıyor; Ve nihayet varoluşçuluğun
“sahicilik” ve özgürlük arayan insan soyutlamasını ete kemiğe büründürüyor; ama
tanrı anlatıcı rolünü de sorgulamaktan geri kalmıyor. Fowles dünya tarihinin en
tutucu dönemlerinden biri olan, her şeyin ve özellikle de edebiyatın sıkı
kurallara ve “görev” bilincine bağlı olduğu Viktorya çağından aykırı bir aşk
öyküsüyle sesleniyor okura. Roman başarısını büyük ölçüde nefis diyaloglarına
ve iki karakter arasındaki gerilime borçlu. Kadınların “görev”lerinin boyun
eğme ve çocuk yapmayla sınırlı olduğu bir dönemde, romanın kadın kahramanı
Sarah, inanılmaz sezgi gücü, özgürlüğe olan tutkusu ve estetik olana duyduğu
sevgiyle hemen romanın çekim merkezine yerleşiyor. Toplumsal kodları
umursamaksızın sevmek neyi gerektiriyorsa onu yapmaktan kaçınmayan özgür bir
kadın Sarah. Erkek kahraman Charles ise görmüş geçirmiş bir aristokrat; ama
görmüş geçirmişlik ile bir aristokrattan beklenenler arasındaki dengeyi
tutturmakta zorlanan biri. Sarah’yla tanıştıktan sonra bu bıçak sırtındaki
denge darmadağın olur. Charles, çağının toplumsal statüsünün, eş dost
çevresinin talepleri ile yolu aşktan geçen Aşkınlık ve Sahicilik, tek kelimeyle
Özgürlük arayışı arasında bir seçim yapmak zorunda kalır... Roman okumanın benzersiz
hazzından haberdar olanlar, Nabokov’un deyimiyle “belkemiğini titreten”
kitaplar okumayı özleyenler ve sahici bir aşk yolculuğuna çıkmak isteyenler
için...
Yorumlarımız:
John Fowles 1969 tarihinde “Fransız
Teğmenin Kadını” romanını yazdı. Roman postmodern edebiyatın ilk ve en önemli
örneklerindedir.
Çağından yüzyıl öncesi 1867 tarihinde
Viktorya döneminde yaşanan bir aşkı anlatır. Varlıklı burjuvanın kızı
Ernestina, evlenmek üzere olduğu aristokrat beyefendi Charles ve halk arasında ‘Fransız
Teğmenin Orospusu’, aristokrat hanımefendilerin ‘Zavallı Trajedi’ diye
adlandırdıkları Sarah arasındaki aşk üçgeni etrafında olaylar gelişir.
Sarah, zeki ve özgürlüğüne düşkün biridir.
Kısıtlayıcı Viktorya toplumundan kurtulmak, özgür iradesiyle yaşayabilmek için
Fransız Teğmen miti yaratmıştır. Bu mit sayesinde toplumla ilişkisinden ve
üzerine biçilen rollerden kurtulmuştur. Adının lekelenmesi uğruna özgürlüğünü
koruyan güçlü bir kadındır.
Charles, Viktorya toplumunda özgür hayat
sürememekten şikayetçi ama kaybedeceği çok şey olduğundan özgürlük isteği
yüzeysel kalan ve bunun kararsızlığıyla mutsuz olan biridir. Amcasının
evlenerek mirastan mahrum bırakması onu özgürlüğüne kavuşma yolunda daha cesur
adımlar atmasına yardımcı olur.
Charles Sarah’yı yardıma muhtaç biri
olarak, kendini de onun kurtarıcısı olarak görür. Halbuki roman sonunda olaylar
bunun tam tersini kanıtlar. Charles ve Sarah kendi öz benlikleri ve bireysel
özgürlüklerini bulmak için toplumsal tanımlamaları reddedip kendi değerlerine
göre yaşamayı seçerler.
Yazar romana birden fazla son yazarak, ana
karakterlerine verdiği özgürlüğü okuyucusuna da verir. Okur romanın kurgusuna
müdahale edebilme ve dilediği son ile romanı bitirebilme özgürlüğüne sahiptir.
Roman Viktorya dönemini adeta bir ana
karakter olarak ele alır. Dönemin sosyal hayatı, bilimsel, ekonomik ve politik
özellikleri tarihsel örnekler, gerçek kişiler ve kesin tarihlerle kurgusallaştırır.
Kurgu ile gerçek arasında paralel bir
Viktorya çağı yansıtılıyor. Diğer taraftan anlatılanların tamamen hayal ürünü
olduğunu, karakterlerin kendi imgelemi dışında varolmadığını yazar tarafından
okuyucuya sürekli hatırlatır.
Viktorya döneminin muhafazakâr ve
kuralcılığına rağmen reform hareketleri ile birtakım hakların kazanıldığı, özellikle
Darwin’in çağdaş pozitif bilimin, Marx’ın çağdaş sosyal bilimin temellerini
atmaları, İngiltere’nin tarım devletinden üretim ve ticarette dayalı modern
ekonomiye geçmesi bu dönemi İngiltere’nin en parlak dönemi yapmıştır.
Roman bir deneme kitabı olarak kabul
edilir. Çünkü karakterlerin duygu, düşünce ve değişim dönüşümlerine ek olarak,
varoluşçuluktan, roman kuramına, bilimden tarihe kadar geniş bir yelpaze
içerir.
Bir belgesel niteliğinde Viktorya dönemini
anlatması, farklı kurgusu, akıcı anlatımı ve okuyucuyu romana dahil ederek
interaktif ilişki kurması benim için etkileyici ve güzel bir okumaydı.
İngiliz edebiyatının çağdaş klasikleri
arasında sayılan bu eseri herkese tavsiye ederim. IŞIL
Kitabın baş kahramanı Sarah, özgür ruhlu
farklı bir karakter. Gerçeklerle, rüyaları, kurguları arasında acaba deyip,
gidip geliyorsunuz. Charles ise,
tesadüflerin hayatının akışını değiştirmiş bir aristokrat. Okudukça duygularının esiri mi olmuş
dersiniz, bilemem. Ama sonuç seçimi sizlere bırakılmış, enteresan kurgusu olan
bir roman.
Düşünüyorum da özgür olmak nereye kadar?
Başkalarının özgürlüğü başladığı yerde noktayı koyabilirsek değerli. Sarah
kendi duyguları, düşünceleri değiştikçe, karşısındaki insanın yaşamını da
yönlendiren bir karakter. Bir toplumda yaşıyorsak, tek bir insanın duygularının
baskın olduğu özgürlük ..? Düşündürüyor. Bence yıkıcı da olabiliyor.
Viktorya dönemini tarihi, dinin baskısı,
sosyolojisiyle anlatan bu romanı okumanızı tavsiye ederim. Kadın geçmişte de,
şimdide toplumda hep örselenmiş, ikinciyi oynamak zorunda bırakılmış. Netice de
kadın olmak her dönemde, dünyanın her yerinde mücadele gerektirmiş, hala da
devam ediyor. Bazı özgür ruhlar hariç gibi gözükse de!!
Yazar John Fowles'ın bu romanını okudukça,
üzerinde tartışılabilecek çok şey olduğunu görecek, acaba deyip düşüneceksiniz.
Zaman zaman araya giren yazar zaten bazı seçimleri size bırakıyor. Bu tarzıyla
da enteresan bir kurgulama yapmış.
Biz, eser üzerinde bol sohbetli, başarılı
bir tartışma yaptık. Size de keyifli okumalar. ZELiHA
Sevgili okur,
Her zamanınkinin aksine bu ayki blog
yazıma farklı başlayacağım: hep yazımın sonuna bıraktığım konuyu yazımın başına
alacağım. İngiliz yazar John Fowles’ın Fransız Teğmenin Kadını romanını şayet
tarihe meraklıysanız, aşk/tutku romanlarını okumayı seviyorsanız veya klasik
romanlardan farklı kurgulu bir kitap okumayı istiyorsanız okuyunuz. Aksi
durumda daha ilk yüz sayfada sıkılabilir ve kitabı elinizden bırakabilirsiniz…
Şimdi bu üç konuyu sondan başlayarak biraz
açmaya çalışacağım. Bu roman aslında oldukça kronolojik bir olaylar zinciri
içinde devam ederken beklemediğimiz bir anda karşımıza çıkan yazarın okuyucuyla
direkt konuştuğuna, romanı olduğu yerden alıp başka yerlere götürdüğüne şahit
oluyoruz. Örneğin Charles ile sevgilisi Sarah’nın evlendiğini, Sarah’nın
Charles’dan 10 yıl önce öldüğü için bu yıllar boyunca Charles’ın yas tuttuğunu
okuyoruz. Halbuki romanın devam eden kısmında böyle bir durum yok. Ayrıca bölüm
başlarında döneme ait şiirler, düz yazılardan, dergilerden paragraflar var.
Tıpkı bir bağlaç gibi. Tüm bunlar yani yazarın ya da bir üçüncü sesin
yaptığı/öngördüğü eklemeler ile bağlaçlar romana farklı bir tat katmış, yeni
bakış açıları getirmiş, klasik yaklaşımdan farklılaştırmış…
İkinci konuyu ise yani aşkı biraz açmak
lazım: Romanda aristokrat Charles ile mürebbiye Sarah arasında tutkulu bir
sevgi var. Aslında aşk mı tutku mu ne diyeceğimi bilemediğim bir ilişkileri
var. Sarah bir kadın olarak ayakları üzerinde durmak, özgür olmak için mücadele
veriyor. Dönemine göre çok aykırı, ilerici, hedefine kilitli, biraz kıskanç,
nispeten eğitimli, erkekleri manipüle etmesini bilen gizemli bir kadın. Charles
ise bilim adamı, ama çalışmayan, zengin, seyyah bir aristokrat. Charles’ın bir
de Ernestina adlı çok genç burjuvaziden bir nişanlısı var. Roman bu üç kişinin
ilişkileri üzerine kurgulanmış. Sonucu tabi ki yazmayacağım. Sadece şunu
belirtmek isterim ki yazarın gerçekten çok güzel tasvirleri, dialogları ve
kuvvetli, merak uyandıran anlatımları var…
Üçüncü konu tarihi roman konusu. Bu kitap
1969 yılında yazılmış bir 19. yüzyıl yani Viktorya dönemi kitabı. Sözkonusu
dönem her konuda katı kuralları olan, endüstri devrimine geçişi barındıran,
kadın haklarına yavaş yavaş geçilen ancak sosyal statünün tüm davranışları ve
beklentileri halen sıkı sıkıya belirlediği bir dönem. Bırakın kadını herhangi
bir kişinin doğuştan gelen ve toplumdaki yerini belirleyen etiketinden
sıyrılması, özgürce yaşamını sürdürmesi nerdeyse olanaksız. Bunu en güzel
romanın en başında Marx’dan alıntı yansıtıyor: ‘Her türlü özgürleşme, insan
dünyasının ve insanın insanla ilişkilerinin onarılmasıdır’.
Özgür yaşamlar dileğiyle.. LEYLA
Ortam…. Sosyal, kültürel, tarihsel, ekonomik veya
duygusal olarak ne olursa olsun bir “sosyal canlı” olarak insanın
davranışlarına her daim etki yapmış, yapmakta…Hepimiz biliyoruz ki bu etki
olumlu olabildiği kadar, çoğu zaman da kısıtlayıcı, ket vurucu, gelişmenin ve
yaratıcılığın önünü kapatan, ilerlemeyi durduran, bireysel çeşitlilik ve
farklılaşmalara “olumsuz” gözle bakan bir tavrın ürünü olmuştur, olmaktadır….
Bilinmeyenden, ortak olmayandan, sonucu görünmeyenden korkmak, ne yazık ki
uygar olsun olmasın tüm toplumların ilk tercihi, hemen sarıldığı bir güvenlik
simidi olarak kabul edilmiş……. Kadın ve erkek kimliklerinin toplumda aldığı ön
kabuller, onlara atfedilen davranış, düşünce ve duygu biçimleri 2021 uygar
toplumlarında bile halen samimiyetten uzak bir şekilde eşitliksiz olarak değerlendirilmekte,
sorgulanmaktadır…Aynı zamanda kadın-erkek ilişkileri de benzer önyargılı
kabullerin kasnağına sokularak değerlendirilmektedir halen günümüz
toplumlarında.
John Fowles ın kitabını bu güncel
sorgulama ve tartışmalara, hem 1969 da ki bir yazarın Viktorya Dönemi
algılarını yansıtması, hem de 2021 dünyasıyla kurduğu farklılaşma ve
eşleşmeleri sergilemesi açısından bakmayı önemli buluyorum. Kitabın 3 farklı
katmanda sunduğu analiz ve eleştirel bakış sayesinde, hem o dönemin sosyal, kültürel,
politik, fiziksel yansımalarına tanıklık ediyor, hem o dönemin kadın-erkek
kimlikleriyle ilgili toplumsal yargılamalarını görüyor hem de kadın erkek
ilişkisinin hem dönemsel hem zamansız dertlerini kendimizle tartışma olanağı
buluyoruz. Kitabın ana karakterleri bir romanın başrol oyuncuları olmanın
ötesinde, kadın ve erkek kimlik algılarının nasıl yorumlanabileceği üzerine
sembolik roller üstleniyorlar…. Kadın ve erkek ilişkisinde, önemli olduğunu,
yeğlenilen olduğunu, onaylanan ya da onaylanmayan olduğunu düşündüğümüz
özelliklerin sarsılmasının, tartışmaya açılabilmesinin kapısını aralıyor hikâye
kahramanları…Bence bu nedenle yazıldığı 1969 senesi için oldukça avant-garde
bir tutum sergiliyor hem içerik açısından hem de post modern romancılık açısından….
İlk okunuşta kahramanların hikayeleri
okuyucuyu etkisi altına alıp, böylesi genel değerlendirmeye yol
açmayabilir….Daha yanlı ve sahiplenici bir tutum içine giren okuyucu kitabın
verdiği, vermek istediği mesajları bilinç altında itebilir, kendine yakın
tutmayabilir , kişide tanıdık bir hikaye ile eşleştirme dürtüsü uyanabilir… Ama
eminim, öykünün dışına çıktıkça, ya da sıcaklığından uzaklaştıkça veya bizim
kitap kulübünde yaptığımız gibi farklı boyutlarda tartışmalar açtıkça, kitabın
zihinlerdeki tortusu çok daha zenginleşecek, türeyecek ve derinleşecektir.. UFUK