Albert Camus, 7 Kasım 1913 yılında Cezayir’in
Mondavi kentinde dünyaya gelir. Yoksul bir ailede büyüyen yazarın babası 1.
Dünya Savaşı’nda ölünce İspanyol asıllı annesiyle bu yoksul hayatı sürdürmeye
devam eder. 1923 yılında Lise öğrenimine başlar. Burada başarılı bir öğrencilik
hayatının ardından Cezayir Üniversitesinin Felsefe Bölümü’ne girer. Camus,
üniversitedeki hayatı boyunca felsefe alanında kendini geliştirirken bir yandan
da okulun futbol takımında kalecilik yapıyordu. Ne yazık ki yazarın 1930
yılında verem hastalığına yakalanması futbol kariyerini sonlandırdı ve yazar,
akademik çalışmalarına odaklanmaya başladı.
Albert Camus üniversite eğitimini tamamladığı sırada bohem bir aktris olan Simone ile evlenir. Ancak morfin kullanan ve kendisine ayak bağı olan eşinden kısa zamanda ayrılır. Önce Fransız Komünist Partisi’ne, ardından da 1937’de Cezayir Halk Partisi’ne üye olur. Gerçekte Marx ve Engels’den çok Fransız düşünürler Malraux ve André Gide’nin eserlerini okumakta ve onların fikirlerine yakınlık duymaktadır. Bağımsız düşünceleri yüzünden Troçkist olarak nitelendirilip partiden uzaklaştırılır.
Albert Camus üniversite eğitimini tamamladığı sırada bohem bir aktris olan Simone ile evlenir. Ancak morfin kullanan ve kendisine ayak bağı olan eşinden kısa zamanda ayrılır. Önce Fransız Komünist Partisi’ne, ardından da 1937’de Cezayir Halk Partisi’ne üye olur. Gerçekte Marx ve Engels’den çok Fransız düşünürler Malraux ve André Gide’nin eserlerini okumakta ve onların fikirlerine yakınlık duymaktadır. Bağımsız düşünceleri yüzünden Troçkist olarak nitelendirilip partiden uzaklaştırılır.
Camus’nün ilk yayınlanan eseri, derlenmiş makalelerinin yer aldığı L’envers
et L’endroit – Tersi ve Yüzü (1937) adlı kitaptır. Bir yıl sonra
Fransa’ya taşınır. İki yıl boyunca Cezayir Yönetimi adına Fransız neşriyatını
takip etmekle görevlendirilir. Böylece hem güvenli bir gelire kavuşmuştur hem
de çok sevdiği edebiyat dünyasına gönlünce vakit ayırabilecektir. O yıllarda
tanıştığı bir Fransız piyanist olan Francine Faure ile evlenir. Bu evlilikten
Catherine ve Jean adında çocukları oldu.
Camus, yazar olmanın dışında hayatının belli bölümlerinde tiyatroya büyük
yakınlık duyar. Paris’teki ilk yıllarında bir tiyatronun sahibidir. Sahnede rol
alır, yönetir, oyunlar yazar. İlk tiyatro eseri 1938 yılında kaleme
aldığı Caligula’ dır. Cinnet getiren bu Roma İmparatorunun
dramını konu etmesi nedeniyle absürdizmin bir savunucusu olarak
nitelendirilecektir.
Camus’nün ilk yankı uyandıran çıkışı 1942 yılında yayınlanan L’Etranger
– Yabancı adlı romanıyla gerçekleşir. Hem tepki alan hem de edebi
çevrelerde ilgi uyandıran bu eseri Camus’nün bir varoluşçu olarak
tanımlanmasına neden olur.
Artık II. Dünya Savaşı başlamıştır. Geçirdiği verem nedeniyle Camus askere
alınmaz. Paris Nazi ordularınca işgal edilince, çalıştığı Paris-Soir gazetesi
yazarlarıyla birlikte, iki yaşındaki ikizlerini ve eşi Francine’i de yanına
alıp Bordeaux’ya taşınır. Bir süre sonra da Fransız Direniş grubuna
katılıp Combat adlı yeraltı gazetesinde editörlük yapmaya
başlar. Önce Paris’i Almanlardan kurtaran Amerikalıları alkışlayacak, ardından
Nagazaki ve Hiroşima’ya atom bombası atan Amerikayı sonuna kadar
eleştirecektir.
Savaşın ardından ticari bir hüviyete bürünen Combat’tan ayrılır. Artık
politikaya, gazeteciliğe ve tiyatro tutkusuna sınır koyacak, sadece yazmaya
yoğunlaşacaktır. En ünlü eserlerinden biri olan La Peste – Veba,
1947’de yayınlanır.
1949 yılında Camus yeniden tiyatroya döner ve 1905 yılında isyancıların
öldürdüğü bir Rus aristokratının hikâyesini konu eden bir senaryosu
yayınlanır: Les Justes. İki yıl sonra yayınlanan L’Homme
R’evolte – Başkaldıran İnsan adlı denemesinde Avrupa tarihinde vuku
bulan isyanları ve toplumsal devrimleri ele alır. Ve nihayet 1956 yılında,
hayattayken yayınlanan son eseri olan La Chute – Düşüş adlı
romanı okurlarıyla buluşur.
1957 yılına geldiğimizde ilk kez Afrika kökenli bir yazar, Albert Camus,
Edebiyat dalında Nobel ödülüne lâyık görülür. Karar açıklanırken bu
ödülün “zamanımızda insan vicdanının
sorunlarını aydınlatan ileri görüşlü samimiyetini yansıtan önemli edebi
eserleri” nedeniyle verildiği açıklanır.
Camus’a “En tuhaf ölüm şekli nedir?” diye
sorulduğunda “Sanırım bir araba kazasında ölmek.” diyordu. Tuhaf bir tesadüftür
ki, 4 Ocak 1960 günü, her zaman olduğu
gibi trenle seyahat edecekken dostu ve yayıncısı Michel Gallimard’ın
ısrarlarına dayanamayıp onun arabasına biner. Ve bir kaza olur.
Kaza mahalline gelenler yayınlanmamış bir eserin notlarını bulurlar. Kendi yaşamından
notlar halinde düzenlenmiş bu otobiyografi, 1995 yılında Le Premier
Homme – İlk Adam adıyla kızı tarafından yayınlanır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder