“Paris’teki Eş” romanımızın ana kahramanı olan Ernest Hemingway’ı tanıyalım:
21 Temmuz1899
yılında Doktor Clarence Edmonds ve müzisyen Grace’in oğulları olarak Şikago’da
dünyaya gelir. Lise yıllarında okul dergisinde yazarlık ve editörlük yaparak
edebiyat dünyasına ilk adımlarını atan Ernest, okulunu bitirdikten sonra da bir
süre yerel bir gazetede muhabirlik yapar.
İçindeki macera
dürtüsünün ardından koşan genç adam, gözündeki bir araz nedeniyle Amerikan
ordusuna alınmasa da bir yolunu bulup kendini I. Dünya Savaşı’nın ortasına
atar. Cephede ilk altı ayını henüz dolduramadan bir şarapnelden kopan
parçalarla yaralanır.
Amerika’ya
döndükten bir süre sonra Ernest, Toronto Star’da öykülerini yazmaya başlar.
Kendinden sekiz yaş büyük bir kadına, Hadley Richardson’a âşık olunca 1922
yılında ilk evliliğine adım atar. Hiç vakit kaybetmeden Paris’e taşınırlar.
Koleksiyoner Gertrude Stein’in
evinde tanıştığı Henry James ve Ezra Pound ile arkadaş olur.
İlk çıkışını The
Sun Also Rises – Güneş de Doğar (1926) adlı romanıyla yapar. Kendine
has üslubu, kısa cümleleri, çarpıcı diyalogları ile edebiyat dünyasında emin
adımlarla yürümeye devam eden Hemingway, Men Without Women – Kadınsız
Erkekler adlı eserinde yine öykülerine yer verir. 1929 yılında I. Dünya
Savaşı anılarına hayat verdiği Farewell to Arms – Silahlara Veda
adlı romanını yazar.
Paris’te
tanıştığı Vogue dergisi yazarı Pauline’e aşık olan Hemingway ikinci evliliği
için fazla düşünmeyecektir. Varlıklı bir aileden gelen yeni karısıyla birlikte
Amerika’ya döner. New York, Key West ve Wyoming arasında mekik dokurlarken
Hemingway babasının intihar haberini alacak ve belki kendi sonunu da hazırlayan
depresyonla ilk olarak o zaman tanışacaktır.
1933 yılında
Hemingway ve Pauline altı haftalık bir safari macerası için Afrika’ya giderler.
Bu maceralarını 1935 yılında The Green Hills of Africa – Afrika’nın Yeşil
Tepeleri (1935) romanında yazmıştır.
Bir sonraki
serüven İspanya iç savaşıdır. Cumhuriyetçilerin tarafını tutan Hemingway,
savaşı izlemek üzere bir dergi adına Madrit’e gider. Orada kaldığı iki yıl
boyunca, daha önce büyük bir tutkuyla bağlandığı boğa güreşlerini de ihmal
etmez. Kader bu kez de karşısına savaş muhabiri Martha Gellhom’u çıkarmıştır.
İspanya’da
başlayıp Küba’da devam eden bu aşk, Hemingway’in üçüncü evliliği ile
sonuçlanır. Aynı yıl içinde bir başka başyapıtı, For Whom the Bells Toll
–Çanlar Kimin İçin Çalıyor (1940) yayınlanacak ve İspanya iç savaşının
karanlık yüzünü anlatan bu muhteşem eser yazarına bir Pulitzer ödülü
kazandıracaktır.
Karı kocanın
bir sonraki durakları ise II. Dünya Savaşı olacaktır. Mesleki bir rekabete
girişip müttefik ordularının Normandiya çıkarmasını farklı yayın kuruluşları
adına takip eden karı koca uzun ayrılıklara da katlanmak zorundadır.
Bir süre
yazmaya ara veren Hemingway, Londra’da tanışıp evlendiği dördüncü karısı Mary
ile Küba’ya yerleşir. Sakin bir hayat sürerek, denize açılıp balık tutarak, doğayla
iç içe geçen yılların ardından en değerli eserlerinden birini, The Old
Man and the Sea – İhtiyar Adam ve Deniz (1952) adlı novellasını kaleme
alacaktır.
1954 yılında
Nobel Edebiyat ödülünü alır.
Mary ile bir
kez daha Afrika’ya giden Hemingway, üst üste geçirdiği iki uçak kazası ve akla
gelebilecek her türlü sağlık sorunu nedeniyle yeniden depresyona girdiğinde bir
süreliğine Mayo Kliniği’nde tedavi görse de içmeye devam eder. Hayatını
kocasına vakfeden Mary’ye rağmen, sıkıntılarına bir türlü çözüm bulamayan
Hemingway, babası ve iki kardeşinin de yaptığı gibi, 2 Temmuz 1961 günü ağzına
dayadığı bir silahla intihar eder.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder