1948’de Doğu Afrika kıyısındaki
Zanzibar’da doğdu. Anadili, Afrika’da seksen milyon kişinin konuştuğu
Svahili’dir. İlköğrenimini İngiliz okullarında tamamladı, çocukluğunda gittiği
Kuran kursunda Arapça öğrendi.
Zanzibar, 1963’te İngiliz sömürgesi
olmaktan çıkıp bağımsızlığına kavuştuktan sonra, 1964 başlarında ülkenin ilk
Cumhurbaşkanı Abeid Karume’nin darbesiyle o sırada henüz altı aydır tahtta olan
sultan ve ağırlıklı olarak Araplardan oluşan hükümetin (sembolik) iktidarına
son verilir.
Ve bir anda Afrikalı olmayan herkese,
özellikle de Araplara ve güney Asyalılara yönelik bir kıyım başlar. O dönem
ülkeden göç edenler arasında Abdulrazak Gurnah da vardır.
1968’de İngiltere’ye gitti.
Yükseköğrenimini Kent Üniversitesi’nde tamamladı. Doktora tezinde (1982)
kolonyal söylemin Doğu Afrika, Karayip ve Hindistan edebiyatındaki
izdüşümlerini analiz etti. Postkolonyal edebiyat alanında uzmanlaştı.
10 roman ve çok sayıda kısa hikâye yazan
Gurnah'ın yazın hayatındaki ilk önemli kaynakları Kur'an sureleri ve Binbir
Gece Masalları başta olmak üzere Arap ve Fars şiiri oldu. Gurnah,
Shakespeare'den V. S. Naipaul'a kadar İngiliz dili geleneğini de çalışmalarına
yansıttı. Bununla birlikte, yerli halkların bakış açısını vurgulamak için
sömürgeci bakış açısını yükselterek, bu gelenekten bilinçli olarak uzaklaştı.
İlk
romanı Memory of Departure’da (Ayrılışın Hatırası, 1987) Afrika’dageçen gençlik
yıllarının ardından ülkeyi terk eden Hassan karakterinin hafızasında yer eden
Afrika imgesini postkolonyal dönemin kimlik sorunları ışığında inceledi. İkinci
romanı Pilgrim’s Way (Hac Yolu, 1988) başlığını Winchester’ı Canterbury’deki
Thomas Beckett mabedine bağlayan yoldan alır. Daha iyi bir yaşam umuduyla
İngiltere’ye gelen Tanzanyalı Davud, karşılaştığı göçmen karşıtı tutumlardan
dolayı paranoyak bir benlik geliştirir ve çareyi Tanzanya’daki geçmişini
tamamen silmekte arar. Dottie'de (1990), Fatma Balfour karakteri
üzerinden benzer bir yabancılaşma sorununu tartışır. Fatma Balfour’un melez
kimliği, ırk ve etnisite sorununun göçmen ve sürgün karakterler üzerindeki
travmatik etkilerinin yakıcı bir simgesidir. Cennet’te (1994) Gurnah, Yakup’un
oğlu Yusuf’un Kuran’da anlatılan hikâyesini 1900-1914 arası Doğu Afrika’ya
uyarlar. Kolonyal söylemin Afrika’ya dair klişelerini kölelik, tarihin
çarpıtılması, İslâmofobi gibi meseleler üstünden tartışırken Yusuf’un bireysel
hikâyesi bir yandan kolonyalizmin bir yandan da despotizmin eleştirisine açılan
ikili bir işlev görür. By the Sea (Deniz Kenarında, 2001), emperyal pedagojinin
Afrika’nın yerli gelenekleriyle karşılaşmasının doğurduğu verimli paradoksları
konu eder. Salih Ömer, Kuran eğitimi almaktan duyduğu geleneksel kıvanç ile
kolonyal eğitimin kazandırdığı dünya bilgisi arasında bocalarken yeni
Afrika’nın çelişkileri ete kemiğe bürünür. Son Hediye (2011), 1996’da
yayımlanan Sessizliğe Hayranlık’la (2018) birlikte bir nehir roman anlatısıdır.
Sessizliğe Hayranlık’ın isimsiz anlatıcısı ülkesini terk eden bir Zanzibarlı
muhaliftir; Britanya’ya yerleşip evlendikten sonra öğretmenlik yapar. Hayatının
en istikrarlı görünen döneminde bireysel tarihini yazmaya karar verdiğinde, hiç
de istikrarlı olmayan, kayıp ve kırılgan bir bastırılmış benlikle yüzleşmek
zorunda kalır. Son Hediye’de ise Gurnah, bu isimsiz anlatıcısının hikâyesini
kültürel farklılıkları, belleğe kazınmış tarifsiz acıları bir anlatıya
kavuşturur. Gurnah’ın hakikat anlayışı, gerek kolonyal dönemin karamsar ve
toptancı tasvirlerini gerekse anavatan-memleket şovenizmlerini reddeden sahici
bir arayışa dayanır. Gurnah 2017'de Gravel Heart (Çakıl Kalp) isimli romanını
yazdı. Son romanı Afterlives (Ölümden Sonraki Hayatlar) İngiltere'de 2020'de
yayımlandı.
Kitaplarında, çocukluğunda aldığı İslami
eğitim ve öğretimin yansımalarına rastladığımız Gurnah, İngiliz okullarının ve
kültürünün Doğu Afrika’da yarattığı ikilemleri de işliyor satır aralarında.
Kendi yurdunda sürgün ve mülteci olma temaları da yazarın metinlerine sızıyor.
Sömürgecilik döneminden kalma kültürel
sorunları ve kimlik problemlerini, hatırlama-unutma bağlamında, karakterlerin
kültürel ve politik geçmişine dayanarak çözümleyen Gurnah, bunları coğrafyayı
terk etme, orada kalma ve oraya geri dönme gerilimleriyle besliyor. Bu
anlatılara paranoya, yabancılaşma, yersiz-yurtsuzluk kavramları ve deneyimleri
ekleniyor.
2021 Nobel Edebiyat Ödülü’nü Abdulrazak
Gurnah’a veren Nobel Komitesi gerekçesinde, "Ödülü, kültürler ve kıtalar
arasındaki körfezde sömürgeciliğin etkilerine ve mültecilerin kaderine nüfuz
etmesinden dolayı alan Gurnah, romanlarında basmakalıp betimlemelerden uzak
durarak okura, dünyanın diğer yerlerindeki pek çok kişinin aşina olmadığı, çok kültürlü
Doğu Afrika’yı açıyor” dedi.
Komitenin de vurguladığı gibi Gurnah, bir
Doğu Afrika anlatıcısı. Yalnızca bu da değil, fiziken coğrafyadan uzaklaşıp
Avrupa’ya ve başka yerlere gitse de ruhen orada bulunanların hikâyelerini
yazıyor. Yaşamıyla romanları bu noktada kesişiyor.
Anlattığı aşklar, ayrılışlar, buluşmalar,
buluşamamalar ve kişinin hiçliğin ortasındayken kendi olma uğraşı; doğup
büyüdüğü ve sonra kopmak zorunda kaldığı Zanzibar ve gittiği İngiltere
arasındayken Gurnah’ın yaşadıklarına dair ipuçları veriyor. Bunlara, doğasından
ve kimliğinden uzaklaştırılan Afrika’nın durumunu da ekleyen Gurnah, kendi
okurunu yarattı. Nobel Edebiyat Ödülü Komitesi de bu değerli çabayı
taçlandırdı.
Gurnah, 1980'den 1983'e kadar Nijerya'daki
Bayero Üniversitesi Kano'da ders verdi. Yakın zamanda İngiltere'nin Canterbury
şehrindeki Kent Üniversitesi'nde İngiliz ve Sömürge Sonrası Edebiyat Profesörlüğü
görevinden emekli oldu.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder