Yazar: Jhumpa Lahiri
Orijinal Dili: İngilizce
Orijinal Adı: The Lowland
Çeviren: Duygu Akın
Yayınevi: Domingo, Bkz Yayıncılık
Basım Yeri / Tarihi: İstanbul, Eylül 2014, 1. Baskı
Adanmışlıklarla ayrılmış, trajediyle birleşmiş iki
kardeş. Geçmişle lanetlenmiş bir kadın. Devrimle darmadağın olmuş bir ülke.
Kendi yitmiş, bedeli kalmış bir aşk. Günümüzün en önemli yazarlarından Pulitzer
ödüllü Jhumpa Lahiri'den, üç nesil ve iki ülkeye yayılmış büyüleyici bir roman.(Arka Kapak)
Yorumlarımız:
Hindistan’da,
Kalküta’nın güneyindeki Tollygunge’de -1960’lı yıllarda- başlayıp Amerika’ya uzanan
ve uzun bir zamana yayılan “Saçında Gün Işığı” olgun, mantıklı, görev adamı Subhash ile kendinden on beş ay küçük kural
tanımaz, atak, meraklı kardeşi Udayan üzerinden, birbirine benzemeyen üç kuşak
Matri ailesinin mutsuz hikâyesini anlatıyor. İki kardeş çocukluklarında
birbirlerine çok benzer gözükselersede üniversite yıllarında karakter
farklılıkları ortaya çıkar. Udayan ülkenin sorunları ile ilgilenmeye başlar.
Böylece Hindistan’da 1967-68’de ortaya çıkan Naksalit isimli bir komünist
hareketi ve o günlerdeki siyasi ortamı, öğrenci hareketlerini, ölümleri,
bombalamaları anlatır bize yazar. Subhash ise bilim adamı olmayı seçer ve
Amerika’ya doktora yapmaya gider. Subhash ilgilenmese de Amerika’daki
üniversite öğrencileri de ellerindeki megafonlarla, pankartlarla Vietnam
savaşını protesto ederler. Aslında o dönem tüm dünya kaynamaktadır, Paris’te ve
Türkiye’de de öğrenci olayları çok yoğun yaşanmaktadır.
Udayan’ın
evlenmesi ile Hindistan’a ait gelenekleri öğreniyoruz satır aralarında ve anne
ve babası ile ilgili detayları. Ama evlendikten iki yıl sonra Udayan ölüp
hamile eşi Gauri yalnız kalır. Subhash, kardeşinin cenazesi için Hindistan'a
gittiğinde, tereddüt etmeden, sanki yapması gerekeni en baştan beri
biliyormuşçasına Gauri ile evlenir ve onu Amerika’ya getirir. Romanın kalanında
geçmişinden kurtulamayan Gauri’nin Subhash’ı ve kızı Bela’yı ne kadar mutsuz
ettiğini okuyoruz. Okurken Gauri’yi suçlasakda sonuçta herkesin olgunlaşması
çok zaman alıyor ve hayat sakin akmaya başlıyor. Rahat okunan bir roman.
Mutsuzluğu ile okuyanı sıkmayan birazda Hindistan bilgileri veren bir roman.
Tavsiye ederim. NURİZER
Saçında Gün Işığı
Pulitzer ödüllü Jhumpa Lahiri kaleminden çıkmış bir kitap. Dolayısıyla dili
kolay, akıcı ve sürükleyici. Konu olarak iki coğrafya, iki farklı kültür,
kadın- erkek ilişkileri üç kuşak üzerinden aktarılmakta. Ben kitaptaki sürekli
olarak karşıma çıkan kontrastlardan etkilendim ve üzerinde düşünme ihtiyacını
duydum. Şöyle ki her ne kadar kişiler birbirlerinden farklı karakterlerde
olsalar da acaba yaşam için seçtikleri toplum onların farklı kimliklere
bürünmesi de zannettiğimizden daha etkin bir rol mü oynuyor? Udayan’ın seçimi
kardeşi gibi Amerika’ya gitmek olsaydı, çok farklı bir kimlikle karşımıza
çıkmaz mıydı? Veya Subbash Hindistan’da kalan kişi olsaydı, ailesinin gelenek
ve göreneklerinin bir sonraki nesildeki temsilcisi olmaktan öteye geçebilir miydi?
En önemlisi dul bir kadın olan Gauri’nin hayatı Hindistan sınırları içinde
nasıl olurdu- kişiliğini bulmak için verdiği içsel savaş ve kendi başına birey
olabilmek için gösterdiği cesarete sahip olur muydu yoksa kaderine razı olmak
durumunda mı kalırdı? Bu cesaret miydi yoksa bireyci bir toplumda yaşamanın
sonucu gelişen bir bencillik miydi? Kızı Bela’nın hayatı Hindistan ortamında
nasıl bir hayat olurdu? O da annesi tarafından terk edilmesine rağmen
özgürlükçü ortamda yetişmiş olmaktan bir kadın olarak fayda görmedi mi ve
karakteri o yönde oluşmadı mı? Kitap tüm bu soruları zihnimizde uyandırması ve
düşündürmesi açısından çok başarılı. Benim için ise bu kitabı okuduktan sonra
vardığım sonuç kişinin yaşadığı toplumun onun evrilmesinde en önemli faktörlerin
başında geldiği oldu- her ne kadar karakter farklılıkları, aile gibi faktörleri
göz ardı edemesek de toplumsal etkileşimlerin, yaşadığımız ortamın bizde
sandığımızdan fazla iz bıraktığı kanısındayım. DEMET
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder