Yayınevi: İletişim Yayınları
Türü: Roman
Baskı Tarihi: Şubat 2011, 34.Baskı
Yaz bitti ve sonbaharla birlikte Kitap Kulübümüzün 4. Yılına başlıyoruz. 12 Ekimde Zeliha’nın evinde yaptığımız bu dönemin ilk toplantısında Orhan Pamuk’un “Benim Adım Kırmızı” adlı romanını tartıştık.
Roman, 16. yy sonu İstanbul’u ve günümüzde unutulmuş bir mekân olan Nakkaşhane üzerine kurulu, minyatür sanatı, nakkaşlar arası çekişmeler, geleneksel-modern resim çelişkisi, saray çevresi korkusu, padişahın gücü, aşk, evlilik, annelik, kurnazlık, kıskançlık, hüzün, mutsuzluk, temaları çerçevesinde renkli insan manzaraları ile süslenmiş bir cinayet romanı. Katil, metin içinden bizlere kendisini anlatıyor, okuyucunun düşünce tarzını alaya alıyor, nakış sanatı üzerine düşünceleri ile işlediği cinayetler arasında bağlantılar kuruyor. Ama kitabın sonuna kadar kendini açıklamıyor.
Orhan Pamuk’un “en renkli ve en iyimser romanım” diye nitelendirdiği hepimizin çok beğendiğimiz romana ait yorumlarımız:
Benim Adım Kırmızı 16.yy. Osmanlı İmparatorluğunda İstanbul’da geçen tarihi polisiye türü bir roman. Padişah’ın emriyle hazırlatılan gizli bir kitap için çalışan nakkaşlardan birinin ölümü ile roman başlıyor ve sonuna kadar katilin kim olduğu merakı hiç düşmeyen bir tempoyla sürüyor.
Romanın her bölümünde farklı bir kahraman kendi hikâyesini anlatıyor. Bu kahraman bazen renk, bazen ölüm, bazen insan, bazen şeytan v.s. olabiliyor. Kahraman arada okuyucuya seslenerek onunda romanın parçası olmasının sağlıyor.
Ayrıca 16.yy. nakkaşhaneleri, nakkaşlar, meddahlar, doğu batı sanatı, dini alet eden bağnaz hocalar, Osmanlının günlük hayatı ayrıntılı anlatılıyor.
Orhan Pamuk ‘Saf ve Düşünceli Romancı’ kitabında ‘Benim Adım Kırmızı’ romanı için; “Topkapı Sarayı Hazinesi’nde 16.yy. sonunda bulunan kitapların ve murakkaların içindeki resimleri ayrıntıları ile tasvir ederek, bu minyatürlerin kahramanları, eşyaları hatta şeytanları ile özdeşleşerek bir âlemi canlandırmaya giriştim. ‘Gördüğünü kelimelere geçirmek ve kelimelerin anlattığını aklımızda resimleme’ ben hep okurun görsel hayal gücüne seslenen bir yazar oldum ve roman sanatının görsellikle çalıştığına inandım.” diyor.
Gerçektende roman 16.yy. minyatür tasvirleri ile bir görsel şölen sunuyor. Mutlak okunacak kitaplar listesinin ilk sıralarında yer alacak bir roman. Romanda eleştirilecek tek nokta bazen tekrarların olması okuyucuya fazlalık hissi uyandırıyor. IŞIL
“Benim adım Kırmızı” hiç bilmediğim bir dünyayı, nakkaşların dünyasını ve minyatürlerin arkasındaki felsefeyi çok güzel bir kurgu ile anlatıyor. Ana konudaki nakkaşlar hikâyesi ile yanında yaşanan aşk hikâyesindeki sevgi, cinsellik, kıskançlık, mutsuzluk, güç, tutuculuk romanda sık sık kesişiyor.
Kitaptaki her karakter, insan olmayanlar bile çok güzel anlatıyor kendini. Beni en çok etkileyenler ise “Ölüm” ve “Kırmızı” oldu. Kitabın 31. bölümünde “Kırmızı olmaktan ne de mutluyum! İçim yanıyor; kuvvetliyim; fark edildiğimi biliyorum; bana karşı koyamadığınızı da.” diyerek canlanan Kırmızı ancak bu kadar güzel anlatılabilir bence. “Renk gözün dokunuşu, sağırların müziği, karanlıkta bir kelimedir.” diyen Pamuk, roman boyunca kılıç olduğunda ölümü, kiraz dudaklar olduğunda güzelliği anlatan kırmızıyı, son bölümde de “İstanbul’da bir yüz yıl açan nakış ve resim heyecanının kırmızı gülü de işte böyle soldu” sözleriyle de dönemini kapatan resmin ve sanatın kendisi haline getirir.
Ölüm ise “Benden korktuğunuzu gözlerinizden okuyorum” diye 24. Bölümde canlanır. Ama diğer bölümlerde gerek Enişte, gerek Hasan, gerekse Katil ölürken yaşadıklarını ve ölümü çok detaylı anlatırlar. Ölümde Kırmızı gibi sadece bir kez dillenir, fakat kitabın tümünde zaten vardır, bölümler arası bir bağ gibidir
Çok keyifli, sürükleyici, her ayrıntısı incelikle tasarlanmış bir roman “Benim Adım Kırmızı”, ben kitabı severek okudum ve herkese tavsiye ederim. NURİZER
Kitap kulübünde okuduğumuz ikinci Orhan Pamuk kitabı olan "Benim Adım Kırmızı" için söyleyecek tek kelime var bence; mükemmel bir roman. Daha önce okumuş olduğumuz “Masumiyet Müzesi”nde saf/naif okuyucu olarak birçok kişi gibi bende romanın bir kurmaca mı yoksa yaşanılan olaylardan etkilenerek yazılmış bir roman mı olduğu konusunda şüpheye düşmüştüm. Romanın geçtiği dönemin yazarın kendi gençliğiyle aynı döneme rastlaması böyle bir şüpheyi de kolaylaştırıyordu. Ancak “Benim Adım Kırmızı” adlı romanda her ne kadar 16. yüzyıl Osmanlı dönemini bugün gibi yaşatabiliyorsa da bunun tamamen yazarın başarılı araştırmalarının ve kaleminin gücünden kaynaklandığını biliyoruz. Kitabın her sayfasını büyük keyif alarak, yarattığı esrarengiz havayla elimden düşüremeden çok kısa bir sürede okudum. Bunun yanı sıra dönemle ilgili birçok bilgiye de sahip olma fırsatı yarattı bu roman. Teşekkürler Orhan Pamuk! DEMET
''Benim Adım Kırmızı'' romanı, 16 y.y.Osmanlı İmparatorluğu resim sanatının büyük bir incelikle bir cinayetin merkez alınarak anlatıldığı, Orhan Pamuk' un en güzel eserlerinden biri. Roman tekniği alışılmışın dışında. Karakterlerin yanı sıra kitap, para, at, ağaç gibi objelerin de kendi ağzından konuştuğu romanda bir hayli tekrar var. Orhan Pamuk'un bu tekrarları bilerek yaptığını düşünüyorum. Yazar tekrarlarla okuyucuyu ana temadan uzaklaştırmayıp, konunun merkezinde tutuyor. Nakkaşlığın incelikleri, tezhip, hat sanatı ve nakkaşların birbirleriyle ölümüne rekabetlerini karakterler kendi ağızlarından anlatırken bir hayli tekrara düşüyorlar. Ama bu romanı sıkıcı yapmıyor. Bilhassa bilmediğimiz bir dünyayı tüm detayıyla öğrenme şansını yakalıyoruz.
Yazar 'Saf ve düşünceli Adam ' adlı son kitabında ''Roman yazmak kelimelerle resim yapmak, roman okumak da başkalarının kelimeleriyle kafamızda resimleri canlandırmaktır '' diyor. Bu unsur "Benim Adım Kırmızı"da zirveye çıkıyor denebilir. Nakkaşların resmettiği sayfaları adeta gözümüzün önünde sanki resmi görmüş gibi canlandırabiliyoruz.
Okumaktan büyük keyif aldığım bu romanı herkese tavsiye ederim.Yazarın Nobel ödülünü gerçekten hak ettiğini düşünüyorum.... BEYZA
Orhan Pamuk’un "Benim Adım Kırmızı" romanı bence yüzyılımızda üretilmiş edebiyat klasiklerinden biridir.
Zamansızdır, mekânsızdır.
Irk, dil, din, kültür farkı gözetmeksizin insan ruhuna, duygularına hitap etmektedir.
