12 Şubat 2013 Salı

Ernest Hemingway




Paris’teki Eş  romanımızın ana kahramanı olan Ernest Hemingway’ı tanıyalım:

21 Temmuz1899 yılında Doktor Clarence Edmonds ve müzisyen Grace’in oğulları olarak Şikago’da dünyaya gelir. Lise yıllarında okul dergisinde yazarlık ve editörlük yaparak edebiyat dünyasına ilk adımlarını atan Ernest, okulunu bitirdikten sonra da bir süre yerel bir gazetede muhabirlik yapar.
İçindeki macera dürtüsünün ardından koşan genç adam, gözündeki bir araz nedeniyle Amerikan ordusuna alınmasa da bir yolunu bulup kendini I. Dünya Savaşı’nın ortasına atar. Cephede ilk altı ayını henüz dolduramadan bir şarapnelden kopan parçalarla yaralanır.
Amerika’ya döndükten bir süre sonra Ernest, Toronto Star’da öykülerini yazmaya başlar. Kendinden sekiz yaş büyük bir kadına, Hadley Richardson’a âşık olunca 1922 yılında ilk evliliğine adım atar. Hiç vakit kaybetmeden Paris’e taşınırlar. Koleksiyoner Gertrude Stein’in evinde tanıştığı Henry James ve Ezra Pound ile arkadaş olur.
İlk çıkışını The Sun Also Rises – Güneş de Doğar (1926) adlı romanıyla yapar. Kendine has üslubu, kısa cümleleri, çarpıcı diyalogları ile edebiyat dünyasında emin adımlarla yürümeye devam eden Hemingway, Men Without Women – Kadınsız Erkekler adlı eserinde yine öykülerine yer verir. 1929 yılında I. Dünya Savaşı anılarına hayat verdiği Farewell to Arms – Silahlara Veda adlı romanını yazar.
Paris’te tanıştığı Vogue dergisi yazarı Pauline’e aşık olan Hemingway ikinci evliliği için fazla düşünmeyecektir. Varlıklı bir aileden gelen yeni karısıyla birlikte Amerika’ya döner. New York, Key West ve Wyoming arasında mekik dokurlarken Hemingway babasının intihar haberini alacak ve belki kendi sonunu da hazırlayan depresyonla ilk olarak o zaman tanışacaktır.
1933 yılında Hemingway ve Pauline altı haftalık bir safari macerası için Afrika’ya giderler. Bu maceralarını 1935 yılında The Green Hills of Africa – Afrika’nın Yeşil Tepeleri (1935) romanında yazmıştır.
Bir sonraki serüven İspanya iç savaşıdır. Cumhuriyetçilerin tarafını tutan Hemingway, savaşı izlemek üzere bir dergi adına Madrit’e gider. Orada kaldığı iki yıl boyunca, daha önce büyük bir tutkuyla bağlandığı boğa güreşlerini de ihmal etmez. Kader bu kez de karşısına savaş muhabiri Martha Gellhom’u çıkarmıştır.
İspanya’da başlayıp Küba’da devam eden bu aşk, Hemingway’in üçüncü evliliği ile sonuçlanır. Aynı yıl içinde bir başka başyapıtı, For Whom the Bells Toll –Çanlar Kimin İçin Çalıyor (1940) yayınlanacak ve İspanya iç savaşının karanlık yüzünü anlatan bu muhteşem eser yazarına bir Pulitzer ödülü kazandıracaktır.
Karı kocanın bir sonraki durakları ise II. Dünya Savaşı olacaktır. Mesleki bir rekabete girişip müttefik ordularının Normandiya çıkarmasını farklı yayın kuruluşları adına takip eden karı koca uzun ayrılıklara da katlanmak zorundadır.
Bir süre yazmaya ara veren Hemingway, Londra’da tanışıp evlendiği dördüncü karısı Mary ile Küba’ya yerleşir. Sakin bir hayat sürerek, denize açılıp balık tutarak, doğayla iç içe geçen yılların ardından en değerli eserlerinden birini, The Old Man and the Sea – İhtiyar Adam ve Deniz (1952) adlı novellasını kaleme alacaktır.
1954 yılında Nobel Edebiyat ödülünü alır.
Mary ile bir kez daha Afrika’ya giden Hemingway, üst üste geçirdiği iki uçak kazası ve akla gelebilecek her türlü sağlık sorunu nedeniyle yeniden depresyona girdiğinde bir süreliğine Mayo Kliniği’nde tedavi görse de içmeye devam eder. Hayatını kocasına vakfeden Mary’ye rağmen, sıkıntılarına bir türlü çözüm bulamayan Hemingway, babası ve iki kardeşinin de yaptığı gibi, 2 Temmuz 1961 günü ağzına dayadığı bir silahla intihar eder. 

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder