28 Ocak 2011 Cuma

Mario Vargas Llosa'nın Nobel Konuşması

Cennet Başka Yerde” romanını severek okuyup tartıştığımız 2010 Nobel Edebiyat Ödülü'ne değer görülen Perulu yazar Mario Vargas Llosa'nın, ödül töreninde yaptığı konuşma, edebiyatın ve yazarlığın işlevi, roman ve öykü okumanın, kurmacanın önemi, yaşadığımız çağın çarpıcı özellikleri üstüne ilginç açımlamalar ve ipuçları içeriyor. Yazarın Nobel Edebiyat Ödülü törenindeki konuşmasından bazı bölümler:
HER ŞEYE KARŞIN YAZMAK
Zaman zaman yazarlığın, benim ülkem gibi pek az okurun bulunduğu, pek çok insanın yoksul ve cahil olduğu, adaletsizliğin kol gezdiği, kültürün belli bir azınlığın ayrıcalığı olduğu bir ülkede bencilce bir lüks olup olmadığını düşünmüşümdür. Ne ki, böylesi kuşkular yazma tutkumu hiçbir zaman azaltmadı, vaktimin büyük bir bölümünü hayatım kazanmak için çalışmaya ayırmak zorunda olduğum dönemlerde bile hep yazmayı sürdürdüm. Doğru da yaptığıma inanıyorum, çünkü edebiyatın gelişmesi için önce toplumun yüksek kültüre, özgürlüğe, refah ve adalete kavuşması gerekiyor olsaydı, edebiyat hiç olmazdı.
PEK ÇOK HAYATI YAŞAMAK
Ama edebiyat sayesinde, edebiyatın biçimlendirdiği bilinçlilik, esinlediği arzular ve özlemler sayesinde, olağanüstü güzellikte bir fanteziye yaptığımız yolculuktan sonra gözümüzün gerçekliğe açılması sayesinde, uygarlık bugün, masalcıların hayatı masallarıyla insancıllaştırmaya başladıkları zamankinden daha az acımasız. Okuduğumuz o iyi kitaplar olmasaydı, şimdikinden daha kötü durumda, daha uzlaşmacı, daha itaatkâr olurduk; ilerlemenin motoru olan eleştirel ruhun esamesi bile okunmazdı. Yazmak gibi, okumak da, hayatın yetersizliklerine karşı bir protestodur. Hayatta eksik olanı roman ve öykülerde ararken, var olan hayatın sonsuza duyduğumuz açlığı 'insanlık durumunun temeli- dindirmediğini ve daha iyi olması gerektiğini düşünürüz. Öyküler ve romanları, yalnızca tek bir hayatımız varken pek çok hayatı yaşayabilmek için yaratırız.
HAYATI YAŞANILIR KILMAK
Roman ve öykü olmasaydı, özgürlüğün hayatı yaşanılır kılmadaki öneminin, özgürlüğün bir zorba, bir ideoloji ya da bir dinin ayakları altında çiğnenmesinin hayatı nasıl bir cehenneme çevirdiğinin farkında olamazdık. Edebiyatın bizi yalnızca güzellik ve mutluluk düşlerine daldırmakla kalmadığı, aynı zamanda her türlü baskıya karşı gözümüzü açtığından kuşku duyanlar, yurttaşların davranışlarını beşikten mezara kadar denetim altında tutmaya kararlı tüm rejimlerin edebiyattan niçin bu kadar korktuklarını, onu bastırmak için neden sansür sistemleri kurduklarını ve neden gözlerini bağımsız yazarların üstünden ayırmadıklarını sorsunlar kendilerine.
PUSUDA BEKLEYEN CEHALET
Böyle yapmalarının nedeni, hayal gücünün kitaplarda özgürce gezinmesine izin vermenin tehlikesini bilmeleridir; okuyucu kitaplardaki özgürlüğü gerçek dünyada pusuda bekleyen cehalet yandaşlığı ve korkuyla kıyasladığında, romanlar ve öykülerin ne kadar ayartıcı olabileceğini bilmeleridir. Yazarlar, öyküler yazarlarken, isteyerek ya da istemeyerek, bilerek ya da bilmeyerek, bu dünyanın kötü yaratıldığını ve fantezilerle dolu hayatın gündelik, tekdüze hayatımızdan daha zengin olduğunu gözler önüne sererek doyumsuzluğu yayarlar. Bu olgu yurttaşların duyarlık ve bilincinde kök salarsa, onların istenildiği yönlendirilmeleri daha zorlaşır, onları parmaklıklar ardında daha güvenli ve daha iyi bir hayat yaşayacaklarına inandırmak isteyen sorgucular ve zindancıların yalanlarına inanmakta daha isteksiz kılar.
KARDEŞLİK DUYGUSU
