Yazar: Sally Rooney
Özgün Adı:Normal People
Orijinal Dili: İngilizce
Yayınevi: Can Yayınları
Çeviren: Emrah Serdan
Basım Yeri / Tarihi: İstanbul, 2022, 14.Baskı
Connell ve Marianne, İrlanda’nın küçük bir
şehrinde yaşayan, aynı okula giden iki genç. Connell okulun en popüler ve
başarılı öğrencilerindenken Marianne içedönük, sevilmeyen, hatta dışlanan bir
tip. İkili bir gün sohbet etmeye başlar ve bu sohbet giderek uzar, ikisinin de
hayatını değiştirecek bir ilişkiye dönüşür. Normal İnsanlar arkadaşlık,
karşılıklı çekim ve aşk üzerine bir roman. Sally Rooney lise yıllarından
üniversiteye uzanan bir ilişkinin kaydını tutuyor; toplumda yer edinme ve
özgürleşme mücadelesi veren, birbirlerinden asla ayrı kalamayan, ancak sevmek
için de çetin sınavlar vermek zorunda kalan iki gencin hikâyesiyle bir kuşağı
temsil ediyor.
Yorumlarımız:
Sally Rooney adlı
genç yazarın 27 yaşındayken yazdığı ikinci kitabı olan “Normal İnsanlar” bir çok
ödüle layık bulunmuş, yazarın kendi jenerasyonunda geçen lise çağı ve
üniversite sürecini kapsayan, esas olarak kendi içlerinde farklı travmaları olan iki gencin ilişkisini anlatan
bir roman. Son derece akıcı bir dille yazılmış, elinizden düşüremeden bir
çırpıda okuduğunuz bu roman, esasen bir kendini arama ve bulmak için çekilen
acılar, psikolojik sorunlarla boğuşma sürecini saf ve samimi olarak iki insan
üzerinden anlatmakta. Bunu yaparken
21.ci yüzyılın “zeitgeist” - zamanın ruhunu, yeni kuşak bu gençler
üzerinden sınıf farkı, depresyon, ekonomik kriz, arkadaşlık, kadın erkek
ilişkileri gibi konuları birbirinden bağımsız olmaksızın ve birbirleriyle
etkileşimlerini arka planda liğme liğme örerek okuyucuya sunuyor. Yani
karakterlerin bir fanus içinde değil, tüm bu unsurların varlığının ışığı
altında kendi karakter ve özellikleriyle birlikte değişim ve gelişimlerini
anlatıyor. Ayrıca roman bir protagonist
etrafında şekillenmek yerine bir ilişki üzerine kurulu ve bu ilişkinin
gelgitleri son derece samimi ve anlaşılır bir dille okuyucuya veriliyor.
Kısacası ağdalı tasvirler, uzun paragraflar yerini duygusal gelgitlerin,
birlikte veya zaman zaman birbirlerinin dışında yaşananların, hayat
tecrübelerinin ve tüm bunların iki insan üzerindeki etkisi anlatılmakta. Roman
sayfalar boyunca dönüşümüne şahit olacağımız lise çağında arkadaşları
tarafından dışlanan zeki ve çalışkan Marianne’nin, aynı şekilde zeki ve
çalıskan olan Connell’e yakınlaşması ile başlıyor ve bu ilişki ayrılık,
üniversite’de tekrar karşılaşma ve tekrar birlikte olma, ancak bu sefer
Marianne’nin populer ve arkadaş çevresi tarafından aranan bir kimliğe dönüşmesi
olarak izleniyor. İkili arasındaki ekonomik ucurumun varlığı okuyucu tarafından
başından beri bilinmekle birlikte, kafaca anlaşan bu çiftin arasında hiç bir
zaman bir bariyer oluşturmuyor. İlişkilerinde ilk kırılma noktası ise
Connell’in sonradan çok pişmanlık duyacağı arkadaş cevresinin bu birlikteliği
tasvip etmeme endişesinden kaynaklanıyor. Kitabın ilerleyen bölümünde esasen
bunun kimsenin umurunda olmadığını fark edip, başkalarının değer yargılarıyla
yaşamını şekillendirmenin hata olduğunu anlıyor ve okuyucuyu da bu görüşe
endirekt olarak ortak ediyor. Daha sonra ise, bir iletişim eksikliğinin sonucu
tekrar ayrılık yaşanması, bu sırada her ikisinin başka insanlarla olan
birliktelikleri ve öz aileleriyle olan ilişkileri, İrlandanın ekonomik
sorunları ve bunun farklı ekonomik sınıflara mensup üniversite öğrencileri
tarafından algılanış şekli, her ikisinin farklı arkadaş guruplarıyla olan yaşantıları,
kendilerine güvensizleri, bunun doğurduğu davranış biçimleri ilişkilendirilerek
son derece ustalıkla anlatılmış.
Tüm bu hikayede beni
en çok etkileyen şeylerin başında ikilinin kendileriyle ilgili olumsuzluk ne
olursa olsun, saklamadan, sansürlemeden birbirleriyle açıkca paylaşabilmeleri
ve hiç bir yargı olmaksızın karşısındakine yardım etme çabası. Bunun sonucu her ikisinin de kendi travmaları yani
kendileriyle ilgili bu olumsuzluklardan kurtulup özgürleşebilmeleri. Açıkcası
bu beni arkadaşlık, aşk konuları hakkında epey düşündürdü çünkü zaaflarımızı,
zayıflıklarımızı yakın olduğumuz kişiden çoğu zaman saklama, göstermeme eğiliminde olmak
birçoğumuz için tercih konusu. Zira mutlak doğru ve yanlışların bizlere empoze
edilmesi sonucu tek tip aşk/ arkadaşlık şekli benimsetilmiş olan bizim kuşak
için bu denli açık olma ve gecişkenlik durumu anlaşılması veya kabul edilmesi
zor bir durum. Her kuşağın kendine benimsetilmiş ve toplum tarafından kabul
gören değerlerle hareket etmeye mahkum edilmesi bu sonucu doğuruyor kanımca..
Halbuki hiç kimse aynı hayatı yaşamıyor ve netice itibarıyle bu farklılıklar
sonucu, üstüne üstük karakter özelliklerinden dolayı kendi doğrularını arayış
ve bulma şekillerinin de farklı olması doğal. Ancak romandaki bu iki gencin
yaşayış biçimleri, sevgili- arkadaş olma gelgitleri, diğerleri ile olan
arkadaşlıkları; örneğin Marianne’nin lezbiyen arkadaşı ve sevgilisinin
ilişkisine önyargısız yaklaşıp, desteklemesi gibi bir çok davranış biçimi bizim jenerasyon
tarafından sıcak bakılacak/ kolay kabul görülebilecek tutumlar değil. Şöyle ki
davranış biçimlerinin yaşanan dönem tarafından şekillendiğini farklı bir örnek
üzerinden ifade edecek olursak, Tolstoy’un Anna Karinana’sı o dönemin
şartlarında intihara sürüklenirken acaba bu dönemde hikayesi çok farklı
olmazmıydı- bence olurdu. Dolayısıyla romandaki
kimliklere kendi dönememizin değer yargılarını yüklemek yerine bu
jenerasyonun tek eşlilik mitine karşı olmalarına, gençliklerini yaşama şekline
yargısız yaklaşabilirsek- özellikle ne arkadaşlığın, ne de aşkın tek tanımı
olmadığını anlamaya çalışırsak kitabın günümüzü başarıyla yansıttığını görürüz.
Romanın sonunda hem Marıanne hem de Connel birbirlerini kendi içlerinde
barındırdıkları dipsiz kuyudan çıkarıp- birinin değersizlik hissinden,
diğerinin depresyondan kurtularak dinginleştiğine şahit oluyoruz. O kadar ki
ikilinin birbirlerine duyduğu sevgi sonucu birbirlerinin önüne set çekmek
yerine, her ikisinin de farklı yaşamlar seçmesini desteklemesiyle bitiyor
roman. Gelecekte neler olacağı belirsiz, bununla ilgili yorumu yazar okuyucuya
bırakmış. Ancak kanımca bu ikili, ilerde
ne olursa olsun, birbirlerinin en değerlisi, kadim dostu ve sığınacak ilk
limanı olmayı hayat boyu sürdürecekler. Acaba
bundan daha büyük bir “sevgi” tanımı var mı???
Tüm bunların ışığında
bugünkü zamana ve genç kuşakların düşünce dinamiğine bir pencereden bakmak,
bundan keyif almak isteyen herkese okumasını tavsiye edeceğim bir roman Normal
İnsanlar. DEMET
Sevgili Okur,
Hani uzmanlar derler
ya ‘bir filmin sanat değeri onun gişesi
ile ölçülmez ‘diye. Sanırım romanların edebi değerini de onların satış rakamı
ile ölçmek doğru olmaz. Biz 8ekiz kitap kulübü (KK) olarak çok faydalı şu prensiple yol aldık yıllarca: hiçbirimiz edebiyatçı
değiliz ve o anlamda bir kitabın edebi değeri konusunda ortak bir yargıya
varamayız, böyle bir amacımız da yok. Ancak okuduklarımız, yaşadıklarımız,
bilgimiz, görgümüz ve tabi ki tartışmalarımız her birimizin kitap konusunda bir
değerlendirme yapmasını olanaklı kılıyor, daha doğrusu yol gösteriyor. Kitap
seçerken de kitap için görüşlerimizi belirtirken de birbirimizden besleniyor,
ufkumuzu genişletiyoruz. Farklılıklarımız kitap kulübümüzün en büyük hazinesi.
Örneğin şahsen ben bu ay okuduğumuz Sally Rooney’in The New York Times’ın best
selleri olan Normal İnsanlar kitabını okuyup bitirdiğimde KK listesine alınmaya
değer bir kitap olduğunu düşünmediğimi fark ettim. Yazarın çok genç yaşta bir
roman yazıp çok büyük satış rakamlarına
ulaşması ve hatta romanın dizi yapılmasını tabi ki başarılı buluyorum.
