Yazar: Kiran Desai
Yayınevi: Can Yayınları
Yayınevi: Can Yayınları
Orijinal Dili: İngilizce
Çeviri: Suat Ertüzün
Basım Yeri / Tarihi: İstanbul, Eylül 2010-2.Baskı
Basım Yeri / Tarihi: İstanbul, Eylül 2010-2.Baskı
Himalayalar'da, Kançencunga Dağı'nın eteğinde, eski bir düzenden kalma ve o eski düzen gibi köhnemiş bir ev. Hindistan'ın sömürge olduğu dönemde büyük adam olsun diye inanılmaz özverilerle İngiltere'de okutulan ve artık emekliliğini huzur içinde yaşamayı umut eden bir yargıç, yargıcın güzel torunu, evin aşçısı, bağımsızlığın ayrılıkçılarca tehdit edildiği yeni düzende çok para kazansın diye gene büyük zorluklarla Amerika'ya gönderilen aşçının oğlu... Onların birbirleriyle ve çevreleriyle ilişkilerini, umutları ve umutsuzlukları, sevgiyi ve karamsarlıkları anlatıyor roman. Sömürgecilik anlayışının modern dünyayla çatışmasından doğan sonuçları görkemli bir anlatımla yansıtan Kiran Desai'nin ustalıkla betimlediği karakterler, çeşitli yol ayrımlarında tekrar tekrar sınanıyor. Dünyanın bu köşesinin, bütün zamanlara ve hep insanlara özgü hüzünlerin ve sevinçlerin öyküsü. (Arka Kapaktan)
Yorumlarımız:
Bu kitabı hiç sevemedim- ancak Hindistan’daki kast sistemini anlatmakta, çaresiz insanları, onların korkunç yaşam şartlarını ve sefaletin alt sınıf insanın nerede olursa olsun yakasını bırakmadığını göstermekte çok gerçekçi bir yaklaşım kullanmış. Öyle ki kitabı okurken mideniz bile bulanıyor ve bazen pisliğe ve yoksulluğu dayanılmaz buluyorsunuz. Tabii aynı kast sistemi içinde kadının yerinin olmayışı ve hep ikincil planda kalması veya toplum içinde sadece “eş” rolünün vurgulanması kitabı okurken hep hissettirilen bir konu kanımca.
Kitabın çok iyi yansıttığı bir ikinci gerçek ise Hindu kültürünün Batı kültürüyle hiç ama hiç örtüşemediği -bu özellikle yeme alışkanlıklarının farklılığı şeklinde tekrar tekrar yansıtılmış ve bu inanç sistemine, gelenek ve göreneklere kadar farklılığın derinliğini göstermek için kullanılmış. ABD’ye göç eden bir alt kast mensubu Hintlinin yaşamı yoluyla da ABD’de yani batıda bile bu insanların entegrasyon zorlukları, deri renginden dolayı diğer göçmenlere nazaran hemen dışlandıkları, siyah ten gibi onlarında toplum içinde ayrımcılığa maruz kaldıkları, bu en fakir ve çaresiz insanlar için dünyanın neresinde olursa olsun yaşam şartlarının pek değişmediği ve zorluğu çok açık bir şekilde ortaya konmuş.
Kitabı okumak tüm bu sefalete tanık olma açısından hiç keyifli değil ancak en son bölümlerde ailenin köpeğinin başına gelenler bu kitabı benim için dayanılmaz ve çok rahatsız edici kıldı, hiç kimseye tavsiye edemeyeceğim. DEMET
Çoğumuzun görüp tüm karışıklığı ve pisliğine rağmen renkleri, gelenekleri ve tarihi eserleriyle bizi etkileyen Hindistan’da geçen bir romanı okumak güzel olur düşüncesi ile seçmiştik bu romanı. Fakat üç yıldır devam eden kulübümüzde ilk defa bir kitabı ne okurken ne de tartıştıktan sonra sevemedim. Beni içine bir türlü alamadı bu kitap. Hintli olsam severmiydim?? Zannetmiyorum. NURİZER
Bu romanı kendi açımdan birkaç nedenle okumak istedim. Her şeyden önce farklı kültürleri okumayı seviyoruz. Bu zamana kadar Avrupa’dan, Amerika’dan, Japonya’dan, Ortadoğudan okumuş, ancak hiç orta Asya’ya yakın yörelerden okumamıştık. Hindistan gibi çok değişik dilleri, dinleri, kültürü olan bir ülkeye ait bir roman okumayı çok istedim. İkincisi 2006 “Man Booker” ödülünü almış Kıran Desai’i merak ediyordum. Üçüncüsü de Hindistan’dan ayrılıp 1947 yılında bağımsızlık ilan eden Pakistan’a yolculuk yapacaktım ve bu nedenle o yörelerin romanını okumak beni cezbetti.
438 sayfalık roman farklı ancak çeşitli nedenlerle birbiri ile ilgili ailelerin hayatlarını anlatıyor. Bu hayatlar yalnızca Hindistan’da değil okul ve çalışma nedenleri ile İngiltere ve Amerika’da da geçiyor. Romanda mezhep çatışmaları, yoksulluk, sefalet, düş kırıklıkları, pislik, zorbalık, kadına eziyet, hayvana eziyet hepsi var. Bence en az olan sevinçler ve umutlar. En güzel anda, buluşmalarda bile düş kırıklıkları iç içe geçmiş. Yazarın anlatımı, tasvirleri gerçekten o kadar ustaca ki insanın duygulanmaması elde değil. Gene de romanı okurken az sayıda da olsa bazı cümleleri anlamak mümkün değil, bence bu tercümenin tökezlemesinden kaynaklanıyor. Bu romanı okurken acı çektim: kalabalık toplumlar, farklı etnik kökenler ve az gelişmişlik insanoğlunun ‘insan’ gibi yaşamasını engelliyor. Çok eğitimlisi bile böyle toplumlara girince toplumu değiştirmek için uğraşacağına ona benzemeye başlıyor. Şiddet her yerde kendini gösteriyor. Sevgi yok oluyor. Adabınca yaşam koşulları, barınak, temizlik önemsizleşiyor. İnsan insanlığını, kardeşliğini unutup birbirine saldırıyor. Ne yazık ki bu kültürle yetişmiş insan gelişmiş ülkelerde yaşayınca bile aynı gelenekleri sürdürüyor. Sonuç olarak bir Hintli olarak Kıran Desai 12 yaşından beri batıda yaşamasaydı bu romanı yazabilirmiydi, bence şüpheli. Ben romanı bitirince roman kahramanlarından biri olmadığım için, temiz bir evde oturduğum için bir kez daha şükr ettim. LEYLA
Farklı bir kültüre ve coğrafyaya ait bu kitabı okumak ve kitap kulübünde tartışmak benim için iyi bir deneyim oldu. Kiran Desai nin 'Man Booker' ödülünü bu kitap ile alması da kitabın seçilmesinde iyi bir referans oldu düşüncesindeyim.
Dünyanın en kalabalık nüfusuna sahip ülkelerden biri olan Hindistan’ın barındırdığı farklı dinler, kültürler ve çarpıcı kast sistemi içinde yaşayan bir gurup insanın hüzünlü yaşantısını yazar etkileyici, yer yer de mizahla karışık bir dille anlatmış. Karamsarlığın, mutsuzluğun, keskin yaşam mücadelesinin ve sefaletin hüküm sürdüğü bir kurgu içinde gelişen olaylar insanın içini acıtırken bir yandan da Hindistan gerçeğini vurguluyor.
Diğer taraftan yazar Kiran Desai 12 yaşından itibaren ülkesi dışında yaşamış olmasına rağmen, ülkesi ve ülkesinin kültürüne olan bağından dolayı Hintli yazarlar çevresi tarafından dikkatle izlenmiş ve en büyük yapıcı eleştiriyi ve desteği kendi ülkesinden almış. Himalayalar eteklerinde geçen hüzünlü insanların yaşantısı, ülkesi dışında yaşayan bir Hintli tarafından ne kadar açık dille yazılabilinir sorusunu yazar hakkında yazılan bu ifadeler sanırım cevap veriyor. BEYZA