İnsanın doğası gereği yüzleştiği, hep karşı karşıya kaldığı zaafları yanı sıra insan ilişkilerindeki temel unsurlar ve "hayatı anlamlı kılan algılamalar" çeşitli "semboller" etrafında büyük bir ustalıkla islenmiştir tüm roman boyunca.
Müthiş bir incelik ve zekâyla örülmüş ilişkiler ve olaylar ağı okuyanı içine öylesine çekiyor, öylesine olaylar ve kişilerle bütünleştiriyor ki zaman zaman detaylar arasında kaybolacakmış hissine kapılıyor, yazarın hayal ve kurgulama gücüne şaşırıp kalıyorsunuz. Ama kitaptan ve olaylar zincirinden uzaklaştığınızda en büyük somut gerçek olan "olum" için bile birçok farklı bakış açısı yakalayabileceğinizi ve hiç bir "gerçek" için siyah/beyaz kıstasların var olmadığını fark ediyorsunuz... Çünkü tüm değerler aslında sonsuz bir "gri" skalasında ileri geri oynamaktadır yaşam boyunca...
Hiç bir olay ya da gerçeklikte tek bir yön, tek bir algılama yoktur. Ve tüm bu çok yönlü durum ve gerçeklikler birbirine tezat oluşturarak yan yana var olmaktadırlar gündelik yaşamda. Ama; insan "ego"su, beğenilme, farkedilme içgüdüsü bütün temel içgüdülerin ötesindedir "Benim Adım Kırmızı karakterlerinde"......
Alışılagelmiş algılarımızı sürekli sarsarak bir okuma deneyimi yaşatıyor Orhan Pamuk bu romanında.....Bu nedenle de bence "interaktif" bir okuma yapıyor kişi....Yazarın verdiği mesajlar okuyucunun zihninde bambaşka köşelere seyahat edebiliyor ve kitaba başka biçimlerle geri dönerek bir anlamda romanı yeniden yapılandırıyor.....çoğaltıyor....zenginleştiriyor....belki birkaç sene sonra bir daha okuduğunuzda "klasikler”de olduğu gibi sizi bir öncesindekinden çok farklı yerlere götürmek üzere... UFUK
Orhan Pamuk’un Benim Adım Kırmızı romanı hem romanın konusu hem de anlatım tarzı ile çok farklı. Bu fark beni cezp etti, okurken merakımı artırdı, sürükledi götürdü. Roman ‘Benim Adım…’ diye başlayan bir dolu kahramanların konuştuğu bölümlerden oluşuyor. Ama bu kahramanlar bir insan da olabiliyor, bir obje de. Benim Adım Kırmızı adlı kısacık bölüm gerçekten çok etkileyici. Bunu ancak kelime cambazı, sınırsız hayal gücü olan bir kişi derleyip, toparlayıp yazabilir. Esasen 16. yüzyıl sonundaki bir aşk hikâyesi çevresinde başlayan roman, daha sonra, işlenen bir cinayetin çözümü ve katilin kimliği üzerindeki tahminlere yoğunlaşıyor. Bunu yaparken yazar, bize batıda ve Osmanlı sanatında resmi ( tabii ki Osmanlıda nakkaş, minyatür ve hattat), bunların çatışmalarını, düşünce yapılarını, halk/toplum ile padişah ve onun etrafındaki sınıfların farklılıklarını, sosyal yapı ve düşüncelerini, aşkı ve nefreti, dini ve din sömürüsünü bazen doğrudan bazen dolambaçlı bir şekilde anlatıyor. Hatta bazen kendinizi kaptırıp, katil hangi roman kahramanı acaba diye sık sık düşündüğünüzü, tahmin etmeye çalıştığınızı fark ediyorsunuz. Bu haliyle roman eğlenceli bile denebilir. Öte yandan içinde eskiye, geleneklere, göreneklere dair o kadar bilgi var ki insan yazarın çalışkanlığına, araştırma, bulma dürtü ve azmine hayran kalmadan edemiyor. Kısacası bence bu roman Orhan Pamuk’un yazdığı romanlar içinde en başı çekenlerden biri, belki de birincisi. Göreceksiniz ki yerler, zamanlar, kahramanlar değişse de insanoğlu pek değişmiyor; kötüler, kurnazlar, bağnazlar gene aynı, gene acımasız. İyiler mi? Sizce nasıllar? LEYLA