Ve de dolaysıyla kitabı çözmeye
çalışıyorum. Evet yazar sıradan insanların hayatlarını basit bir dille
anlatmış; olaydan çok tek düze
monologlarla bir kurgu yaratmış, ancak ben yazıdaki bu sıradanlığı, tek
düzeliği hiç sevmedim. Ben derinliği olan, beni düşündüren, bilgi açısından
beni besleyen romanları seviyorum. O zaman okuma vaktimin değerlendiğine
inanıyorum. Kaldı ki bana roman uslup ve kurgu olarak da ‘ham meyva’ gibi
geldi: paragraflar, bölümler bağlanırken bağlan ‘mış’ gibi olmuş; zaman ve
mekan karmaşası var; uzun tasvirler bazen yama gibi durmuş; tekrarlar çok
fazla…. Karakterlerin yaşamındaki gelgitler , neden niçin soruları ortada
kalmış. İki gencin hikayesini, aşkını anlatırken diyalogların dışına çıkıp bir
olay, farklı bir gelişme bekledim hep. Boşuna beklemişim. Kısacası bu roman
benim KK için ayırdığım zamanımı çaldı. Best seller meraklısı iseniz okuyun,
benim tavsiye edeceğim bir kitap değil.
Güzel, doyurucu
kitaplarda buluşmak üzere sağlık ve mutlulukla kalın. LEYLA
Marianne ve
Connell’in lise yıllarından başlayarak üniversiteye uzanan arkadaşlıklarının
farklı seyrini izlediğimiz bu roman İrlandalı yazar Sally Rooney’in gençliğinin,
yaş grubunun (y kuşağı diye adlandırılıyor ) ülkenin sosyal ve
kültürel izlerini taşıyor.
Yazı dili olarak
gayet sade, edebiyat yapmak gibi bir iddiası olmayan romanda bu kuşağın özelliği olan çok detaya girmeden
hikaye anlatımı belirgin bir
özellik olarak karşımıza çıkıyor. Lise
yıllarında bulunduğu ortama uymada sorunlar yaşayan varlıklı bir aileden gelen,
zeki, akıllı ve donanımlı Marianne ile spor ve okul başarısı ile çevresinde
sevilen, kabul gören Connell’ın etrafdan duyulmasını istemedikleri ilişkileri
zaman içerisinde dostluk ve arkadaşlıktan sevgiliye dönüşüyor. Seneler geçtikçe
bu ilişki kesintiye uğrasa da
birbirlerini çok iyi anlayan,her
türlü konuyu rahatlıkla konuşabildikleri, kimliklerinin oluşmasında birbirlerine sonsuz katkıları olan özel bir ilişki oluşuyor
aralarında. Her ikisinin de farklı
zamanlarda sevgilileri olsa da aynı ortamda olmaya ve arkadaşlıklarını
sürdürmeye devam ediyorlar. Ailesinden sevgi, ilgi görmeyen ve kendisini değersiz hisseden Marianne, Connell’in maddi sıkıntıları
olmakla birlikte birbirine bağlı ailesinin (annesi uzun süre Marianne ‘in
ailesinin yanında çalışıyor) sevgi dolu ortamında içindeki eksikliği
giderecek duyguları yavaş yavaş
yeşertiyor.
Roman yer yer ünlü
çağdaş Amerikan yazarı J.D.Salinger’ın
‘Çavdar Tarlasında Çocuklar’ romanındaki
büyümeye dair keyifli ve hüzünlü öyküyü anımsattı.
Connell Trinity Üniversitesi yıllarında, Marianne
‘deki olumlu kimlik evrilmesine
karşılık, maddi sıkıntılarına bağlı, değişen sosyal çevre koşullarına
ayak uydurmada gösterdiği ezikliklerle zor zamanlar geçiyor. Her ikisinin
toplumda yer edinme ve özgürleşme
mücadelesine tanık olduğumuz romanda, Connell zoru başarıyor. Bu
yolculukta içindeki iyiliği ortaya çıkardığı Marianne’dan destek görüyor. Her
iki karekterin arasındaki kimya o kadar
sağlam ki aradan geçen birkaç yıl içinde ne yapsalar da birbirlerinden
uzaklaşamadıklarına tanık oluyoruz.
İçinde -umut -
bulunduran bir roman olması bakımından da severek okuduğum bu eserde Marianne
ile derin bir empati kurdum. Onun için endişelendim, ona acıdım ama ruhundaki
dönüşüm, Connell’in onu sıkıştığı yerden kurtarması, asla sevilebileceğine
inanmamasına rağmen onun yaralarını
sarması beni adeta rahatlattı, mutlu
etti.
Romanın sonunda ne olursa olsun, içinden geçtikleri onca
mücadeye rağmen, hayatlarını birlikte sürdürecekleri konusunda emin olamadım.
Ama ne olursa olsun birbirlerinin üzerindeki etkilerinin süreceğine inanıyorum.
Çünkü birbirlerini iyileştirdiler. Aşk sevgiye evrildi, sevgi onları
iyileştirdi.
Severek okuduğum
‘Normal İnsanlar ‘romanı beni sarıp sarmaladı, düşündürttü, üzdü, sevindirdi.
Tavsiye ederim. BEYZA