İyi edebiyat, farklı halklar arasında köprüler kurar ve bize sevinçler, acılar, şaşkınlıklar yaşatarak, bizi ayıran diller, inançlar, alışkanlıklar, âdetler ve önyargılara karşın birleşmemizi sağlar. Büyük beyaz balina Kaptan Ahab'i sulara gömdüğünde, Tokyo'daki, Lima'daki ya da Timbuktu'daki okurların yüreğine aynı korku düşer. Emma Bovary arseniği içtiğinde, Anna Karenina kendini trenin önüne attığında, Julien Sorel idam sehpasının basamaklarını tırmandığında (') Buda'ya, Konfüçyüs'e, İsa'ya ya da Allah'a inanan ya da agnostik olan (') tüm okurların bedeninde aynı ürperti dolaşır. Edebiyat, birbirlerinden çok farklı insanlar arasında bir kardeşlik duygusu uyandırır ve cehalet, ideolojiler, dinler, diller ve ahmaklığın kadınlar ile erkeklerin arasına çektiği sınırları gölgede bırakır.
BAĞNAZLIĞIN BARBARLIĞI
Her dönemin kendine özgü dehşeti vardır; öldürerek cennete gideceklerine, masumların kanının ortak aşağılamaları silip götüreceğine, adaletsizlikleri düzelteceğine ve hakikati sahte inançlara dayatacağı inanan bağnazların, intihar teröristlerinin çağıdır. Mutlak hakikate sahip olduklarını sananlar, her gün, dünyanın dört bir yanında sayısız insanı kurban etmektedirler. Totaliter imparatorlukların çöküşünün ardından, birlikte yaşamanın, barışın, çoğulculuğun ve insan haklarının yükselişe geçeceğini ve dünyanın toplu kıyımların, soykırımların, istilaların, imha savaşlarının geride kalacağını sanmıştık. Ama hiç de öyle olmadı. Bağnazlığın kışkırttığı yeni barbarlık biçimleri serpilip boy atıyor; ayrıca, kitle imha silahlarının hızla çoğalması karşısında, dünyayı kurtarmaya kalkışacak bir avuç çılgının bir gün nükleer bir kıyamete yol açabileceği gerçeğini hafife alamayız. Onlara karşı gelmeli ve onları yenilgiye uğratmalıyız. İşledikleri suçların gürültüsü gezegenin bir yanında yankılanmasına ve kışkırttıkları karabasanlar yüreğimize dehşet salmasına karşın, sayıları çok fazla değil. Uzun uygarlık süreci boyunca edinmiş olduğumuz özgürlüğü elimizden almaya çalışanlar karşısında ürküp sinmemeliyiz.
HAYAL ETME HAKKI
Siyasal çoğulculuğu, bir arada yaşamayı, hoşgörüyü, insan haklarını, eleştiriye saygıyı, eşitliği, serbest seçimleri, farklı iktidarların birbirini izlemesini, bizi yabanıl bir yaşamdan çekip alarak edebiyatın yarattığı güzel, yetkin yaşama, ancak yaratarak, yazarak ve okuyarak hak edebileceğimiz o yaşama 'hiçbir zaman tam olarak erişemeyecek olsak da- biraz daha yaklaştıran her şeyi yansıtan liberal demokrasiyi, bütün sınırlılıklarına karşın, savunmalıyız. Bağnazların caniliğine karşı çıkarak, hayal etme ve hayallerimizi gerçek kılma hakkımızı savunmalıyız.
OLANAKSIZI OLASI KILMAK
Mağaradan gökdelene, sopadan kitle imha silahlarına, tekdüze kabile yaşamından küreselleşme çağına, edebiyatın kurmacaları insan yaşantılarını çoğaltarak, uyuşukluğa kapılmamızı, kendi kendimizi tüketmemizi, teslimiyet bayrağını çekmemizi önlemiştir. (') Edebiyat sayesinde, gerçek yaşamın bize hiçbir zaman vermeyeceği büyük serüvenlerin, yüce tutkuların kahramanları olabiliriz. Edebiyatın yalanları, bizim aracılığımızla, dönüşen okurlar aracılığıyla, bayağı gerçekliği sürekli sorgulayan kurmaca aracılığıyla gerçek olabilir. (') İşte bu yüzden, hayal etmeye, okumaya ve yazmaya devam etmeliyiz; ölümlülüğümüzün ağırlığını hafifletmenin, zamanın aşındırmasını alt etmenin ve olanaksızı olası kılmanın bugüne kadar bulduğumuz en etkili yolu budur.'

Llosa'ya göre 'Bağnazlığın kışkırttığı yeni barbarlık biçimleri serpilip boy atıyor; ayrıca, kitle imha silahlarının hızla çoğalması karşısında, dünyayı kurtarmaya kalkışacak bir avuç çılgının bir gün nükleer bir kıyamete yol açabileceği gerçeğini hafife alamayız. Onlara karşı gelmeli ve onları yenilgiye uğratmalıyız. İşledikleri suçların gürültüsü gezegenin bir yanında yankılanmasına ve kışkırttıkları karabasanlar yüreğimize dehşet salmasına karşın, sayıları çok fazla değil. Uzun uygarlık süreci boyunca edinmiş olduğumuz özgürlüğü elimizden almaya çalışanlar karşısında ürküp sinmemeliyiz.'

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder