30 Aralık 2023 Cumartesi






 İnsan evrende gövdesi kadar değil yüreği kadar yer kaplar” demiş Yaşar Kemal.

2024 yılında yüreğinizin iyilikler, güzellikler, umutlar, hayaller ve kitaplarla dolu olması dileğiyle…




Miras

 


                                                     Yazar: Vigdis Hjorth

                                                     Orijinal Adı: Arv og miljo

                                                     Orijinal Dili: Norveççe

                                                    Yayınevi: Siren Yayınları

                                                    Çeviren: Dilek Başak

                                                    Basım Yeri / Tarihi: İstanbul, Mart 2022, 9. Baskı

Dört kardeş, iki kulübe, bir sır. Çağdaş Norveç edebiyatının en önemli seslerinden Vigdis Hjorth, Miras’ta bir aile portresinin arka planını resmediyor ve gerçeklere dayalı bir travma hikâyesi anlatıyor. Yakınlığın ve yakınların açtığı yaraların, bağların ve bağları koparmanın hikâyesi bu, tiyatro eleştirmeni Bergljot’un ailesine rağmen sağ kalma, yaşamına sahip çıkma mücadelesinin hikâyesi. Soğuk ve karanlık bir hikâye, portredeki gülümsemelerin gerisinde gizleniyor ama tüm saklı şeyler gibi eninde sonunda açığa çıkıyor.

Norveç’te büyük ses getiren ve çok satan, çok tartışılan bu roman, babanın ölümüyle başlıyor ve yaranın kökenine iniyor.

İnsan ailesini seçemez ama hikâyesini anlatmayı seçebilir.


Yorumlarımız:

Aralık ayında okuduğumuz kitap Norveçli yazar Vigdis Hjorth adlı yazarın kendi hayatındaki bir travmadan yola cıkarak yazmış olduğu Miras adlı roman. Kitabın okuması kolay, kısa bölümler ve bilinç akışı metoduyla yazılarak merak diri tutulmuş, son olayların altında yatan geçmişte yaşananlar, psikolojik travmalar sadece kitabın kahramanı açısından değil, geriye dönüşlerle diğer aile ferlerinin içine sürüklendikleri çıkmaz ve dolayısıyla verdikleri (veya veremedikleri) tepkiler, olayı örtbas etmeleri, kendi güven alanlarını risk etmeme çabası, ki burda aile bütünlüğü söz konusu, ve tüm bunların davranışlarını nasıl şekillendirdiğinin analizi de mevcut. Yaşanan travma yazarın 5-7 yaş arası babası tarafından ensest bir ilişkiye dahil edilişi. Ancak kitapta 80li sayfalar gelininceye kadar bu olay açıklanmamakta birlikte ciddi bir sıkıntı sezinlenmekte. Kitabın başı babanın ölümü ve miras paylaşımı yüzünden kitap kahramanının (yazarın) aileyle tekrar iletişime geçme zorunluluğuyla  fazla detaya girmeden ve yıllar sonra kendisi de evlenip üç çocuk sahibi olduktan sonra boşanma aşamasında olduğu süreçte bir tiyatro oyunu yazarken geçirdiği ağır fiziksel semptomlar sonucu Norveç devletinin sağladığı haftada dört kere gittiği psikoanaliz seansları neticesinde yani otuzlu yaşlarda kendisiyle yüzleşme zorunluluğuyla su yüzüne çıkıyor. Okuyucu da geçmiş olayların akışında yazarın aile fertlerinin kendi düzenlerini bozmamak adına olayı tamamen red etmesi- psikolojideki en güçlü savunma mekanizmalarından bir olan inkar (denial) mekanizmasının devreye girmesiyle, travmanın zaman içinde daha da pekişmesine ve ailenin diğer fertlerinden de tamamen kopuşu ve hatta anneye karşı daha güçlü olumsuz duygular yaşanması anlatılmakta. Yazarın yetişkin dönemde tüm bu olayın travmasıyla boğuşurken yanında destek olan en önemli iki dostu Klara ve Bo, yazarın travmasını pekiştiren anne ve kardeşlerinin almaza yatmaz davranışlarını daha geniş bir perspektifle ele alarak kitabı kişisel bir travmanın hikayesi olmaktan çıkarıp genel insan /toplum davranışlarını ele alarak bir pencere açıyor ki kanımca kitabın esas başarılarından biri de burdaki kişisel travmanın dünya üzerinde yaşanan savaşları, haksızlıkları insan davranışı üzerinden irdelemek- bu Bo’nun savaş bölgelerindeki gözlemleri ve politik açıklamalarıyla vucut bulmakta,  Kitap Freud ve Jung gibi bilimsel olarak konuyu irdelemiş bilim insanlarının görüşlerine de yer vererek genel olarak bireyin davranışlarına açıklık getirmekte- Freud’a göre insanın içinde hem iyinin hem kötünün var olduğu ve medeniyet denen akıl ve belli düzeydeki eğitimle bunun yok edilemeyeceği, koşullara bağlı olarak birinin diğeri üzerinde baskın olacağı gerçeği dile getirilmekte. Birde tabii ki performans sanatcısı Marina Abromoviç’in insanın gerçek yüzünü gösteren performansına da atıf kitaba farklı bir boyut kazandırmakta. “Benden nefret ediyorlar çünkü bana yaptıklarını görüyorlar”, sonuçta kitaptan bağımsız olarak aynı konuyu işlemekte sanatçı- bir nev’i ayna oluyor Marina izleyicilerine, kitapta ise izleyici aile!

Kitapta aynı zamanda yazarın kızı Tale’in aileye yazdığı bir mektup aracılığıyla ilişkisini kesmesini bildirmesi böylelikle kuşaktan kuşağa aktarılmasını engelleme çabası var. Açık ve net olarak, “mış gibi” yapmadan, sahte aile oyunu oynamadan, travmanın manevi bir miras olmaktan çıkmasına sebep olma amacı güdülmekte- özetle yazar böyle bir olayın dillendirilmesiyle hem kendisini, hem de ailesinin bu yükten kurtarıp özgürleşmesini, geride bırakmasını sağlamak istemekte.

Sonuçta söylemek istediğim kitap çok katmanli; boğucu olmadan çok iyi ele alınmış, herkesin, kendisinin veya başkasının, küçük/ büyük travması olsun olmasın, olaylar karşısında alacağı tavır hakkında düşünmeye davet etmekte. Kitabın psikojik gelgitleri de çok iyi verdiğini, esas olanın ise duyarsız kalınmasının travmayı katladığı/büyüttüğü gerçeği. Miras bunu son derece kırmadan, dökmeden tüm karakterlerin ruhsal analizlerini, içinde bulundukları şartları oldukca objektif olarak anlatarak veriyor ve esas başarısı da kanımca bu.  Bize ise sadece düşünmek kalıyor, tabii güvenli alanımızdan (comfort zone) çıkmayı göze alıp, çoğunluğun yaptığı gibi kafamızı çevirmemeyi göze alırsak. Iyi bir psikolojik kitap okumak isteyen herkese tavsiye ederim.  DEMET

 


15 Aralık 2023 Cuma

Vigdis Hjorth

 


Vigdis Hjorth, 1959’da doğdu, Oslo’da büyüdü. Felsefe, edebiyat ve siyaset bilimi öğrenimi gördü. Edebiyat hayatı 1983’te yazdığı çocuk kitabı ‘Pelle-Ragnar ı den gule gården’ ile başladı. Bu kitabıyla Norsk Kulturråd ödülünü kazandı. Yetişkinler için yazdığı ilk roman ‘Drama med Hilde’ (1987) oldu. O zamandan bu yana 13 roman daha yazan Hjorth’un en önemli eseri olarak kabul edilen ‘Om bare’ (2001) Norveç’te hem büyük heyecan yaratmış hem de önemli satış rakamına ulaşmıştı. Çağdaş Norveç edebiyatının en özgün ve önemli isimlerinden biri kabul edilen yazarın, 2019 yılında Amerikan Ulusal Kitap Ödülü’ne aday gösterilen romanı Miras, Türkçeye çevrilen ilk ve tek romanıdır. Özkurmaca unsurları taşıyan ve ritmik, akıcı anlatımıyla aile ilişkileri çerçevesinde travmaya odaklanan Miras özellikle Norveç’te büyük yankı uyandırmıştır. Hjorth, izleri metinlerinde hissedilebilecek Tove Ditlevsen, Rolf Jacobsen ve Rudolf Nilsen gibi isimlerden etkilendiğini belirtir. Miras, aynı zamanda Freud ve Jung gibi düşünürlerin izlerini de taşımaktadır.

Üç çocuğu ile birlikte Asker, Norveç’de yaşamaktadır.



12 Aralık 2023 Salı

995 km

  

                                               

                                                           Yazar: Murathan Mungan
                                                           Yayınevi: Metis Yayınları
                                                           Basım Yeri / Tarihi: İstanbul, Ekim 2023

 

Murathan Mungan’dan bu kez sürükleyici bir kara polisiye.

 

Hiçbir şeyin göründüğü gibi olmadığı ama karmaşık görünenin de sonuçta su gibi açık olduğu bir siyasi/psikolojik ortam yaratıyor Mungan. Edebiyatımızda ender rastlanan, beklenmedik bir başkahramanın peşinde, ülkenin yakın geçmişinden tanıdık gelebilecek karmaşık ağların izini sürüyor. Kimi düğümleri çözüp yeni düğümler atarken okuru da nefes nefese bir yolculuğa davet ediyor.

 

Yorumlarımız:

 

Türkiye’de 1980’lere, 1990’lara tanıklık ederek günümüze ulaşmış kişilerden biri olarak , Murathan Mungan ın 995 km romanını okumak, 2000’ler gençliğinin algısından çok farklı bir deneyim. Bu nedenle aslında oldukça kişisel bir bakış açısıyla değerlendiriyor olacağım bu kitabı.

 

Hem ilk gençliğimin geçtiği çok siyasi atmosferin günlük yaşama hakim olduğu bir Ankara, oldukça bilinç düzeyi yüksek bir büyük aile ve arkadaş ortamı, ve 80’ler sonu ODTÜ’deki öğrencilik ve ardından gelen yine ODTÜ’deki akademik ortamın parçası olmak, ülkemizde olan bitenlerle yakın ilgi içinde olmamı sağlamıştı. Dolayısıyla, Mungan’ın anlattığı süreci ve içeriği az çok bildiğimi düşünürdüm. Ancak kitabı bitirdiğimde, tüm tanıklıklara rağmen farkındalığımın ne kadar naif, ne kadar yüzeysel kalmış olduğunu görmek çok üzücü ve düşündürücü oldu.

 

Türkiye’deki ‘Faili Meçhul Cinayetler’ in katmanlar, kurumlar, organizasyonlar, oluşumlar ve tarihsel olarak bu denli yayılmış, bu denli günlük yaşamın her alanında beslenmiş büyütülmüş, uygulanmış ve saklanmış … hatta kabullenilmiş olduğunun ayırdına varmak zor, acıtıcı ve düşündürücü oldu benim için…. Hem toplumda ne kadar karmaşık, karışık ve iç içe işlenmiş bir AĞ oluşumunun, hem de çok basit ve ilkel düşmanlık, kin, nefret duygularının pekiştirilmesinin , bu cinayetleri normalleştirdiğini, çok da şaşırılacak bir durum olmadığını, çünkü ardındaki düzenin bunları hazırladığını anlatıyor Murathan Mungan inceden inceye.

 

Aslında ‘Faili Meçhul Cinayetler’ tam kör bir cahilliğin; toplumun büyük kesimini düşünebilmeyi, her şeye eleştirel bakabilmeyi sağlayan rasyonel eğitimden tümden uzak tutmanın; insanları şeffaflık yerine sis perdeleri içinde yaşatmanın; ekonomik ve sosyal eşitsizlikler, coğrafi şartlar açısından dengesizlikler içinde bırakmanın; ve ülke dışı dengelerin sürekli hedefi olarak yoğrulmanın doğal bir sonucu olduğunu da gösteriyor Mungan.

 

Böylesi çetrefilli ve zor bir konuyu bir roman formatında sunması okuyucuya yapılan bir kolaylık olmuş kanımca. Kendisinin de belirttiği gibi 20 yıldan fazla bir süreye yayılan yoğun bir araştırma yapmış yazar kitap için, ama bunları detaylarıyla, tüm gerçeklikleriyle sunmak yerine bir bütünü algılatacak yap-boz parçaları gibi kullanmış. Dolayısıyla detaylara takılmadan, birbiri içine geçmiş kötülükleri, nefreti, kişisel çıkarlarla ideolojik çıkarların ayırt edilemez işbirliklerini, sanki doğal bir akışın parçasıymış gibi anlatmış. Karakterlerin taşıdıkları isimle değil de , daha genel geçer tanımlamalarla anılması  bu kişiliklerin , zaman ve mekan ayırd etmeden her zaman her yerde rastlayabileceğimiz ‘simge’ karakterlere dönüşmesine yol açmış. Bu özellikler sayesinde, yine kendi deyimiyle bizlere, okuyuculara aslında bildiklerimiz ‘hatırlatma’ yapmayı amaçlamış…

 

Mutlaka okunması, üzerinde düşünülmesi ve çeşitli ortamlara düşünsel katkı yapmaya aracı olması gereken bir kitap…. UFUK