Yazar:
Arundhati Roy
Orijinal
Adı: The God of Small Things
Orijinal
Dili: İngilizce
Yayınevi:
Can Yayınları
Çeviren:
İlknur Özdemir
Basım Yeri /
Tarihi: İstanbul, 2020 – 22. Baskı
Arundhati Roy, İngiltere'nin en saygın
edebiyat ödülü olan Booker Ödülü'nü 1997 yılında Küçük Şeylerin Tanrısı adlı
romanıyla aldı. Lirik bir dille, şiirsi bir anlatımla, bir söz-büyücü gibi
kullandığı sözcüklerle, yasak bir aşkın çökerttiği bir ailenin soluk kesen
dramını anlattı. Varlıklı bir Hindu ailesinin güzel kızı Ammu, ailesinin
yanında çalışan bir işçiye âşık olur. Önüne geçilmez, kural tanımaz, tutkulu
bir aşkla bağlanırlar birbirlerine. Oysa genç adam Dokunulmazlar sınıfındadır,
toplumun en alt kademesinden. Sonu olmadığını bildikleri bu aşkta Küçük
Şeylerle 'le yetinirler, geleceği düşünemezler. Genç kadının ayrıldığı
kocasından olan biri kız, biri erkek ikiz çocukları bu aşkın doğal
tanıklarıdır. Olaylar, birbirinden ayrılmayan bu çift yumurta ikizlerinin
çevresinde döner, kızın gözüyle anlatılır. Arundhati Roy, geriye dönüşlerle
örüyor kurgusunu ve beklenmedik, dehşet verici sona ulaştırıyor. 1960'lı
yılların sonunda, Hindistan'ın güneyinde geçen bu öyküde, arka planda
İngiltere'den bağımsızlığını yeni kazanmış, siyasal çalkantılar içindeki bir
Hindistan'ı, Kast Sisteminin ürkütücü koşullarını ve toplumsal tabuları
buluyoruz. Hindistan'da yayınlandığında, Hristiyan bir Hindu kadınıyla alt
kasttan bir erkek arasındaki aşk ve aşk sahneleri Hint gelenek ve göreneklerine
aykırı düştüğü için büyük tartışmalara yol açan Küçük Şeylerin Tanrısı bir
solukta okunan unutulmaz bir roman.
Yorumlarımız:
Şubat ayında çok beğendiğim,
bilgilendiğim, zevkle okuduğum bir roman okuduk: Küçük Şeylerin Tanrısı. Yazarı
aktivist, mimar Arundhati Roy, çevirmen İlknur Özdemir. Romana konu olan aile fertlerinin eğitimleri,
batı ülkeleri ile olan ilişkileri ve bulundukları yöre açılarından yazarın
kendi hayatı ile benzerlikler gösteriyor.
Bu romanı önerirken ve seçerken iki konu
çıkış noktamdı/mızdı: birincisi Hintli hiçbir yazar okumamıştık; ikincisi
Hindistan ile ilgili özellikle kast sisteminden izler taşıyan hiçbir roman
okumamıştık. İyi ki de bu kitabı seçip bu konularda bilgi dağarcığımızı
genişlettik.
Roman kurgusu ve akışkanlığı açısından hiç
de kolay anlaşılır değildi özellikle ilk başlarda, çünkü yazar kitapta çok
çeşitli zaman dilimlerini geçmişi, geleceği, şimdiki zamanı katmanlar halinde,
iç içe ve de geriye sararak anlatıyor. Ayrıca birçok Hindu ve Malamaya dilinden
sözcükler var anlamlarını bilmediğimiz. Gene de konu o kadar ilginç ve merak
uyandırıyor ki tüm bunlar romanı okumak zevkime set çekemedi.
Roman dört jenerasyonu içeren büyük ve
varlıklı bir ailenin 1960’lı yıllarındaki penceresinden bakılarak anlatılıyor.
En önemli karakterler ailenin boşanmış kızı Ammu, onun ikizleri Rahel ve Estha
ile Ammu’nun sevgilisi Hindistan’ın en alt katmanı ‘Dokunulmazlar’ın bir üyesi
olan Velathu. Roman boyunca ailenin yükselişini ve düşüşünü; ailenin içinde
bulunduğu toplumdaki birçok yaşanmışlıkları özellikle de kadına ve çocuğa
yapılan zulmü, istismarı, kuşak çatışmalarını, politik olayları, ekonomik
sıkıntıları, işçi-işveren çatışmalarını, bölgeye has Maocu hareketleri ve hatta
çevresel sorunları gözlemlemekteyiz. Aynı zamanda tasvirlerle, metaforlarla
Hindistan’ın renkli hayatı, tabiatı, hayvanları, giysileri, aksesuarları tüm
yazıya serpiştirilmiş.
Roman arka kapakta belirtildiği gibi basit
bir aşk romanı değil bence. Bir aşk hikayesi yanında aileye ait sayısız dramlar
da çok canlı bir şekilde verilmiş. Ancak bence 23 yıl birbirlerini hiç
görmeyen, yedi yaşına kadar sadece koşullu sevgiyi tatmış, 31 yaşında
karşılaştıklarında ise yaşlı ruhlara çevrilmiş ikizler romanın gerçek kahramanları.
Bu romanın sonunda kast sisteminin acımasız kuralları olmasaydı toplumun bu
sıradan ama iyi insanları yani Ammu, Velathu ve ikizler kim bilir ne mutlu
yaşarlardı demekten kendini alamıyor insan…LEYLA
On sene önce Hindistan'a gittiğimde tüm
karmaşasına, pisliğine, kalabalığına rağmen çok sevmiştim. Renkleri, kokusu,
çeşitliliği, mistisizmi büyülemişti beni. O yüzden geçen ay kitap seçerken bir
Hintli yazar okumak seçeneği çok cazip gelmişti.
Kitabın tanıtım yazısında bir yasak
aşktan, Hindistan'daki kast sisteminden ve Hint kültüründen bahsediyordu. Ama
roman Sophie Mol’un cenaze töreni ile başladı. Romanın son 50 sayfasında ortaya
çıkan yasak aşkı unutup Sophie’nin nasıl öldüğünü merak ederek okudum. Kolay
okuduğumu söyleyemem. Şiirsel bir anlatım ve zaman zaman dozu fazla kaçan
tasvirler arasında birazcık bocaladım. Ama itiraf etmek gerekir ki yazarın bazı
tasvirleri müthişti; küçük Estha’nın istismarı, bebek filin ölüsü, öyküsü
anlatılan ailenin yaşadığı evin konumu…. Olaylar ve mekanlar gözünüzün önünde
hemencecik canlanıveriyor.
Aslında romanda yalnızca bir ailenin dört
kuşak hikayesi anlatılmıyor, arka planda Hindistan siyasi, sosyal ve kültürel
olarak çok güzel anlatılıyor. Yazarın aktivist kimliği toplumsal olayları ve
kadın tacizlerini anlatırken daha çok ortaya çıkıyor.
Bu ay Kitap Kulübümüzün ne kadar değerli
olduğunu bir kere daha anladım. Tartışırken, benim okurken gözden kaçırdığım
bazı noktalara arkadaşlarımın değinmesi kitabı daha iyi anlamama ve yorumlamama
neden oldu. Okurken sıkıldığım bölümler oldu ama bitirince tartışacağımı
bildiğimden bırakamadım romanı. Ve sonuçta farklı bakış açıları ile
tartışılınca gerçekten daha bir değerli oluyor.
Neden bilmiyorum ama bazı kitaplar dolu
dolu tartışılıyor. Bu da öyle bir roman oldu. Zoom’da değil de yüzyüze, hem de
Leyla'nın nefis sofrasında tartışıyor olsaydık eminim daha uzun sürerdi
tartışmamız.
“Küçük şeyler önem arz eder, Küçük
şeylerin birikmesi büyük şeyleri meydana getirir.” diyor yazar. İşte hayatta böyle bir şey. Hele
ki bu pandemi döneminde küçük şeylerin kıymetini bilip, mutlu olmaya çalışmayı
öğreniyoruz… NURİZER
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder