12 Aralık 2012 Çarşamba

Deniz Feneri

 

                                                      Yazar: VirginiaWoolf
                                                      Yayınevi: İletişim Yayınları
                                                      Orijinal Adı: To The Lighthouse
                                                      Orijinal Dili: İngilizce
                                                      Çeviren: Naciye Akseki Öncül
                                                      Kapak Tasarım: Fatoş Gençosman
                                                      Basım Yeri/Tarihi: Istanbul, Mayıs 2011 - 11. Baskı
 

Deniz Feneri kaybedilen bir mutluluğun anılarda yeniden canlandırıldığı olağanüstü bir romandır. Ramsay ailesi her yıl yaz tatillerini İskoçya da ki yazlıklarında geçirirler bu tatillerin sonsuza dek süreceği duygusu hepsini sarmıştır. Çocuklar için cennetten farksız olan bu yaz evinde yetişkinler sık sık sonsuzluğu anımsatan zaman parçalarıyla karşılaştıkları hissine kapılırlar..(Arka Kapak)

Yorumlarımız:

İngiliz yazar Virginia Woolf’un bir romanını nihayet okuduğum için çok memnunum. Amacım fırsat bulduğum ilk anda bir romanını daha okuyup, bu romancıyı daha iyi tanımak. VW’un Deniz Feneri romanı ilk  kez 1927 yılında basılmış. Roman, bay ve bayan Ramsay, onların sekiz çocuğu ve dostları ( bunlardan en öne çıkanı bana göre ressam Lily) ile birlikte İskoçya’daki yazlıklarında geçirdikleri tatili anlatıyor. Bay Ramsay bir bilim adamı, aynı zamanda katı bir baba, hatta zorba. Anne Ramsay güzel bir kadın, evi çekip çevirmek ve çocuklarını yetiştirmek için gayret sarf ediyor ve aynı zamanda dışarıdaki güçsüzlere yardım ediyor.
Roman baştan sona tasvirlerle dolu: tabiatın, dağların, denizlerin  ve insanların tasvirleri ile. Aslında ben çok tasvir sevmem romanı okurken: olaylar olsun, beni sürüklesin isterim. Ancak bu romanda çok değişik bir yapı var: Çok az olay var, fakat romancı bir olayı anlatırken veya birisini veya bir şeyi tanımlarken o anda aklından geçen bağlantılı diğer olayları, düşünceleri ve hatta duyguları da işin içine katarak uzun cümleler kuruyor. ‘Bilinç akışı’ denen bu anlatım ya da yazım tarzı roman sanatında farklı  bir akım olarak ortaya çıkıyor.. Bence bu son derece gerçekçi bir durum ve bir o kadar da zor  bu şekilde yazabilmek, bunu yaparken okuyucuyu sarıp sarmalayabilmek. İnsan bir yazıyı okurken ya da bir konuyu düşünürken veya söylerken kafasından bin türlü başka düşünce ve duygu geçmiyor mu, veya başka ilintili konuları hatırlamıyor mu? Bu, gündelik hayatta çoğu zaman bilinçaltı yaptığımız bir şey değil mi? Ve daha da önemlisi bu düşünceler bence bizim ne tür duygular içinde olduğumuzu, karakterimizi, zafiyetlerimizi ele vermiyor mu? İşte bu açıdan bence roman önemli bir olguyu / gerçeği yazıya dökmüş cesaretle ve ilk defa. Sanırım bu üslup 1927 li yıllarda VW ın önemli bir yazar olarak ortaya çıkmasında  rol oynamış. Kaldı ki ailesinde birçok edebiyatçı ve sanatçının bulunduğu VW o kadar yoğun duygular yaşayan bir yazar ki sonunda onların altında ezilmiş ve intihar etmiş maalesef….Yazımı romandan bir alıntıyla bitirmeden önce bence mükemmel tercümesi ile Kıvanç Güney’e teşekkür etmeliyim:
‘‘Ama ben daha hırçın bir denizde
Ondan daha derin girdaplarda boğuldum’’    LEYLA
 

2002 yılında Nicole Kidman’ın Oscar kazandığı “The Hours” adlı filmi seyrettikten sonra hep bir Virginia Woolf romanı okumak istemiştim. Film Woolf’un “Mrs. Dalloway” adlı romanını okuyan üç nesil kadının hayatlarının nasıl etkilendiğini anlatıyordu. Leyla “Deniz Feneri”ni okumamızı önerdiğinde Virginia Wooolf’un otobiyografisine en çok yaklaşan romanı diyince hepimiz ilgilendik.
Romanı bitirdikten sonra bunun bir otobiyografi olmadığını düşündüm, çünkü roman sekiz çocuklu bir ailenin ve onların bazı dostlarının bir yazlık evde on yıl arayla birer gününü anlatıyor. Ancak yazarın hayat hikâyesini okuduktan sonra benzerlikleri anladım. Annesinin ölümüyle birlikte ilk bunalımını yaşayan ve sonrasında kaybettiği abisinin ölümüyle de başa çıkamayan Virginia, kitaptaki bazı karakterlerin ölümlerini birdenbire parantez içinde yazarak okuyucunun da tıpkı kendisi gibi sarsılmasını istiyor.
Zamanının yenilikçi yazarı olan Woolf’un çok başarılı bir şekilde uyguladığı “Bilinç akışı “ tekniği bana anlaşılması zor geldi, eminim yazması daha da zordur. Karakterlerin genelde iç sesleri ile düşünürken, yaptıkları da aynı zamanda anlatıldığından bol virgüllü uzun cümlelerin yer aldığı romanda kopuk kopuk anlatılan olayları bağlama işi okuyucuya bırakılmış. Beklediğim kadar bunalımlı olmayan ama fazla olay örgüsü olmayan alışılmadık bir roman.
Edebiyat dünyasında bu kadar önemli bir yere sahip bir yazardan ileride bir roman daha okuyarak daha iyi anlamak isterim, sadece bu romanı ile değerlendirmem gerekirse yazarın yazım tekniğinin çok bana hitap etmediğini söyleyebilirim. NURİZER
 
Virginia Woolf'un okuduğumuz kitabı için söylemek istediğim, edebiyat adına yeni bir metodun 19.yy başlarında denenmesi açısından ve içinde feminist öğeler taşıdığından- yani kadının da özgür bir birey olduğunu, evlilik haricinde bir yaşam düşleyebileceğini, eğitim ve yaşamla ilgili konularda eşit haklara sahip olması gerektiğini, kısaca o güne kadar ona biçilmiş "kadın" rolünun dışında bir varlık olduğunu göstermesi açısından önemli bir eser olduğu kanısındayım. Ancak "bilinç akışı" tekniği ile yazdığı bu eser bana çok haz verdi diyemem- kahramanların kafalarında geçeni yansıtma adına devamlı konudan konuya (düşünceden düşünceye) atlaması ve bunu tüm karakter için uygulaması hikâyeyi takipte insanı oldukça zorluyor. Bunun yanısıra uzun tasvirler ve simgeler de okumayı büsbütün zorlaştırıyor ve sıkıcı kılıyor kanımca. Sonuçta okurken zevk aldığımı söyleyemem. Bu nedenle "Sanat için sanat" i benimseyen okuyuculara tavsiye edebilirim ancak. DEMET
 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder