Yazar: Yakup Kadri Karaosmanoğlu
Yayınevi: İletişim Yayınları
Basım Yeri / Tarihi: İstanbul, 2019 – 86.
Baskı
Yaban’da olaylar, savaş gazisi olan Ahmet
Celal’in İstanbul’a dönememesi sebebiyle, Porsuk Çayı kıyısındaki bir köye
yerleşmesiyle başlıyor. Ahmet Celal, romanda dönemin aydınlarını yansıtan
karakter olarak okur karşısına çıkıyor. Başkahraman, yedek subay olarak
katıldığı Birinci Dünya Savaşı’nda kolunu kaybediyor. Savaşın ardından
İstanbul’a dönmek istese de İngiliz işgalinde olan şehre dönemiyor. Emir eri
Mehmet Ali’nin davetiyle Porsuk Çayı kıyısındaki köye geliyor.
Yazar buradan sonrasında aydın-köylü
çatışmasını öne çıkarıyor. Kılık kıyafetinden üslubuna kadar köydeki herkesten
farklı olan Ahmet Celal’in kendini kabul ettirmesi elbette ki kolay olmuyor.
Bununla birlikte kendisiyle bambaşka bir açıdan dünyaya bakan köylülere,
kurtuluş mücadelesiyle ilgili fikirlerini anlatabilmesi de mümkün olmuyor. Tüm
bunların arasında bir de Ahmet Celal’in yüreğine sevda düşüyor.
Yakup Kadri, Yaban adlı eseri ile milli
mücadele yıllarındaki koşulların zorluğunu bir kez daha gözler önüne seriyor.
Kitapta, söz konusu dönemde köylerdeki imkanların kısıtlılığının yanı sıra
eğitimsizliğin ve cehaletin yol açtığı sorunlar ile başa çıkmanın güçlüğü açık
bir şekilde vurgulanıyor. Ayrıca eğitimsiz bir topluluk içerisine yerleştirilen
aydın karakter ile olaylara ve durumlara iki yönlü bir bakış açısı sunuluyor.
Yorumlarımız:
Yaban bir dönem romanı…. 1932’de yazılmış olmasına rağmen, 1919 – 1921
yılları arasında Porsuk Çayı kıyısında bir köyde geçer.
Türkiye topraklarında bir savaş yaşanmakta
o dönem. Savaşa geçmeden önce dönemin bir de sosyal gerçeklerine bakalım. 1923
yılına ait bazı bilgiler var var elimde, 1-2 yıl öncesini de siz hayal edin.
Toplam nüfus 13 milyon. Bunun 11milyonu
köylerde yaşıyor.
40 bin köy var. 37bin köyde okul, postane,
dükkân yok. 30 bin köyde de camii yok.
Traktör, biçer-döver, modern tarım yok.
Nüfusun sadece yüzde onu okur-yazar. (5-6
yıl öncesine gidince Osmanlı’da okuma yazma oranı yüzde beşlere kadar düşüyor)
4896 ilköğretim okulu var. Toplam öğrenci
sayısı 342bin. Bunun 63bini kız öğrenci.
Bu yılların asıl gerçeği olan Savaş’a
gelirsek… 1. Dünya Savaşı sonrası İtilaf Devletleri arasında toprakları
paylaşılan Osmanlı İmparatorluğu yenilgiyi kabul etmesine rağmen, Mustafa Kemal
ve arkadaşlarının Anadolu’ya geçerek başlattığı Kurtuluş Savaşı’nın ilk
yılları… 15 Mayıs 1919’da İzmir’e çıkan Yunanlıların kendilerine verilen
toprağı daha da genişletmek için taarruz üstüne taarruz yaptığı yıllar…
Romandaki köye de Yunanlılar geliyor hem
de iki kere. İlk seferinde Ankara’yı almaya giderken köyde konaklayıp, köylünün
elindeki tüm erzağı ve hayvanları alıp, daha sonra ödeyeceğiz diye ellerine
bazı pusulalar veriyorlar. İkinci seferinde ise, Ankara’ya varamadan Sakarya
Meydan Savaşında yenildikten sonra geri çekilirken gelip, tüm evleri yakıp
yıkıyor ve köylüleri öldürüyorlar.
Halbuki bu köylüler Yunanlıların
uçaklardan attığı “Mustafa Kemal’in hilafet düşmanı olduğunu, kendilerinin
İslam’ı kurtarmak için geldiklerini, mukavemet görmedikleri müddetçe halka
zarar vermeyeceklerini, bu gelen ordunun Avrupa adlı bir kraliçenin emrinde
olduğunu, İslam’a hizmet ettiklerini” anlatan bildirilerine inanmayı tercih
edip Ahmet Celal’in anlattığı Kurtuluş Savaşı zaferlerine inanmamışlardı.
Roman tabii ki kurgu.. Yalnızlığın,
karamsarlığın, savaşın içinde naif bir aşk hikayesi bile var. Ahmet Celal kurgu
olsa da Yunanlılar, yaşananlar ve savaş o dönemin gerçekleri… Tam bir
yaşanmışlıklar romanı. Şeyh Yusuf, Salih ağa, imam, köylüler kurgu gibi görülse
de hepsi gerçek hayatta da var olan kişiler değil mi? Hatta üzerinden yüzyıl
geçmiş olsa bile buna benzer kişiler yok mu köylerimizde? Büyük
şehirlerimizde????
Bana yeniden Kurtuluş savaşını, Atatürk’ü,
Atatürk’ün cesaretini, Anadolu insanına olan inancını hatırlatan bu romanı
okuduğuma çok memnunum.
Sade dili ile çarpıcı birçok noktaya
parmak basan bu romanı okumanızı tavsiye ederim. NURİZER
Yazar Yakup Kadri Karaosmanoğlu bizi bir
gerçekle yüzleştiriyor.
1919-1922 yılları arası, Porsuk çayı etrafında
Yunanlılarla savaşıyorduk.
Tarih, bazen sadece başarıları aktarır.
Olumsuzluklarda detaya girmek istemez.
Bu romanda perdenin arkasında kalan gerçekleri, bütün açıklığıyla
öğrenmiş olacaksınız.
Köylülerin cahil, ilgisiz olmasının
altında yatan gerçekler. Romanda bu
kadar aciz tanımlanan köylü halkının vurdum duymazlığı! Ankara'ya karşı
umursamazlığı!
Çanakkale savaşında kolunu kaybeden subay
Ahmet Celal köylünün tanımıyla “yaban”, ne ummuştu bu köyde ne buldu? Sonunda
yaşadığı aşk ve köylülerle ilgili özeleştirileri. Merakla okuyacağınız, yalın
dille yazılmış bir roman.
Ben, daha sonrasında düşündüm. Kurtuluş
savaşının gönüllüleri, vatanı uğruna destan yazan da Anadolu insanı değil
miydi? O halde suçlular kim? İlgiyle okuyacağınızı umuyorum. ZELİHA
Uzun zamandır çoğunlukla yabancı
yazarların romanını okuduğumuz için nisan ayında tercihimizi edebiyatımızın
önemli isimlerinden Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun en bilinen, beğenilen
romanlarından Yaban’ı seçmekle ne kadar isabetli bir karar verdiğimizi aylık
Kitap Kulübü toplantımızdaki zoom tartışmamızda daha iyi anladık. Bence bunun
en büyük nedeni zorlu kurtuluş savaşımızın en azından belli bir kesitini tekrar
gözden geçirerek hafızalarımızı tazeleme imkânı bulmamızdı. Bir ulus yaratmanın
ne kadar güçlü bir mücadele olduğunun bir kez daha bilincine vardık.
Yaban romanı birinci dünya harbinde bir
kolunu kaybetmiş Yüzbaşı Ahmet Celal’in 35 yaşında artık hayatta hiç kimsesiz,
sevgisiz kaldığı bir dönemde, kendisi ile beraber dört yıl askerlik yapmış er
Mehmet Ali’nin daveti üzerine Porsuk nehrinin yakınındaki köyüne göç etmesi ile
başlar. Olaylar Sakarya meydan muharebesine yakın dönemde yani 1921 yılında
geçmektedir. Roman ise 1932 yılında yazılıp, basılmıştır. Ahmet Cemal,
köylülerin ne denli günlük işleri ile meşgul olduklarını, karınlarını
doyurmaktan başka hiçbir gayelerinin bulunmadığını, cahilliklerini,
yoksulluklarını, softaların, köy ağalarının tamamı ile etkisi altında
yaşadıklarını, ezilmişliklerini, vatanseverlik bilincinden uzak bulunduklarını
günlüğüne devamlı kaydeder. Tüm bunları idrak etmekte zorluk çeken Ahmet Cemal,
başlarda köylülere bir kurtuluş savaşının devam ettiğini; Atatürk’ün bunun için
çabaladığını, çalıştığını; vatan sevgisini, askerliğin önemini anlatmaya
çalışsa da köylünün lakayt davranışını değiştiremez ve adeta pes eder. Ve
sonunda içine kapanıp, yalnızlığı yaşar. Çünkü köylülerin bu duruma düşmesinde
onları bilinçlendirmek için hiçbir çaba sarf etmeyen Türk aydınında bulur
kabahati (sayfa 110 ve 111). Bu yalnızlık içinde yakın köyden Emine diye genç
bir kıza ilgi duyar, ancak tüm köylüler gibi Emine de onu ‘YABAN’ görür ve
yakınlaşma olmaz. Köye daha sonra düşman askerleri gelecek ve köyü talan
edeceklerdir… Romanın sonu ise belirsizlikle bitecektir.
Yazar kuvvetli anlatım gücü ve
tasvirlerindeki gerçeklik ile köydeki olaylar dizisi ile fondaki kurtuluş
savaşını birleştirmeyi ustalıkla başarmıştır.
Bazı eleştirmenler zaten bu romanın türüne ‘tarihi gerçeklik’ demiştir.
Benim ve çoğumuz için okuduğumuz tarihi gerçekler biraz ürkütücü, biraz
şaşırtıcı ve bir o kadar da gerçektir. Yazar bu romanı yazdıktan iki yıl sonra
Ankara romanını yazmıştır. Bu kitapta bu sefer Selma adlı kadının cumhuriyet
ilan edildikten sonra Ankara’da geçen hayat hikayesi söz edilmekte ve bu hayat
sessiz ve sade bir dille eleştirilmektedir. Kısacası birbirine tam zıt iki
hayat biçimi Yakup Kadri’nin kaleminde can bulmuş, okuyucuyu hem bilgilendirmiş
hem düşündürmüştür. Burada bence düşündüren en güzel soru şudur: Ben bu ülkenin
okumuş aydını olarak o dönemde yaşasaydım ne yapabilirdim? Kısacası bu
romanlarda vatan sevgisiz, eğitimsiz, bağnaz bir halk ile hümanist ve geniş
vizyonlu bir lider ve ekibi olmadan hiçbir şeyin başarılamadığını bir kez daha
görmüş oldum.
Her iki kitabı da okumanızı salık veririm.
LEYLA
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder