27 Ocak 2016 Çarşamba

Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği




                                          
                                               Yazar: Milan Kundera
                                               Orijinal Dili: Çekce
                                               Yayınevi: Can Yayınları
                                               Çeviren: Fatih Özgüven
                                               Basım Yeri / Tarihi: İstanbul, Ağustos 2015, 1. Baskı

Cumartesi ve pazar günleri, varolmanın tatlı hafifliğinin geleceğin derinliklerinden yükselip yanına vardığı duygusu içindeydi. Pazartesi, benzerini bundan önce hiç tanımadığı bir ağırlıkla çarpıldı. Rus tanklarının tonlarca çeliği bunun yanında hiç kalırdı. Çünkü sevecenlikten daha ağır bir şey yoktur dünyada.

Milan Kundera'nın en bilinen romanı Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği, yayımlanır yayımlanmaz çağdaş klasikler arasına girmiş, geçen yüzyılın en güçlü anlatılarından biri. Kundera, tepkiye karşı tepkisizliği, kararlılığa karşı kararsızlığın tutarlı ve erdemli yanlarını araştırdığı romanının başkişisi Tomas'la alışılmış, arkasında güçlü düşünce ve yaşam kurallarını taşıyan roman karakterlerini sorgular. Sovyetler'in Çekoslovakya'yı işgal günlerini de arka planda anlatır. Tıpkı kişiler gibi toplumsal önyargılar da eninde sonunda kararsızlığa ve "varolmanın dayanılmaz hafifliği"ne mahkûmdur ne de olsa. (Arka Kapak)

Yorumlarımız:

1968 yılında Prag’da başlıyor hikâye. Rus işgali, komünizm, özgürlüklerin kısıtlanması arka planda anlatılmasına rağmen insan ilişkileri, varoluş, hayat, bağımlılıklar, tutku, vazgeçememe, hayvan sevgisi dört ana karakter çerçevesinde anlatılıyor.
Kadınlardan kopamayan ama onlara bağlanamayan, bu durumun sadece kadınlarla değil hayatındaki tüm insanlar için geçerli olduğuna inanmış, bağlılıkların getireceği sorumluluk duygusundan kaçmak için oğlunu bile görmekten vazgeçmiş bir karakter Tomas.
Tereza ise annesiyle sorunlu. Aile bağlarından kaçıyor ama Tomas’a sımsıkı bağlanıyor. Tereza’nın bedenini evdeki çıplaklıkla sıradanlaştıran annesinden sonra, Tomas’ın da başka kadınlarla kurduğu ilişkilerden vazgeçmeyip Tereza’yı sıradanlaştırması onu çok sarsmasına rağmen Tomas’tan vazgeçemiyor.
Hayatı ve cinselliği aynı Tomas gibi yaşayan Sabina ise kimseye bağlanmak istemeyip özgür yaşamayı ve resim yapmayı seçiyor. Sabina’ya olan aşkı sayesinde eşinden ayrılan Franz ise terk edilince kendince özgürlüğünü ilan eder ama yinede yaptığı eylemleri Sabina hissetsin diye yapar, onu hiç unutamaz.
Politik bir insan olmamasına rağmen yazdığı bir yazı yüzünden hayatı tamamen değişen Tomas, inandığı “Einmal ist Keinmal” kavramı sayesinde önüne açılan yeni hayat yollarında şikâyet etmeden yeni hayatından keyif alıyor. Ama romanın sonuna doğru özgürlüğüne düşkün olmasına rağmen Tereza’ya ve köpeği Karenin’e ne kadar bağlandığını görüyoruz.

1984 yılında Kundera’nın yazdığı roman 1988 yılında Philip Kaufman tarafından filme alınmış. Kitabı bitirince filmi de seyrettim. Film Rus işgalini daha kuvvetli verse de, felsefe ve duygular kitapta çok daha etkileyici. Her ne kadar okuması kolay olmasa da kelimelerin kuvvetine bir kez daha inandım. NURİZER


Yaşam bir tane......Her anı biricik....Zamanı depolayamıyoruz, biriktiremiyoruz, saklayamıyoruz....Sadece Yaşayabiliyoruz !
Acemiyiz aslında gezegenimizde; her başımıza gelen olay ilk kere gerçekleşiyor, ne öncesi ne sonrası var; eskiz yapıp temize çekemiyoruz hiçbirşeyi.....kontrol, plan, program, önyargı, önlem işe yaramıyor, olayları arzulanan hedeflenen raya tamı tamına oturtamıyoruz ne kadar yapabileceğimizi sansak da.......
Tüm bunları yeniden düşündürtüyor Kundera ; ya insanı canlandıran, coşkulandıran, yaratıcılığı, meraklılığı, keyif alabilmeyi, keşfedebilmeyi sağlayan destekleyen "hafiflik" , ya da zihni ve bedeni aşağıya çeken, insanı sahiplenen/sahiplenilen konumuna düşüren, "an" ın ve olayların kendisinin yaşanmasına engel olan, "ağırlık" taraftarı olabileceğini insanın, gözler önüne seriyor. 
Karakterlerin yaptıkları seçimlerini, ilişkilerini , roman tarzında okurken arada Kundera’nın spekülatif düşünceleri ve doğrudan yargılarıyla karşılaşıyoruz ki kanımca kitabın en olumsuz yönü burda yatıyor...Ama bir yandan da bazı felsefi yaklaşımlarla kurduğu ilişkilendirmeyi ilk ağızdan duymuş oluyoruz. Semboller, kavramlar yazarın tüm yönlendirmesine rağmen , bence okuyucuya istenilenden çok daha çeşitli ve zengin algılarla ulaşıyor....Bunun sonucunda da sanırım her okuma sonucu, her okuyucu için " Var Olmanın Dayanılmaz Hafifliği" başka bir kitap olarak gerçekleşiyor. Düşüncelerin , uykuya yatmış algıların, günlük yaşantımızda, zihinlerimizde yeni bir farkındalıkla var olmasına da yol açıyor. 

30 sene öncesinde yazılmış bu kitap, güncelliğini , çağdaşlığını "zamansız" değerleri ve bunları insan odaklı tartışması sayesinde koruyor. Mutlaka okunması, tartışılması, üzerinde düşünülmesi, kendi yaşantımız ve düşünce sistemimizi sorgulatmasına izin verilmesi gereken bir kitap olarak anılmalı, dağarcığımızdan zaman zaman çekip çıkarılmalı, çeşitli vesileler ve referanslarla bizimle beraber olmalıdır uzun süre....UFUK


''İnsanın var olabilmesi için tüm bağlarından kurtulması, hafiflemesi gerekir.''

Karakterler bu inancı taşıdığından, sizinde tartışacak çok sözünüz oluyor bu felsefi romanda. Doktor Tomas bu uğurda biricik oğlundan bile uzaklaşabiliyor. Annesinin üstündeki baskıdan kaçarak kurtulmaya çalışan Tereza bu sefer Tomas'a derin bağlılık duyarak, birçok olumsuzluklara katlanmak zorunda kalıyor. Zorunlu olarak büyük yürüyüşe katılan ve Tomas'la ilişkisi olan ressam Sabina ise üçüncü farklı karakter. Ayrıca temsil ettiği değerler yüzünden Sabina'ya hayranlık duyan ve ateşle oynayan akademisyen Franz.Birbirinden farklı ama bağlantılı bu dört roman kahramanı varoluşçuluk, aile ve otorite ilişkileri,inançları açısından irdelenebilir.Arka fonda ise yaşanan bölgenin siyasi konumu, özellikle 1968 yılı Rus tanklarının bir sabah istilası . Daha da önemlisi faşist sol düzende yaşamanın nasıl zor bir hal aldığı anlatılmaktadır.

''Ağırlık ve Hafiflik'' , '' ES muss sein!'' Olmalı! gibi deyişler, okuyucusunu düşünmeye. sorgulamaya teşvik etmektedir.''Olmak'' hayatın insanlara sunduğu bir şans. Yaptırımların altında ezilmeli mi, baskılardan sıyrılarak hafifleyerek mi yaşamalı?


Romanda hafızalarımıza kazılacak hatta üzerinde tartışılması gereken birçok cümle var. Örneğin ''Tomas'ın dünyasına giriş biletiydi kitap.'' Göz gözü göremeyecek kadar yoğun ve sadece içinde kendi çığlığını duyabildiği bir sise dalmıştı Tereza.'' Daha fazlısı için lütfen Milan Kundera'nın bu harika romanını  okuyun diyorum.    ZELİHA

Milan Kundera’nın oldukça ses getirmiş olan bu kitabı 1968/70'li yılların Avrupasında, Çekoslovakya'nın özgürlük talepleri karşısında Rus işgali dönemini anlatmakta ve ana karakterlerin Çekoslovakya da yaşam şartlarının ağırlaşması; özellikli özgürlüklerin kısıtlanması sonucu İsviçre'ye gitmeleri, aralarındaki ilişkinin sorunları nedeniyle kadın kahramanın tekrar Çekoslovakya’ya dönmesi, erkeğin onun peşinden gitmesi ve yaşamlarının orada sonlanması çerçevesinde geçmekte. Ancak kitap kahramanlarının ilişkilerini anlatırken çok ciddi bir şekilde yaşamla ilgili felsefi sorunlara değinmekte, sorgulamakta ve okuyucuyu düşünmeye zorlamakta. Bence olaylardan ziyade, kişilerin davranışlarını etkileyen bu karmaşık düşünce örgüsü kitabın en enteresan ancak bir o kadar da okuyucuyu zorlayıcı unsuru.  Kitap bir çok şeyi sorgulamanın yanı sıra yaşam akışının tamamen tesadüfler sonucu şekillendiğini gözler önüne sermekte kanımca. Herkese bu kitabı okuyup düşünmesini öneririm ve bence iki kere okumakta fayda var. DEMET


20 Ocak 2016 Çarşamba

Milan Kundera




1 Nisan 1929 günü, şimdiki Çek Cumhuriyeti’nin güneyinde, Avusturya sınırına yakın bir şehirde, Brno’da bir erkek çocuğu dünyaya gelir. Adını Milan koyarlar. Babası Ludvik Kundera ünlü Çek kompozitörü Leoš Janáček’in öğrencisi, deneyimli bir piyanistti. Daha sonraki yıllarda Ludvik, Janáček Müzik Akademisi’nin başına geçer. Babasından aldığı müzik sevgisi ve donanımı Milan’ın yazarlık hayatında önemli rol oynayacaktır. Liseyi doğduğu kentte, Brno’da okuyan genç Milan, Üniversite eğitimi için Prag’a gider. Charles Üniversitesi’nde iki yıl edebiyat öğrenimi gördükten sonra ilgisi başka bir alana kayar, film yönetmenliği ve senaryo alanında kendini geliştirmeye çalışır. İlk gençlik yıllarında Milan da çevresindeki gençler gibi 1948 yılında kurulan Komünist Parti’ye üye olmuştur. Ancak iki yıl geçmeden ayrıksı görüşleri nedeniyle bir yazar arkadaşıyla birlikte 1950 yılında partiden ihraç edilir.
Bir yandan Prag Film Akademi’sinde çalışırken bir yandan da oyunlar, denemeler yazmaya başlamıştır. İlk önemli eseri Perde  – Umění románu 1960 yılında yayınlanır. Kundera, “yazarların birinci önceliğinin geçmişte yaratılmış edebi eserlerden daha iyisini üretmek değil, o yazarların görmediğini görüp, söylemediğini söylemek” olduğuna inanır.
Kundera ülkesinin içine düştüğü çıkmazın farkına vardığında bunu bir kitabın sayfalarına dökmek ister ve ilk romanı Şaka – Zert 1967 yılında Prag’da yayınlanır. Roman, günlük hayatta yapılan şakaların bile kişilerin hayatını nasıl olumsuz etkilediği üzerine kurgulanmıştır. 1967 yılında Vera Hrabankova ile evlenen yazar eşiyle birlikte 1975 yılında Fransa’ya iltica eder. Önce Rennes Üniversitesi’nde öğretim görevlisi olarak işe başlar, iki yıl sonra da Paris’e taşınıp şehrin doğusuna, Montparnasse’a yerleşir. Gülünesi Aşklar -LeLivre du rire et de l’oubli (1979) veVar Olmanın Dayanılmaz Hafifliği  – l’Insoutenable légèreté de l’être  (1984) Fransa’da yayınlanan ilk eserleridir.
Kundera’nın en değerli eserlerinden biri de 1986 yılında yayınlanan Roman Sanatı – L’Art du roman olmuştur. Bir bakıma, yıllar önce kaleme aldığı Perde adlı denemesinin devamı niteliği taşıyan bu eserinde Kundera, Cervantes, Broch, Musil ve Kafka gibi beğendiği yazarların eserlerini derinlemesine inceler.

1990 yılına geldiğimizde Kundera’nın önemli eserlerinden bir başkası, Ölümsüzlük – L’Immortalité yayınlanır Fransa’da. Yine yedi bölüm üzerine inşa edilmiş bu eserinde yazar bir kez daha yaşamı sorgular. Daha sonraki yıllarda Yavaşlık – La Lenteur (1995), Kimlik-L’identité  (1998) ve Bilmemek – L’Ignorance adlı kısa romanlarıyla edebiyat dünyasındaki varlığını sürdürse de Kundera yazarlıktan kazandığı bunca ün ve paraya rağmen Paris’in Montparnasse mahallesindeki mütevazı yaşamını değiştirmeyi hiçbir zaman düşünmez.

10 Ocak 2016 Pazar

Güle güle 2015, Hoş geldin 2016





2016 ya hoş geldin, 2015 e güle güle derken biz Sekizler’in  hayatında acaba neler oldu: yılın  ilk yarısında Yüksel, yılın son ayında Nurizer oğullarını evlendirdi. Ne mutlu onlara. Yeni çiftler hep mutlu olsun, yürekleri hep sevgi dolsun. Beyza'nın nur topu gibi bir oğlan torunu dünyaya geldi: Toprak bebek. O şimdi geniş Sekiz ailesinin en genç üyesi. Ona hayata hoş geldin diyor, bol şanslar diliyoruz. Ufuk’un küçük oğlu Amerika’da, Demet’in güzel kızı Türkiye’de üniversitelerine, Zeliha'nın akıllı torunu Sinan ilkokulda eğitim hayatlarına başarı ile devam ettiler. Leyla yabancı bankadaki görevini Ağustos başında bıraktı ve daha özgür bir hayata yelken açtı. Işıl ise hayattan zevk almaya ve dünyayı dolaşmaya devam etti.

Hep güzellikler yok hayatımızda: kaybettiklerimiz var, sıkıntılarımız var. Ülkemizin bitmeyen ızdırapları var. Ama biz Sekizler hiç ümidimizi ve umudumuzu yitirmeden devam etmeye kararlıyız. Yaz ayları hariç her ay toplandık ve okumaya, tartışmaya, birlikte olmanın keyfini çıkarmaya devam ettik. Tek isteğimiz bu birlikteliğimizin sürmesi. Daha fazla kültürel etkinliklere katılmak, daha fazla kitap okumak … Çünkü hepimiz güzel yaşamanın öncelikle ruhu beslemekten geçtiğine inanıyoruz. Ve umuyoruz ki 2016 tüm insanlık için daha fazla barış ve sevgi dolu geçer.

Güle güle 2015, hoş geldin 2016…LEYLA