Yazar: Yakup Kadri Karaosmanoğlu
Yayınevi: İletişim Yayınları
Editör: Bahriye Çeri
Basım Yeri / Tarihi:
İstanbul, Ocak 2024-43.Baskı
Mütareke
döneminin İstanbul’u. Batı hayranı Türkler, düşman subaylarıyla aşk serüvenleri
yaşamak için çırpınan Türk kızları, çıkarlarını emperyalist İtilaf
Devletleri’nin zaferine bağlamış adamlar... Çöküşü ve kokuşmuşluğu anlatan
roman, Anadolu’daki dirilişi önce sezdirir, sonra giderek artan bir şekilde duyurur.
Yirminci
yüzyılın ilk yarısında büyük bir üretkenlikle dergilere yazdığı şiir, öykü,
makale ve eleştri türü yazılarla Türk edebiyatı sahnesine adımını atan Yakup
Kadri Karaosmanoğlu, romanları, hikayeleri, denemeleri, oyunları ve anılarıyla,
en önemli edebiyatçılarımız arasında yer alır. Üslup özellikleri bakımından
Yakup Kadri’nin 1910’dan 1974’e dek verdiği eserler Türkçe’nin geçirdiği bütün
evreleri yansıtır. Eserlerinin konu ve fikir zenginliği de dil özelliklerinin
çeşitliliğinden aşağı kalmaz. Yakup Kadri’nin Fransız edebiyatı etkisinde
başlayan yazarlığı, 1920’lerden sonra özgün bir sese kavuşarak siyasi ve
sosyolojik konulara, tarihe, dönem çatışmalarına ve birey psikolojisi
irdelemelerine yönelir. Fecr-i Ati’den yetişmiş ama bunu izleyen elli yıl
boyunca toplumsal koşullar, tarihi süreçler ve bireysel portreleri romanın
dokusuna işlemek için roman tekniğiyle de boğuşmuş bir yazar olan
Karaosmanoğlu’nun eserleri, hala tüketilmemiş ayrıntılarının tartışılıp
incelenmesi gereken zengin bir “panoroma”dır.
Yorumlarımız:
Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Sodom ve Gomore adlı
romanında 1919-1922 yılları arası, İstanbul'da yaşayan belli bir zümreyi
anlatmış, kitabın basımı 1928'de gerçekleşmiştir.
O tarihlerde Misak-i Milli sınırlarında,ülkede çok
cepheli siyasi, askeri mücadele vardı. Batıda Yunanlılar, güneyde Fransızlar,
İtalyanlar, doğuda Ermenistan kuvvetleriyle savaşılmakdaydı.İngilizler,
İstanbul'u işgal etmiş ve ayrılıkçılarla işbirliği içinde, Türk halkına
katliamlar, yağmalar gerçekleştirilmekteydi. Taksim, Nişantaşı, Beyoğlu,
Teşvikiye ve Şişli'de yaşayan dejenere zümre, özentilikleri uğruna kendilerini
gösterme çabası içinde, çıkarlarını korumaya çalışarak, alafranga olduklarını
zannederek o partiden bu partiye,İngiliz zabitlerle koşmaktaydı.
Böyle bir dönemde, romanın ikiyüzüncü sayfasına kadar sadece bu zümrenin
konu edilmesi beni şaşırttı. Buna rağmen
romandaki tasvirleri, anlatım dilini ve akıcılığını beğendim. Sayfa 186'da
giyilen balıksırtı işlemeli pullu ropun, sudan yeni çıkmış mitolojik bir
balığa, sayfa 189'da sarhoş bir kadının yalpalamalarının uçan bir eşarba
benzetilmesi, dikkatimi çeken tasvirlerden bazılarıydı. Benim için, içinde
zaman zaman felsefi alıntılar olan, akıcı bir romandı.
Konusuna tekrar döndüğümüzde; İstanbul işgali
sırasında İngiliz zabitlerle yakınlaşan, her türlü ilişkinin mübah
olduğu,sarhoş, züppe, ihanetçi, kural tanımayan bu topluluk, Lut gölü
kenarında, yıllar yıllar öncesi , gökten düşen iki ateş koruyla yok olmuş Sodom
ve Gomore şehirlerinin ahlaksız insanlarıyla eşleştirilmiş, roman da ismini
buradan almıştır.
Dönem itibariyle ülkenin kurtuluş mücadelesi ve
Türkiye Cumhuriyetinin kuruluş aşamasında olmasına yeterince degenilmemesi
düşündürücü idi. Fakat benim için, tarih kitaplarında olmayan bazı gerçekleri
öğrenmek, Cumhuriyetimizin önemini bir kat daha yüceltti. Okumanız
tavsiyesiyle. ZELİHA
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder