Yayınevi: Can Yayınları
Orijinal Dili: İngilizce
Çeviren: Nihal Yeğinobalı
Orijinal Adı: Women in Love
Kapak Tasarımı: Erkal Yavi
Basım Yeri / Tarihi: İstanbul, Aralık 2009- 1.Baskı
D.H. Lawrence, Chatterley'in Sevgilisi, Bakire ile Çingene, Oğullar ve Sevgililer gibi romanlarıyla tanınan modernist sanat akımının önemli yazarlarındandır. En incelikli, en yetkin yapıtı sayılan Âşık Kadınlar, İngiltere’nin, maden işletmeleriyle ünlü bir taşra kentindeki Ursula ve Gudrun kardeşlerin aşk öyküleri üzerine kurulmuş. Ursula cinsellik konusunda farklı görüşleri olan bir aydına, Gudrun ise cinselliği pratik boyutta yaşayan zengin bir sanayiciye âşık olur. Bu iki çiftin birbirleriyle ve çevreleriyle olan ilişkilerinde, çelişki dolu bir beklentiler yumağının çözülüşünü izliyoruz. Âşık Kadınlar, ilk yayımlandığında cinselliğe ağırlık veren yapısı nedeniyle sert eleştirilerle karşılandı, hatta müstehcen olarak damgalandı. Oysa Âşık Kadınlar, iki kardeşin ilişkilerinin yanı sıra, alttan alta yazıldığı dönemin kültürel değişimini de yansıtıyor. Kitapta savaştan hiç söz edilmiyor olsa da, sanayileşmiş dünyadaki gelişmelerin Birinci Dünya Savaşı’nda yaşanan insan kıyımına yol açtığı ve bu koşullarda kendimize “insan” demenin bir anlamı olup olmadığı sorgulanıyor. Böyle bir ortamda aşk, evlilik, aile, dostluk gibi insanca ilişkilerin gerçek değeri sorusuna yanıt aranıyor. (Arka Kapaktan) Yorumlarımız: D.H. Lawrence’ın Aşık Kadınlar (Women in Love) kitabını okumamızın benim açımdan çok isabetli olduğunu söyleyebilirim çünkü lise sıralarında okumuş olduğumuz “Oğullar ve Sevgililer (Sons and Lovers)” ve zamanında sansasyon yaratmış olan kitabı “Lady Chatterly’in Sevgilisi”ni (Lady Chatterly’s Lover) üslup ve içerik olarak çok net hatırladığımı söyleyemeyeceğim. Olgunluk döneminde bir D.H. Lawrence kitabı okumak, yazarın yaşadığı dönemi daha rahat irdelemek, aynı dönemde Türkiye’de kadın-erkek ilişkileri üzerinde düşünmek (ki aşağı yukarı büyük anneanne/ dedelerimizin kuşağıyla örtüşmekte) ve bu dönemde Türk edebiyatında aşk üzerine yazılmış romanlarla mukayese etme fırsatını verdi bana. “Aşık Kadınlar” 20. yüzyılın başlarında İngiltere’nin bir madenci şehrinde yaşayan orta gelir seviyesinde ancak meslek sahibi iki kız kardeş ve onların karşısına çıkan iki erkek arasındaki ilişkiyi anlatmakta. Ancak burada benim dikkatimi çeken “aşk”ın hepsi için farklı bir anlamı/ tanımı var. Yani alışık olduğumuz prototip “aşk” olgusundan çok farklı duygu ve düşüncelere tanık olmak mümkün. Yazar bunu, bizi son derece sofistike, felsefi tartışmalara maruz bırakarak yapmakta. Ayrıca ilişkiler gelişirken hem duygusal gelgitlerin yaşandığına tanık olmak, hem de iki birey arasında eşitlik için verilen mücadele- yani kimsenin kendi duruşundan, fikirlerinden taviz vermek zorunda olmamasının batılı/ modern toplumlarda kadın- erkek ilişkilerinin temelini oluşturduğu kanısına vardım. Oysa tutucu veya kapalı toplumlarda karşı cinsler arasında böyle çekişmeler veya kişiliklerin bu kadar kuvvetlice ve korkusuzca ortaya konmasına rastlamak pek mümkün olmuyor. Özellikle bastırılan ve erkeğin hegemonyası altına girmek zorunda bırakılan taraf ise kadınlar. Buna karşı çıkmak ise sonunda şiddete başvurulmasına bile neden olabiliyor. Üzülerek bu önemli farkın günümüze dek sürdüğü görüşündeyim. Aşık Kadınların tüm bunları düşündürten bir kitap olması, D.H.Lawrence’ın kanımca çok önemli bir yazar olmasının da bir kanıtı. DEMET D. H. Lawrence’ın Âşık Kadınlar’ının kahramanları iki kız kardeş olan Gudrun ve Ursula’dır. Gudrun ufak heykeller yapan bir sanatçı, Ursula ise bir öğretmendir. Lawrence’ın da büyüdüğü kasaba olan Nottinghamshire’da yaşayan bu iki kız, zengin bir madenci olan Gerald ve Rupert isimli bir ilköğretim müfettişi ile aşk yaşarlar. Rupert’in ilişkiler, karşı cins ve cinsellik hakkında farklı fikirleri vardır. Ursula ve Gudrun kuvvetli birer karakter olmalarına rağmen Ursula sonunda Rupert’in isteklerini kabul eder. Gudrun ile Gerald’da ise sanayici-sanatçı çekişmesini görüyoruz. Gudrun kendi düşüncelerinden hiç ödün vermez. Öte yandan Gerald ile Rupert arasında hiçbir zaman açıkça dile getirilmeyen eşcinsel bir çekim vardır. Kitap genelde bu dörtlünün diyaloglarından oluşuyor. Ölüm, evlilik ve kadın-erkek ilişkileri hakkında değişik felsefeler okuyoruz. Bazı bölümlerde Gerald’ın babası ve annesi ile yaptığı diyaloglarda bilhassa ölüm ve evlilik tartışmaları ön plana çıkıyor. Kitabı bitirdiğimde insanların bu kadar her şey hakkında yorum yapıp, düşünürken hayatı ıskadıklarını ve kendilerini zorladıklarını düşündüm. “Farklı olmak” için hayatı bu kadar çok zorlaştırmak gerekli mi acaba?? Çok fazla tasvirin yer aldığı, duyguların uzun uzun anlatıldığı, diyaloglarla dolu bir klasik roman okuduk. Seneler önce “Lady Chatterley’in Sevgilisi”ni okuduğumda yazarın sembollere önem verdiğini öğrenmiştim. Burada da kişilerin duygularına ve hislerine yönelik çeşitli semboller kullanıldığını görüyoruz. NURİZER |
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder