Bu hafta Oscar’a Aday 3 film izledim. Üçü de gerçek hayat hikâyesinden etkilenmişti.
İlki, 7 dalda Oscar ‘a aday olmuş Amerikalı boksör Micky Ward ve abisi Dick Eklund’ın hayatından bir kesit anlatan başrolde Mark Wahlberg ve abisi rolünde Christian Bale’in oynadığı “Dövüşçü ( The Fighter)”. Yönetmenliğini David O. Russel’ın yaptığı film yalnızca bir boksör filmi değil, aynı zamanda İrlanda asıllı orta sınıf dokuz çocuklu bir Amerikan ailesinin yaşamını anlatıyor. Film bir abi kardeş hikâyesinden yola çıkıyor. Dicky eski parlak kariyerinin gölgesinde yaşayan yalnızca kendi mahallesinde efsane bir boksör. Ama dibe vurmuş durumda artık. Kardeşi Micky ise yıllarca onu örnek almış, onun altında ezilmiş ve kendi çıkışını yapamamış bir diğer boksör. İki kardeşin çatışması, kalabalık ailenin işin içinde olması ve her kafadan bir ses çıkması, Micky’nin hayatına giren kız arkadaşının onu yüreklendirmesi, vazgeçilmez aile bağları, annenin abiye olan aşırı düşkünlüğü, ailedeki bütün karakterlerin hayatta başarısız olmaları ve bunu kabullenmiş olmaları çok güzel anlatılıyor. Öncelikle Dick Eklund karakterinde Christian Bale ne yapacağı belli olmayan, dengesiz, eski günlerin anıları ile ayakta durmaya çalışan bir bağımlıyı oynarken, öykünün esas karakterine dönüşüyor. Altın Küre’de en iyi yardımcı oyuncu ödülünü kazanması ve Oscar’ın en ciddi adayı olması boşuna değil. Esas oğlan Mark Wahlberg çevrenin en sessiz, en silik karakteri gibi duruyor. Kavgacı ailesinin sebep olduğu tüm gürültülü olaylar, annesine olan bağlılığına karşılık bulamaması, onu sessiz ve kontrollü olmaya mecbur ediyor. Wahlberg dengeli durması gereken bir karakteri yeterince kontrollü oynuyor. Anne Alice’de Melice Leo ise beceriksizce kararlarını otoriter pozlarla kabul ettirmeye çalışan ve ailenin kontrolünü elinden kaçırmaktan korkan bir ruh durumunu muhteşem yansıtıyor. Onun da Oscar’ın en önemli adayları arasında olması doğal.
İkinci film, “Slumdog Millionare” ile en iyi yönetmen Oscar’ını alan Danny Boyle’un “127 saat (127 Hours)” isimli filmi. Başrolünü, bu yılki Oscar törenini sunacak olan, James Franco’nun oynadığı dağcı Aron Ralston'un tüyler ürperten hikayesini anlatan film 6 dalda Oscar’a aday. Geç, dinamik, özgür ruhlu bir dağcı olan Aron, Utah yakınlarında bir kanyona tırmanırken ayağı kayar ve kolu bir kayaya sıkışır. Ölüme bu kadar yakın olmak, yaşamak için elinde ki tüm çareleri, birer birer tüketmek, onu geçmiş ile bir muhasebeye götürür. Film, sınırlı bir mekân ve sonu belli kısır bir senaryo ve tek bir oyuncu ile yine de izleyiciyi ekrana bağlayabiliyor. Bunda hem yönetmenin başarısı hem de James Franco’nun muhteşem oyunculuğunun rolü büyük.
Üçüncü film, tam 12 dalda Oscar’a aday olan yönetmenliğini Tom Hooper’ın yaptığı “Zoraki Kral (King’s Speech)”. Yine gerçek bir hayat hikâyesi. Film şimdiki İngiltere Kraliçesi Elizabeth’in babası olan VI. George üzerine kurulu. Abisi Edward Amerikalı Wallis Simpson ile evlenebilmek için tahttan feragat edince istemeden Kral olan VI. George'un en önemli eksikliği kekeme oluşu ve heyecandan topluluk karşısında konuşamaması. İşte bu anda devreye Lionel Logue isimli bir konuşma terapisti devreye giriyor. Birçok tedavi ve doktordan sonuç alamayan VI. George'u, çok farklı yöntemler ile tedavi ediyor. Aslında kekemeliğinin heyecandan öte, kendine olan güvensizliğinden kaynaklandığını gösteriyor ve Kralın tacını giydikten sonraki yaptığı radyo konuşmasını hiç kekelemeden yapmasını sağlıyor. Kral rolünde Colin Firth, terapist rolünde Geoffry Rush ve Kralın eşi rolündeki Helena Bonham Carter da Oscar’a aday. Film ikinci dünya Savaşı sırasında geçmesine rağmen politikaya bulaşmadan tamamen anlatmaya niyetlendiği şeyi anlatıyor, kekeme bir kralın kekemeliğini yenmesini. Bu basit konuyu, muhteşem oyunculuklarla o kadar sade ama keyifli anlatıyor ki hiç sıkılmadan hatta yer yer kahkahalarla izlettiriyor kendini.
Colin Firth “En İyi Erkek Oyuncu”, Geoffry Rush’ı çok sevmeme rağmen ise Christian Bale “En iyi Yardımcı Erkek Oyuncu” Oscar adayları arasında benim favorilerim.
Eğer filmlerin hiçbirini görmediyseniz ve yalnızca birine gidecek vaktiniz varsa “Zoraki Kral” tercihiniz olsun. NURİZER
Zoraki Kral (King’s Speech)”: Zoraki Kral'ı gördüm ve çok beğendiğimi söyleyebilirim. Bunun iki nedeni var; birincisi film son derece doğal bir akış içinde çok cazip gibi görünen yaşantıların aslında ne kadar zorluklarla dolu olduğunu- psikolojik olarak ne kadar yıpratıcı olabileceğini çok güzel bir şekilde ortaya koyuyor. İkinci olarak, hikâye aslında durağan sayılabilecek bir konuyu ele almakla birlikte son derece sürükleyici ve Oscar'a aday üç oyuncu da özellikle Kral 6.George (Colin Firth) ve konuşma terapisti Lionel Logue (Geoffry Rush) olağanüstü bir oyun sergiliyor. Herkese tavsiye ediyorum. DEMET