20 Şubat 2022 Pazar

Abdulrazak Gurnah

 



1948’de Doğu Afrika kıyısındaki Zanzibar’da doğdu. Anadili, Afrika’da seksen milyon kişinin konuştuğu Svahili’dir. İlköğrenimini İngiliz okullarında tamamladı, çocukluğunda gittiği Kuran kursunda Arapça öğrendi.

Zanzibar, 1963’te İngiliz sömürgesi olmaktan çıkıp bağımsızlığına kavuştuktan sonra, 1964 başlarında ülkenin ilk Cumhurbaşkanı Abeid Karume’nin darbesiyle o sırada henüz altı aydır tahtta olan sultan ve ağırlıklı olarak Araplardan oluşan hükümetin (sembolik) iktidarına son verilir.

Ve bir anda Afrikalı olmayan herkese, özellikle de Araplara ve güney Asyalılara yönelik bir kıyım başlar. O dönem ülkeden göç edenler arasında Abdulrazak Gurnah da vardır.

1968’de İngiltere’ye gitti. Yükseköğrenimini Kent Üniversitesi’nde tamamladı. Doktora tezinde (1982) kolonyal söylemin Doğu Afrika, Karayip ve Hindistan edebiyatındaki izdüşümlerini analiz etti. Postkolonyal edebiyat alanında uzmanlaştı.

10 roman ve çok sayıda kısa hikâye yazan Gurnah'ın yazın hayatındaki ilk önemli kaynakları Kur'an sureleri ve Binbir Gece Masalları başta olmak üzere Arap ve Fars şiiri oldu. Gurnah, Shakespeare'den V. S. Naipaul'a kadar İngiliz dili geleneğini de çalışmalarına yansıttı. Bununla birlikte, yerli halkların bakış açısını vurgulamak için sömürgeci bakış açısını yükselterek, bu gelenekten bilinçli olarak uzaklaştı.

 İlk romanı Memory of Departure’da (Ayrılışın Hatırası, 1987) Afrika’dageçen gençlik yıllarının ardından ülkeyi terk eden Hassan karakterinin hafızasında yer eden Afrika imgesini postkolonyal dönemin kimlik sorunları ışığında inceledi. İkinci romanı Pilgrim’s Way (Hac Yolu, 1988) başlığını Winchester’ı Canterbury’deki Thomas Beckett mabedine bağlayan yoldan alır. Daha iyi bir yaşam umuduyla İngiltere’ye gelen Tanzanyalı Davud, karşılaştığı göçmen karşıtı tutumlardan dolayı paranoyak bir benlik geliştirir ve çareyi Tanzanya’daki geçmişini tamamen silmekte arar. Dottie'de (1990),  Fatma Balfour karakteri üzerinden benzer bir yabancılaşma sorununu tartışır. Fatma Balfour’un melez kimliği, ırk ve etnisite sorununun göçmen ve sürgün karakterler üzerindeki travmatik etkilerinin yakıcı bir simgesidir. Cennet’te (1994) Gurnah, Yakup’un oğlu Yusuf’un Kuran’da anlatılan hikâyesini 1900-1914 arası Doğu Afrika’ya uyarlar. Kolonyal söylemin Afrika’ya dair klişelerini kölelik, tarihin çarpıtılması, İslâmofobi gibi meseleler üstünden tartışırken Yusuf’un bireysel hikâyesi bir yandan kolonyalizmin bir yandan da despotizmin eleştirisine açılan ikili bir işlev görür. By the Sea (Deniz Kenarında, 2001), emperyal pedagojinin Afrika’nın yerli gelenekleriyle karşılaşmasının doğurduğu verimli paradoksları konu eder. Salih Ömer, Kuran eğitimi almaktan duyduğu geleneksel kıvanç ile kolonyal eğitimin kazandırdığı dünya bilgisi arasında bocalarken yeni Afrika’nın çelişkileri ete kemiğe bürünür. Son Hediye (2011), 1996’da yayımlanan Sessizliğe Hayranlık’la (2018) birlikte bir nehir roman anlatısıdır. Sessizliğe Hayranlık’ın isimsiz anlatıcısı ülkesini terk eden bir Zanzibarlı muhaliftir; Britanya’ya yerleşip evlendikten sonra öğretmenlik yapar. Hayatının en istikrarlı görünen döneminde bireysel tarihini yazmaya karar verdiğinde, hiç de istikrarlı olmayan, kayıp ve kırılgan bir bastırılmış benlikle yüzleşmek zorunda kalır. Son Hediye’de ise Gurnah, bu isimsiz anlatıcısının hikâyesini kültürel farklılıkları, belleğe kazınmış tarifsiz acıları bir anlatıya kavuşturur. Gurnah’ın hakikat anlayışı, gerek kolonyal dönemin karamsar ve toptancı tasvirlerini gerekse anavatan-memleket şovenizmlerini reddeden sahici bir arayışa dayanır. Gurnah 2017'de Gravel Heart (Çakıl Kalp) isimli romanını yazdı. Son romanı Afterlives (Ölümden Sonraki Hayatlar) İngiltere'de 2020'de yayımlandı.

Kitaplarında, çocukluğunda aldığı İslami eğitim ve öğretimin yansımalarına rastladığımız Gurnah, İngiliz okullarının ve kültürünün Doğu Afrika’da yarattığı ikilemleri de işliyor satır aralarında. Kendi yurdunda sürgün ve mülteci olma temaları da yazarın metinlerine sızıyor.

Sömürgecilik döneminden kalma kültürel sorunları ve kimlik problemlerini, hatırlama-unutma bağlamında, karakterlerin kültürel ve politik geçmişine dayanarak çözümleyen Gurnah, bunları coğrafyayı terk etme, orada kalma ve oraya geri dönme gerilimleriyle besliyor. Bu anlatılara paranoya, yabancılaşma, yersiz-yurtsuzluk kavramları ve deneyimleri ekleniyor.

2021 Nobel Edebiyat Ödülü’nü Abdulrazak Gurnah’a veren Nobel Komitesi gerekçesinde, "Ödülü, kültürler ve kıtalar arasındaki körfezde sömürgeciliğin etkilerine ve mültecilerin kaderine nüfuz etmesinden dolayı alan Gurnah, romanlarında basmakalıp betimlemelerden uzak durarak okura, dünyanın diğer yerlerindeki pek çok kişinin aşina olmadığı, çok kültürlü Doğu Afrika’yı açıyor” dedi.

Komitenin de vurguladığı gibi Gurnah, bir Doğu Afrika anlatıcısı. Yalnızca bu da değil, fiziken coğrafyadan uzaklaşıp Avrupa’ya ve başka yerlere gitse de ruhen orada bulunanların hikâyelerini yazıyor. Yaşamıyla romanları bu noktada kesişiyor.

Anlattığı aşklar, ayrılışlar, buluşmalar, buluşamamalar ve kişinin hiçliğin ortasındayken kendi olma uğraşı; doğup büyüdüğü ve sonra kopmak zorunda kaldığı Zanzibar ve gittiği İngiltere arasındayken Gurnah’ın yaşadıklarına dair ipuçları veriyor. Bunlara, doğasından ve kimliğinden uzaklaştırılan Afrika’nın durumunu da ekleyen Gurnah, kendi okurunu yarattı. Nobel Edebiyat Ödülü Komitesi de bu değerli çabayı taçlandırdı.

Gurnah, 1980'den 1983'e kadar Nijerya'daki Bayero Üniversitesi Kano'da ders verdi. Yakın zamanda İngiltere'nin Canterbury şehrindeki Kent Üniversitesi'nde İngiliz ve Sömürge Sonrası Edebiyat Profesörlüğü görevinden emekli oldu.




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder