18 Ekim 2011 Salı

Benim Adım Kırmızı




                                                            Yayınevi: İletişim Yayınları
                                                            Türü: Roman
                                                            Baskı Tarihi: Şubat 2011, 34.Baskı


Yaz bitti ve sonbaharla birlikte Kitap Kulübümüzün 4. Yılına başlıyoruz. 12 Ekimde Zeliha’nın evinde yaptığımız bu dönemin ilk toplantısında Orhan Pamuk’un “Benim Adım Kırmızı” adlı romanını tartıştık.
Roman, 16. yy sonu İstanbul’u ve günümüzde unutulmuş bir mekân olan Nakkaşhane üzerine kurulu, minyatür sanatı, nakkaşlar arası çekişmeler, geleneksel-modern resim çelişkisi, saray çevresi korkusu, padişahın gücü, aşk, evlilik, annelik, kurnazlık, kıskançlık, hüzün, mutsuzluk, temaları çerçevesinde renkli insan manzaraları ile süslenmiş bir cinayet romanı.  Katil, metin içinden bizlere kendisini anlatıyor, okuyucunun düşünce tarzını alaya alıyor, nakış sanatı üzerine düşünceleri ile işlediği cinayetler arasında bağlantılar kuruyor. Ama kitabın sonuna kadar kendini açıklamıyor.

Orhan Pamuk’un “en renkli ve en iyimser romanım” diye nitelendirdiği hepimizin çok beğendiğimiz romana ait yorumlarımız:

Benim Adım Kırmızı 16.yy. Osmanlı İmparatorluğunda İstanbul’da geçen tarihi polisiye türü bir roman. Padişah’ın emriyle hazırlatılan gizli bir kitap için çalışan nakkaşlardan birinin ölümü ile roman başlıyor ve sonuna kadar katilin kim olduğu merakı hiç düşmeyen bir tempoyla sürüyor.
Romanın her bölümünde farklı bir kahraman kendi hikâyesini anlatıyor. Bu kahraman bazen renk, bazen ölüm, bazen insan, bazen şeytan v.s. olabiliyor. Kahraman arada okuyucuya seslenerek onunda romanın parçası olmasının sağlıyor.    
Ayrıca 16.yy. nakkaşhaneleri, nakkaşlar, meddahlar, doğu batı sanatı, dini alet eden bağnaz hocalar, Osmanlının günlük hayatı ayrıntılı anlatılıyor.
Orhan Pamuk ‘Saf ve Düşünceli Romancı’ kitabında ‘Benim Adım Kırmızı’ romanı için; “Topkapı Sarayı Hazinesi’nde 16.yy. sonunda bulunan kitapların ve murakkaların içindeki resimleri ayrıntıları ile tasvir ederek, bu minyatürlerin kahramanları, eşyaları hatta şeytanları ile özdeşleşerek bir âlemi canlandırmaya giriştim. ‘Gördüğünü kelimelere geçirmek ve kelimelerin anlattığını aklımızda resimleme’ ben hep okurun görsel hayal gücüne seslenen bir yazar oldum ve roman sanatının görsellikle çalıştığına inandım.” diyor.
Gerçektende roman 16.yy. minyatür tasvirleri ile bir görsel şölen sunuyor. Mutlak okunacak kitaplar listesinin ilk sıralarında yer alacak bir roman. Romanda eleştirilecek tek nokta bazen tekrarların olması okuyucuya fazlalık hissi uyandırıyor. IŞIL


“Benim adım Kırmızı” hiç bilmediğim bir dünyayı, nakkaşların dünyasını ve minyatürlerin arkasındaki felsefeyi çok güzel bir kurgu ile anlatıyor. Ana konudaki nakkaşlar hikâyesi ile yanında yaşanan aşk hikâyesindeki sevgi, cinsellik, kıskançlık, mutsuzluk, güç, tutuculuk romanda sık sık kesişiyor.
Kitaptaki her karakter, insan olmayanlar bile çok güzel anlatıyor kendini. Beni en çok etkileyenler ise “Ölüm” ve “Kırmızı” oldu. Kitabın 31. bölümünde “Kırmızı olmaktan ne de mutluyum! İçim yanıyor; kuvvetliyim; fark edildiğimi biliyorum; bana karşı koyamadığınızı da.” diyerek canlanan Kırmızı ancak bu kadar güzel anlatılabilir bence. “Renk gözün dokunuşu, sağırların müziği, karanlıkta bir kelimedir.” diyen Pamuk, roman boyunca kılıç olduğunda ölümü, kiraz dudaklar olduğunda güzelliği anlatan kırmızıyı, son bölümde de “İstanbul’da bir yüz yıl açan nakış ve resim heyecanının kırmızı gülü de işte böyle soldu” sözleriyle de dönemini kapatan resmin ve sanatın kendisi haline getirir.
Ölüm ise “Benden korktuğunuzu gözlerinizden okuyorum” diye 24. Bölümde canlanır. Ama diğer bölümlerde gerek Enişte, gerek Hasan, gerekse Katil ölürken yaşadıklarını ve ölümü çok detaylı anlatırlar. Ölümde Kırmızı gibi sadece bir kez dillenir, fakat kitabın tümünde zaten vardır, bölümler arası bir bağ gibidir
Çok keyifli, sürükleyici, her ayrıntısı incelikle tasarlanmış bir roman “Benim Adım Kırmızı”, ben kitabı severek okudum ve herkese tavsiye ederim. NURİZER


Kitap kulübünde okuduğumuz ikinci Orhan Pamuk kitabı olan "Benim Adım Kırmızı" için söyleyecek tek kelime var bence; mükemmel bir roman. Daha önce okumuş olduğumuz “Masumiyet Müzesi”nde saf/naif okuyucu olarak birçok kişi gibi bende romanın bir kurmaca mı yoksa yaşanılan olaylardan etkilenerek yazılmış bir roman mı olduğu konusunda şüpheye düşmüştüm. Romanın geçtiği dönemin yazarın kendi gençliğiyle aynı döneme rastlaması böyle bir şüpheyi de kolaylaştırıyordu. Ancak “Benim Adım Kırmızı” adlı romanda her ne kadar 16. yüzyıl Osmanlı dönemini bugün gibi yaşatabiliyorsa da bunun tamamen yazarın başarılı araştırmalarının ve kaleminin gücünden kaynaklandığını biliyoruz. Kitabın her sayfasını büyük keyif alarak, yarattığı esrarengiz havayla elimden düşüremeden çok kısa bir sürede okudum. Bunun yanı sıra dönemle ilgili birçok bilgiye de sahip olma fırsatı yarattı bu roman. Teşekkürler Orhan Pamuk! DEMET

''Benim Adım Kırmızı'' romanı, 16 y.y.Osmanlı İmparatorluğu resim sanatının büyük bir incelikle bir cinayetin merkez alınarak anlatıldığı, Orhan Pamuk' un en güzel eserlerinden biri. Roman tekniği alışılmışın dışında. Karakterlerin yanı sıra kitap, para, at, ağaç gibi objelerin de kendi ağzından konuştuğu romanda bir hayli tekrar var. Orhan Pamuk'un bu tekrarları bilerek yaptığını düşünüyorum. Yazar tekrarlarla okuyucuyu ana temadan uzaklaştırmayıp, konunun merkezinde tutuyor. Nakkaşlığın incelikleri, tezhip, hat sanatı ve nakkaşların birbirleriyle ölümüne rekabetlerini karakterler kendi ağızlarından anlatırken bir hayli tekrara düşüyorlar. Ama bu romanı sıkıcı yapmıyor. Bilhassa bilmediğimiz bir dünyayı tüm detayıyla öğrenme şansını yakalıyoruz.

Yazar 'Saf ve düşünceli Adam ' adlı son kitabında ''Roman yazmak kelimelerle resim yapmak, roman okumak da başkalarının kelimeleriyle kafamızda resimleri canlandırmaktır '' diyor. Bu unsur "Benim Adım Kırmızı"da zirveye çıkıyor denebilir. Nakkaşların resmettiği sayfaları adeta gözümüzün önünde sanki resmi görmüş gibi canlandırabiliyoruz.
Okumaktan  büyük keyif aldığım bu romanı herkese tavsiye  ederim.Yazarın Nobel  ödülünü gerçekten hak ettiğini düşünüyorum....  BEYZA
Orhan Pamuk’un "Benim Adım Kırmızı" romanı bence yüzyılımızda üretilmiş edebiyat klasiklerinden biridir.

Zamansızdır, mekânsızdır. 
Irk, dil, din, kültür farkı gözetmeksizin insan ruhuna, duygularına hitap etmektedir. 
İnsanın doğası gereği yüzleştiği, hep karşı karşıya kaldığı zaafları yanı sıra insan ilişkilerindeki temel unsurlar ve "hayatı anlamlı kılan algılamalar" çeşitli "semboller" etrafında büyük bir ustalıkla islenmiştir tüm roman boyunca.

Müthiş bir incelik ve zekâyla örülmüş ilişkiler ve olaylar ağı okuyanı içine öylesine çekiyor, öylesine olaylar ve kişilerle bütünleştiriyor ki zaman zaman detaylar arasında kaybolacakmış hissine kapılıyor, yazarın hayal ve kurgulama gücüne şaşırıp kalıyorsunuz. Ama kitaptan ve olaylar zincirinden uzaklaştığınızda en büyük somut gerçek olan "olum" için bile birçok farklı bakış açısı yakalayabileceğinizi ve hiç bir "gerçek" için siyah/beyaz kıstasların var olmadığını fark ediyorsunuz... Çünkü tüm değerler aslında sonsuz bir "gri" skalasında ileri geri oynamaktadır yaşam boyunca...

Hiç bir olay ya da gerçeklikte tek bir yön, tek bir algılama yoktur. Ve tüm bu çok yönlü durum ve gerçeklikler birbirine tezat oluşturarak yan yana var olmaktadırlar gündelik yaşamda. Ama; insan "ego"su, beğenilme, farkedilme içgüdüsü bütün temel içgüdülerin ötesindedir  "Benim Adım Kırmızı karakterlerinde"......

Alışılagelmiş algılarımızı sürekli sarsarak bir okuma deneyimi yaşatıyor Orhan Pamuk bu romanında.....Bu nedenle de bence "interaktif" bir okuma yapıyor kişi....Yazarın verdiği mesajlar okuyucunun zihninde bambaşka köşelere seyahat edebiliyor ve kitaba başka biçimlerle geri dönerek bir anlamda romanı yeniden yapılandırıyor.....çoğaltıyor....zenginleştiriyor....belki birkaç sene sonra bir daha okuduğunuzda "klasikler”de olduğu gibi sizi bir öncesindekinden çok farklı yerlere götürmek üzere... UFUK


Orhan Pamuk’un Benim Adım Kırmızı romanı hem romanın konusu hem de anlatım tarzı ile çok farklı. Bu fark beni cezp etti, okurken merakımı artırdı, sürükledi götürdü. Roman ‘Benim Adım…’ diye başlayan bir dolu kahramanların konuştuğu bölümlerden oluşuyor. Ama bu kahramanlar bir insan da olabiliyor, bir obje de. Benim Adım Kırmızı adlı kısacık bölüm gerçekten çok etkileyici. Bunu ancak kelime cambazı, sınırsız hayal gücü olan bir kişi derleyip, toparlayıp yazabilir. Esasen 16. yüzyıl sonundaki bir aşk hikâyesi çevresinde başlayan roman, daha sonra,  işlenen bir cinayetin çözümü ve katilin kimliği üzerindeki tahminlere yoğunlaşıyor. Bunu yaparken yazar, bize batıda ve Osmanlı sanatında resmi ( tabii ki Osmanlıda nakkaş, minyatür ve hattat), bunların çatışmalarını,  düşünce yapılarını, halk/toplum ile padişah ve onun etrafındaki sınıfların farklılıklarını, sosyal yapı ve düşüncelerini, aşkı ve nefreti, dini ve din sömürüsünü bazen doğrudan bazen dolambaçlı bir şekilde  anlatıyor. Hatta bazen kendinizi kaptırıp, katil hangi roman kahramanı acaba diye sık sık düşündüğünüzü, tahmin etmeye çalıştığınızı fark ediyorsunuz. Bu haliyle roman eğlenceli bile denebilir. Öte yandan içinde eskiye, geleneklere, göreneklere dair o kadar bilgi var ki  insan yazarın çalışkanlığına, araştırma, bulma dürtü ve azmine hayran kalmadan edemiyor. Kısacası bence bu roman Orhan Pamuk’un yazdığı romanlar içinde en başı çekenlerden biri, belki de birincisi. Göreceksiniz ki yerler, zamanlar, kahramanlar değişse de insanoğlu pek değişmiyor; kötüler, kurnazlar, bağnazlar gene aynı, gene acımasız. İyiler mi? Sizce nasıllar? LEYLA



9 Ekim 2011 Pazar

Orhan Pamuk

Orhan Pamuk 1952'de İstanbul'da doğdu. “Cevdet Bey ve Oğulları” ve “Kara Kitap” adlı romanlarında anlattığına benzer kalabalık bir ailede Nişantaşı'nda büyüdü.
Otobiyografik kitabı “İstanbul”da anlattığı gibi Pamuk, çocukluğundan yirmi iki yaşına kadar yoğun bir şekilde resim yaparak ve ileride ressam olacağını düşleyerek yaşadı. Liseyi İstanbul'daki Robert College'de okudu.
İstanbul Teknik Üniversitesi'nde üç yıl mimarlık okuduktan sonra, mimar ve ressam olmayacağına karar verip bıraktı. İstanbul Üniversitesi'nde gazetecilik okudu, ama bu işi de hiç yapmadı. Pamuk, yirmi üç yaşından sonra romancı olmaya karar vererek başka her şeyi bıraktı ve kendini evine kapatıp yazmaya başladı.
İlk romanı “Cevdet Bey ve Oğulları” yedi yıl sonra 1982'de yayımlandı. Nişantaşı'nda yaşayan bir ailenin üç kuşaklık hikâyesi olan bu roman, Orhan Kemal ve Milliyet Roman Ödüllerini aldı. Pamuk ertesi yıl “Sessiz Ev” adlı romanını yayımladı ve bu kitabın Fransızca çevirisiyle 1991 Prix de la Découverte Européene'i kazandı.
Venedikli bir köle ile bir Osmanlı âlimi arasındaki gerilimi ve dostluğu anlatan romanı “Beyaz Kale” (1985), 1990'dan sonra da başta İngilizce olmak üzeri pek çok dilde yayımlanarak Pamuk'a uluslararası ilk ününü sağladı. 1985-88 arasında New York'ta Columbia Üniversitesi'nde bulundu. Büyük bir çoğunluğunu burada yazdığı ve İstanbul'un sokaklarını, geçmişini, kimyasını ve dokusunu, kayıp karısını arayan bir avukat aracılığıyla anlatan “Kara Kitap” adlı romanı 1990'da Türkiye'de yayımladı. Fransızca çevirisiyle Prix France Culture’ı kazanan bu roman hem popüler hem de deneysel olabilen, geçmişten ve bugünden aynı heyecanla söz edebilen bir yazar olarak Pamuk'un ününü hem Türkiye'de, hem de yurt dışında genişletti.
1991'de Kara Kitap'taki bir sayfalık bir hikâyeden senaryolaştırdığı Gizli Yüz filme çekildi. 1994'te Türkiye'de yayımlanan ve esrarengiz bir kitaptan etkilenen üniversiteli gençleri hikâye ettiği “Yeni Hayat” adlı romanı Türk edebiyatının en çok okunan kitaplarından biridir. Pamuk'un Osmanlı ve İran nakkaşlarını ve Batı dışındaki dünyanın görme ve resmetme biçimlerini bir aşk ve aile romanının entrikasıyla hikâye ettiği “Benim Adım Kırmızı” adlı romanı 1998'de yayımladı. Bu kitapla Fransa'da Prix Du Meilleur Livre Etranger, İtalya'da Grinzane Cavour (2002) ve International Impac-Dublin ödülünü (2003) kazandı.
Orhan Pamuk, 1990'ların ortasından itibaren insan hakları, düşünce özgürlüğü konularında yazdığı makalelerle Türk devletine karşı eleştirel bir tutum aldı, ama siyaset ile fazla ilgilenmedi. "İlk ve son siyasi romanım" dediği “Kar” adlı kitabını 2002'de yayımladı. Doğu Anadolu’daki Kars şehrinde, siyasal İslamcılar, askerler, laikler, Kürt ve Türk milliyetçileri arasındaki şiddeti ve gerilimi hikâye eden bu kitap ile yeni tarz bir "siyasal roman" yazmayı denedi. Uluslararası ve Türk gazete ve dergilerine yazdığı edebi ve kültürel makalelerle, kendi özel not defterlerinden yaptığı geniş bir seçmeyi 1999 yılında “Öteki Renkler” adıyla yayımladı.
Yazarın hem yirmi iki yaşına kadar olan hatıralarından, hem de İstanbul şehri üzerine bir deneme olan “İstanbul” 2003 yılında, hastalıklı aşkı anlattığı “Masumiyet Müzesi” 2008 yılında, çeşitli yazı ve denemelerinden derlediği “Manzaradan Parçalar” ise 2010 yılında yayınlandı. Orhan Pamuk'un yazarlık serüveni ve bir romancı olmanın esaslarını anlattığı “Saf ve Düşünceli Romancı” adlı kitabı ise Eylül ayında piyasaya çıktı.
İsveç Akademisinin  2006 Nobel Edebiyat Ödülü 'Kentinin melankolik ruhunun izlerini sürerken kültürlerin birbiriyle çatışması ve örülmesi için yeni simgeler bulan' Orhan Pamuk'a verilmiştir.” şeklindeki basın bildirisiyle Nobel Edebiyat Ödülü'nün Orhan Pamuk'a verildiği 12 Ekim 2006 tarihinde resmen açıklandı.  Orhan Pamuk ödülünü 10 Aralık 2006 günü Stockholm Konser Salonu'nda düzenlenen ödül töreninde İsveç kralı XVI. Carl Gustaf'ın elinden aldıktan sonra “Babamın Bavulu” başlığı altında hazırladığı konuşmasını yaptı.