Yatılı okul Hailsham'ın öğrencileri, bahçe duvarının arkasındaki karanlık ormandan çok korkarlar. Hafta sonları veya tatillerde evlerine gitmez., Hailsham'dan önceki yaşamlarını hatırlamazlar. Dış dünyayla bağlantıları yoktur. Öğretmenler değil, gözetmenler tarafından eğitilirler. Spor ve sanata büyük önem veren gözetmenler, Hailsham öğrencilerine sürekli özel olduklarını hatırlatır ve bedenlerine çok iyi bakmaları gerektiğini tekrarlar.
Kazuo Ishiguro, yayımlandığı yıl Time tarafından İngilizce yazılmış en iyi 100 roman listesine alınan Beni Asla Bırakma'da, yıkıma götüreceğini bile bile kendi kaderini kabullenenlere odaklanmış görünüyor. (Arka Kapak)
Yorumlarımız:
Japon asıllı olup İngiltere’de yaşayan yazar Kazuo Ishiguro tarafından
yazılmış bir roman “Beni Asla Bırakma”. Türkçeye ilk 2005 de çevrilmiş.
Yayınlandığı yıl İngiltere’de Time dergisi tarafından İngilizce yazılmış en iyi
100 roman listesinde gösterilmiş…
Bu romanın konusunu pek anlatmayacağım, çünkü kitabın ancak sonuna doğru
çözülebiliyor neden bir kısım gençler neredeyse tamamıyla tecrit edilerek en
güzel yıllarını bir yatılı okulda geçirdiklerini. Daha sonraki yaşamlarında da
toplumla nispeten bütünleşseler de onların arasında hem varlar hem yoklar.
Çünkü bu insanlar başkalarına can vermeye hazırken kendi canlarından
olacaklarını biliyorlar, bu kaderi kabullenmiş gibi görünüyorlar. Bu kurala
uymayan belki de tek durum âşık gençler; ancak âşık olmak bile önceden biçilmiş
bu kaderi değiştirmeye yetmiyor. Kısacası romanın konusu biraz fantastik, biraz
futuristik. İnsanın ölümü bilerek nasıl yaşayabileceğine dair ve hatta bu
durumdaki duygu ve düşüncelerini yansıtan pek bir anlatı yok. Belki de
yazar bunu bile bile okuyucuya bırakmış. Ben romanı okurken bu düşünce beni çok
rahatsız etti. Doğrusu yazı dili hiç de çetrefilli olmadığı halde sırf konusu
yüzünden, böyle kadere ne demeli diye sorguladım ama sonuçta bunaldım,
sıkıldım. Şunu bir kez daha anladım ki ben gerçekçi romanları seviyorum.
Anlatım fantastik öğelerle dolu olabilir, tarih kurmacalarla süslenebilir ama o
kadar. Neden bilim kurgu filmleri sevmediğimi de bir kez daha anladım..Siz
seviyorsanız okuyunuz, farklı bir konu ve kurgu ile karşılaşacaksınız…..LEYLA
Yetmişli yılların başında İngiltere’de yatılı okulda okuyan bir grup
çocuğun çok da ilginç olmayan hikâyesi olarak başlıyor roman. Okudukça olayın
arka yüzünü anlıyorsunuz. Aslında yazar burada bizlerinde ölümlü olduğumuzu
bilmemize rağmen ölümü hiç düşünmeden yaşayışımızla bağlantı kuruyor. Deney
tüplerinde oluşturulmuş bu gençlerin tek görevi var, belli bir ergenliğe
gelince organlarını ihtiyacı olan insanlara bağışlamak. Peki bu gençler insan
değil mi? Hailsham gibi özel bir okulda iyi bir eğitim görüp, spor yapan, sanatla
uğraşan, üzülen, sevinen, âşık olan, kıskanan, ruhu olan kişiler. Ama çoğu
otuzlu yaşlarını göremeden ölecek, sadece başkaları daha uzun yaşasın diye. Belli
bir yaşta bu gerçek onlara anlatılsa da öleceklerini düşünmeden yaşamaya devam
ediyorlar.
Kitap tamamen kurgu. Ama merak ediyorum acaba bazı bilim insanları da
yazar gibi düşünmüş olabilir mi? Bir zamanlar klonlanmış koyun “Dolly”
gazetelerde çok sık yazılmıştı, onun bir adım ötesi klonlanmış insanlar mı? Yoksa
bu da çoktan yapılmış mı? Böyle bir durumda klonla insanın farkı nedir? İnsanı
insan yapan nedir? Ölüm, yaşam, umut, sevgi, aşk, hayatın kıymetini bilmek, varolanı
değiştirmeye çalışmak gibi kavramları düşünmemizi istiyor yazar sanırım kitabı
bitirdiğimizde. Aslında kitap kolay okunmasına rağmen sonuna doğru içinizi
kapatıyor. Filmi seyrettikten sonra bu konuları daha çok düşündüm. NURİZER