Yazar:
Edward Carey
Özgün
Adı: Little
Orijinal Dili: İngilizce
Yayınevi:
Ithaki
Çeviren: Hilal Dikmen
Basım
Yeri / Tarihi: İstanbul, 2021, 1.Baskı
1761’de, İsviçre’nin bir köyünde ufacık,
tuhaf görünüşlü, Marie adında bir kız doğacak. Büyüdüğünde kendini Madam
Tussaud’ya dönüştürecek bu minik kız, ailesinin ölümünden sonra sıradışı bir
balmumu heykeltıraşının yanında çıraklık edecek ve böylece yolu, zorba bir dul
ve onun sessiz, solgun oğluyla tanışacağı Paris’in biçimsiz sokaklarına
düşecek.
Marie yeni dostlarıyla birlikte, harabe
durumdaki bir oteli balmumu büstlerin sergilendiği bir salona dönüştürecek ve
bu sergileriyle bir sansasyon yaratırken, sanatsal becerilerinin ünü de gittikçe
yayılacak elbette. Hatta Versailles Sarayı’na bile çağrılacak, Marie
Antoinette’e danışmanlık edecek, prenses doğum yaptığı sırada onun hayatını da
kurtaracak. Hem de saray duvarlarının dışındaki Paris devrim ateşiyle keşmekeş
içindeyken.
Edward Carey’nin, Devrim Paris’inde hem
kraliyet yanlıları hem de radikallerle ahbaplık eden hırslı bir vizyoneri,
efsanevi Madam Tussaud’yu anlattığı Minik, sanata, sınıf çatışmasına, iradeye
ve sevdiklerimize nasıl tutunduğumuza dair, gösterişli geçit törenlerine
benzeyen cazibeli bir roman ve çarpık, dehşetli, sürükleyici bir hikâye.
“Yalan hikâyeleri sahicilerinden daima
ayırt edebiliyordun çünkü yalan hikâyeler her anlatışta değişiyordu. Sahici
olanlarsa hiç değişmiyordu. Hayat nedir? Bize kalan tek şey hikâyelerdi.
Hikâyeler bizim giysilerimizdi.”
“Bu büyülü romanı kaçırmayın! Balmumu
heykelleriyle nam salan Madame Tussaud hayat öyküsünü kendi ağzından
anlatıyor.”
Yorumlarımız:
Edward
Casey tarafından kaleme alınmış “Minik” adlı biyografik roman Avrupa’nın
Karanlık çağdan çıkışını simgeleyen, “Aydınlanma Çağı” olarak adlandırılan 18.
yüzyılda önyargılardan/ ideolojilerden uzaklaşarak, bunların yerine bilgi ve
düşünsel gelişmenin ön plana çıkmasıyla 1789 Fransız devrimiyle taçlanan bir
süreçte doğan Madame Tussaud’un hayatı üzerinden sanat, sınıf çatışması, azim
ve sevdiklerine tutunmanın hikayesi.
Hikâye
Marie Grosholtz adlı, 1761 doğumlu Alsas’lı bir çocuğun ailesini kaybedip müzmin
ancak yetenekli bir balmumu sanatçısı olan Dr. Curtius yanında çıraklıkla
başlayıp, dünyada halen çok ünlü olan Madame Tussaud müzesinin kurucusu haline
gelmesini, geçen süreçte inanması zor bir hayat mücadelesi ve zor zamanlarla
baş edebilme yetisiyle, Fransız devrimi sürecinden sağ çıkabilmesini ve sonunda
ulaştığı başarıyı anlatıyor.
Kitapta
yazar küçük kahramanını hassasiyet ve doğruluk/ gerçeklik ile sanki Paris sokaklarından
evinizin çalışma odasına girermişçesine canlandırıyor. Ayrıca diğer kişilikler
son derece başarılı tasvirlerle, olaylar çok iyi bir gözlemci olan Marie
sayesinde okuyucu acısından nerdeyse canlanıp tekrar yaşanıyor. Fransız
devrimine giden süreçte her ne kadar Jan Jacques Ruosseau, Voltaire , Descartes gibi
düşünürler tarafından “akıl” merkeze konulup, geleneğin köleliğinden kurtulma
çabasıyla Deneyimcilik, Sekulerism, Rasyonalism
(Düşünüyorum o zaman varım- Descartes) gibi akımlarla eşitlik ve insan
haklarının öne çıkmasının yolu açılsa da, aynı dönemin acımasızlığını ve insan
katliamını Robespierre’in (Jacobenler) yönetimi ve ihtilalin kendi çocuklarını
yok etmesiyle de tüm açıklığıyla hafızalarımıza kazınıyor. Bunu hikâye
anlatıcısı olan Marie yoluyla hayatını ve dönemi yapmacıksız, eklemeler
yapmadan direkt gözlemlediği şekliyle anlatmasıyla sağlıyor yani Marie yorum
yapmıyor sadece anlamaya çalışıyor.
Yazar
Carey her ne kadar masalsı bir üslup kullansa da araştırmasını yapmış, gerçek
olaylar ve Fransız devrimi objektif olarak yansıtılıyor. Sonuçta yazar fantastik ama fantastik
olmayan, içinde ciddi bilgi barındıran, illüstrasyonlarla hayal gücümüzü
destekleyen sürükleyici bir o kadar da enteresan bir biyografik roman yazmayı
başarmış. Benim için kitabın en önemli mesajı şartlar ne olursa olsun mental ve
azmin gücünü ortaya koymasıydı- tabii şans faktörünün de her yaşamda rolünü
yadsımamak gerektiği gerçeğiyle. Keyifle
okunmasını tavsiye ederim. DEMET
Bu ay Edward Carey’in Minik: Madam
Tussaud’nun Olağanüstü Hayatı adlı kitabını okuduk. Aslında bu kitap
Londra’daki Madam Tussaud müzesinin kurucusu ‘Marie’nin hayatını kendi ağzından
anlatan biyografik bir roman. Bu tanım bu kitap için çok basit kaçar, hiç
gerçekçi olmaz bence. Çünkü kitap bir bütün olarak çok farklı öğeler
barındırıyor:
Her şeyden önce oniki yılı aşkın süredir
yürüttüğümüz Kitap Kulübü’müzde bir ilkle karşılaşıyoruz: yazar hem yazıyor hem
çiziyor. Roman kahramanlarını, kitapta geçen objeleri gayet profesyonelce
çiziyor. Bir röportajında yazar ‘romanım bittiğinde sözlerle çizimleri
evlendiriyorum’ demiş. Gerçekten de birbirine çok entegre bir sunum var tüm
kitap boyunca ve bu hem kitabı zenginleştiriyor hem de okuyucuya adeta görsel
bir şölen oluşturuyor.
İkinci önemli konu romanın kurgusu. Kitap,
biyografik özelliği ile uyumlu şekilde kronolojik bir yapıya sahip olsa da
bilhassa Paris’teki yaşamı anlatan, tarihsel olayların fonda çok etkin olduğu
bölüm çok grift, bazen takibi zor, kahramanların ilişkisi düşündürücü,
zorlayıcı, farklı duyguları uyandırıcı. Hatta insan olmak nasıl bir şey diye
sorgulatıcı. Son bölüm Londra ise aslında Marie’nin en uzun yaşadığı bölüm,
fakat yazı dili çok daha sade, net ve kısa. Fantastik öğelerin de en az olduğu
bölüm. Burada bir kişi isterse, azmederse, bunun için savaşırsa neler
başarabileceğini göstermesi açısından önemli.
Üçüncü dikkatimi çeken konu yazarın adeta
bir psikolog gibi her bir kahramanı başka bir deyişle farklı tiplerdeki
insanları incelemesi ve ustalıkla yazıya dökmesi. Ancak daha ilginç olanı o
gerçek kahramanlarla onların portreleri veya heykelleri bazen öyle iç içe
geçmiş ki insan adeta puslu bir camın arkasından bakıp olayları çözmeye
çalışıyor. Yazar bunu bilhassa mı böyle yapmış, yoksa üslubu mu böyle
bilmiyorum. Bence gerçek ve fantastik öğeleri birleştirmesindeki maharetinden
ileri geliyor. Bu üslup bize acıyı, sevgiyi, aşkı, merhameti, kederi,
tuhaflıkları, güzeli, çirkini vs görmemizi, duymamızı veya merak etmemizi
sağlıyor. Bence bu yazı dili romanı derinleştiren, okuyucuyu sarmalayan, empati
kurduran, heyecanlandıran, ‘hayat nedir’ sorusunu sorduran bir yapıya
dönüşüyor.
Son olarak çeviri konusunda bazen
sorguladığım yerler oldu ama genel olarak iyiydi. Bence iki -üç adet de olsa
imla hataları bu güzel kitaba yakışmıyor. Yeni bir baskı yapılmadan dikkatli
bir göz tekrar okumalı.
Sevgili okuyucu hem öğretici hem
sürükleyici hem de bolca fantastik öğeli bir biyografi okumak isterseniz MİNİK
tam isabet. Naçizane fikrimdir. LEYLA