25 Şubat1882’de Londra İngiltere’de
dünyaya geldi. Hiç okula gitmedi, evde eğitim gördü. Woolf’un
aile üyeleri, İngiltere'nin seçkin entelektüellerindendi. Babası Sir Leslie Stephen editör, eleştirmen
ve biyografi yazarı olarak ün yapmıştı. Görkemli kütüphanesi sayesinde kızı
kendi kendini yetiştirme fırsatı bulmuştu. Özel öğretmenlerden Latince ve
Klasik Yunanca dersleri alan Woolf, henüz dokuz yaşındayken ağabeyi Thoby ile
evde “Hyde Park Gate News” adı altında haftalık bir dergi çıkarmaya başlamıştı.
Annesinin grip nedeniyle 1895’te ani ölümü sırasında küçük
Virginia 13 yaşındaydı. Bu ölüm onu derinden etkilemişti ve 2 yıl sonra sinir
bozukluğuyla kendini gösteren krizlere yol açmaya başlamıştı. Yaşadığı travma
ve ağır depresyon zaman zaman kendini gösteren hayali yaratıklarla konuşma ve
olmayan sesleri işitme gibi halüsinasyonlara dönüşse de tüm bunlar hayatının
tamamına yayılmamıştı. 1904’te
babasının kaybından sonra yeni bir krizin eşiğine gelen Woolf’un gerçek yaşama
dönmesi uzun zaman aldı.
Profesyonel olarak yazma işine 1905’te başlayan Woolf, Times Literary Supplement’e edebi
eleştiri yazıları yazıyordu. 1906’da
Thoby’nin kardeşleriyle çıktığı bir Yunanistan gezisi sırasında yakalandığı
tifodan ölmesi Woolf için yeni ve başa çıkılamaz bir şok oldu. Thoby’nin
ölümünden iki gün sonra ablası Vanessa’nın evlenmesiyle birlikte Virginia’ nın
yaşamında birtakım değişiklikler gerçekleşti. Kardeşi Adrian’la birlikte, yine
Bloomsbury yakınlarında bir eve taşınan Woolf, burada aydın çevrelerin yanı
sıra, Londra sosyetesinin tanınmış hanımlarının da katıldığı toplantılar
düzenlemeye başladı. Bu toplantılarda açık sözlülüğü ve sivri diliyle öne çıkan
Virginia Woolf, yine bu dönemde, Times Literary Supplement’in yanı sıra, aylık
olarak yayınlanan “Cornhill”
dergisine edebiyat eleştirileri yazmaya başladı.
1912’de ağabeyi
Thoby’nin arkadaşı, Cambridge’den
sol kanat siyaset kuramcısı Leonard
Woolf’ la tanışması Virginia Woolf’un hayatının dönüm noktası olacaktı.
Zira Leonard Woolf bir ömür boyu, onun ruh sağlığının gözeticisi ve yaratıcı
kişiliğinin en büyük destekçisi olacaktı. Ancak evlenmeden önce kendisine
"Beni bedensel olarak etkilemiyorsun hiç" diye yazacaktı Virginia.
Evliliklerinin ilk yıllarında, 1913’ten
1915’e kadar yaşamının en ağır
çöküntülerinden birini geçiren Woolf, intihar girişiminde de bulunacaktı.
Endişeyle yayınladığı ilk romanı “Voyage Out” yayınlandığında otuz üç
yaşında olan Virginia Woolf’un kitabı eleştirmenler tarafından övüldü; stiliyse
zeki, kurnaz ve yaşam hırsıyla dolu bulundu.
1917 yılında, adını
yaşadıkları evden alan Hogarth Press’i
kurdular. T.S.Eliot, Katherine Mansfield, E.M.Forster gibi günün öncü
yazarlarının şiir ve öykülerini basarak, aydın çevrelerde kendine saygın bir
yer edinen yayınevi Virginia Woolf’a da yazar olarak büyük özgürlükler
sağlıyordu.
1919 ‘da ikinci
kitabı “Night and Day”i yayınlayan Woolf, bu romanında alışılagelmiş
kalıpları izledi.
1919 tarihli ünlü “Modern Roman” yazısında savunduğu
gibi, yeni dil ve anlatım arayışlarına girişti. Bin bir izlenimden oluşan
hayatı ve bu bin bir izlenimin alıcısı olan kişiyi bütün renkleriyle verebilmek
için en uygun yöntem olarak bilinç akışı tekniğini benimseyen Woolf, 1922 yılında yayınladığı “Jacob's Room”da bu tekniği kullanmaya
başladı. Aynı yıl Vita Sackville-West’le
tanışan ve bir ilişki yaşamaya başlayan Woolf, kadınlara ilgisini daha önce de
fark etmişti ve romanlarında bundan bahsediyordu. Bu yüzden bir klasik olan “Orlando” isimli romanını bir aşk mektubuyla
beraber sevgilisi Vita Sackville-West'e adadı.
1925’te okuyucuyla
buluşacak olan “Mrs. Dalloway”,
yazarın adıyla anılacak ‘bilinç akışı’ tekniğinin en başarılı örneği olacaktı.
1927’de “Deniz Feneri”ni yazar. 1929
tarihli "Kendine Ait Bir Oda"
feminist hareketin klasik bir kitabı olarak kabul edilir.
"Virginia Woolf, 1931’de
yayımladığı “Dalgalar”ı yazarken ise, bu romanın o güne değin
yazılan hiçbir başka romana benzemeyeceğini biliyordu. Çünkü Dalgalar, ‘hem
düzyazıyla kaleme alınacak, hem de şiir olacaktı; hem roman olacaktı, hem de
tiyatro oyunu.
“Perde
Arası” romanını yazdığı
sıralarda artık kendini yeterince yetenekli hissetmiyor, yeteneğini
kaybettiğini düşünüyordu. Her gün savaş korkusu ve yeteneğini kaybetmenin
vermiş olduğu stres, dehşet ve korku sonucu ruhsal bunalıma girmiş, 28 Mart
1941’de içinde bulunduğu duruma daha fazla dayanamayıp evlerinin yakınlarında
bulunan Ouse nehrine ceplerine taşlar doldurarak atlayıp intihar etmiştir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder