30 Ocak 2020 Perşembe

Kuşlar Yasına Gider




                                              
                                                 Yazar: Hasan Ali Toptaş
                                                 Yayınevi: Everest Yayınları
                                                 Kapak Fotoğrafı: Nuri Bilge Ceylan
                                                 Basım Yeri / Tarihi: İstanbul, Kasım 2019, 78. Baskı


Pırıl ışıyan Türkçesiyle Hasan Ali Toptaş, Kuşlar Yasına Gider'de romancılığına yeni bir boyut katıyor: anlatmıyor, söylemiyor; nefeslendiriyor.
Kadirşinas otlarının mırıltısını, of dememenin ilmini, eldeyken kıymetini bilmenin erdemini, ömürden giden günlerin sabrını okudukça zihnimiz, gönlümüz havalanıyor.
"Babalar, alınlarımıza yazılmış yalnızlıklardır" sözü yankılanıyor kulaklarımızda.
Kuşlar Yasına Gider; atların koşması kadar doğal, kaleme iç çektirecek kadar merhametli bir roman.


Yorumlarımız:
Minibüs şöförü bir baba.... Yalnız şöför değil aynı zamanda arabalarada meraklı... İyi bir minibüs alabilmek için uzak şehirlere gidip günlerce evini ihmal eden bir baba... Ama aynı zamanda yufka yürekli... Yolculuk parasını veremeyenleri veresiye defterine yazan, defter dolunca da yakan bir şöför...
Böyle olunca, yeteri kadar kazanamayınca da minibüsü satıp uzak yol kamyon şöförlüğü yapmaya başlar. Aziz’in hep özlenen, beklenen baba olduğunu oğlunun, “Zaten o yıllarda burnumuzun ucunda gezinen bir mazot kokusuydu babam, kulağımızda çınlayan uzak bir motor sesiydi ve gitti mi gelmek bilmezdi bir türlü. Bu nedenle çocukluğumda annem, kardeşim ve ben hep yol gözlerdik.”  sözlerinden anlıyoruz. Asıl ilginç olan, karısı ve çocukları bu özlemi dile getirdiklerinde, ne bir sitem ne de bir şikayet var. Hep özlenmiş, hep beklenmiş Aziz, ama hep özgür bırakılmış, çünkü eve ekmek getirmeye çalışıyormuş.
Ama uzak ülkelerdeki talihsiz bir kaza sonucu dizden aşağı kesilen sağ ayak,  Aziz’in bütün hayatını değiştirir. Peşpeşe yapılan protezlere alışamayan Aziz, Denizli’nin Baklan ovasındaki, Beşparmak Dağlarının eteklerindeki evinde çok mutsuzdur. Eve ve kasabaya mahkum olmak Aziz’i çok üzer.
Ankara’da yaşayan ve yazar olan büyük oğlu da bu duruma çok üzülür. Yanında olmak, farklı doktorlara götürebilmek için sık sık Ankara – Denizli arası seyyahat eder. Peşpeşe yapılan bu yolculuklarda romanın en belirgin özelliği olan dairevi tekrarları okuyoruz. Sürekli geçilen köyler, kasabalar, mola yerleri, sapaklar, virajlar..... Yolda beliren at, bahçede bir görünüp bir kaybolan küçük çocuk..... Eve girip çıkarken cümle kapısını örten asma ve erik dallarının altından yan yan yürüyerek geçişler, dayının telefonunun zili, babanın yanağındaki çukur... Tüm bunlar aynı sözcüklerle yinelendikçe, yol boyu yazarın dinlediği türkülerin nakaratları gibi romana bir ritim veriyor. Bazen bu tekrarların içinde okuyucu boğulacak gibi olsa da, yazarın şiirsel anlatımı ve sade dili ile romana kolayca geri dönüyor.
Büyük bir kısmı yollarda geçse de bu bir yol hikayesi değil.  Güçlü, hayatını kimseye muhtaç olmadan, kendi istediği gibi yaşamış ve mevcut durumunu içine sindiremeyen kendisini oğluna ve eşine bir yük gibi hisseden baba....  Babası için elinden geleni yapmaya çalışırken babasının gururunu kırmamaya özen gösteren, ne yaparsa yapsın sonucu değiştiremeyeceği bilmesine rağmen çırpınan bir oğul.... Bir baba – oğul duygusallığı, çaresizliği, sessizliği....
Yazarı tanımak, böylesi zor bir konunun nasıl sade bir dille anlatılabileceğini görmek, kasaba hayatının naifliğini, sitem etmeden de sevilebileceğini, iyi insanların yardımlaşmalarını içinizde hissetmek için okumanızı tavsiye ederim. NURİZER

23 Ocak 2020 Perşembe

Hasan Ali Toptaş





1958’de Denizli’nin Çal ilçesine bağlı Baklan kasabasında doğdu. Balkan İlkokulu ve Balkan Ortaokulu ile Çal Lisesini (1975) bitirdi.

Okuma yazma bilmeyen annesinin çok iyi bir hikaye anlatıcısı olduğunu söyleyen yazara göre annesi, Hatice kod adlı bir Şehrazad’dır. Babasının ise çok az konuştuğunu, yüz hatları ve göz rengiyle İrlandalı yazar Samuel Beckett’e benzediğini söyler yazar. “Ben, Beckett ve Şehrazad’ın evliliğinden doğmuş bir çocuğum.” der.

Hasan Ali Toptaş’ı edebiyat eserleriyle tanıştıran, ilkokul 3. sınıfa giderken nahiyeye gelen emekli bir posta memuru Halil Ahmet Amca, poğaça ve gazozun yanında kitap da satmaktadır. ‘Konuşan Katır’ isimli ilk kitabını ondan satın alır ve tesadüf eseri hikaye kahramanının ismi de Hasan’dır.

13 yaşındayken arkadaşı Hamdi Kahya ile kimse onları anlamasa da bir roman oluşturmaya çalışırlar. Hasan Ali yazarken, arkadaşı onun yazdıklarını okuyarak defteri resimlerle süsler. Toptaş, bu ilk romana Orhan Kemal’in etkisiyle başladığını, çocukça bir heves olduğu için de tamamlayamadığını söyler.

Çal Lisesi’nde okuduğu sırada, 1975’te Orman Haftası nedeniyle düzenlenen bir yarışmada Tövbe adlı öyküsüyle birincilik kazanır. 1976’da Çal Orman İşletmesi’nin düzenlediği bir yarışmaya da Çoban Nesip adlı öyküsüyle katılır.

Yazar, ilkokuldan başlayıp liseyi bitirene kadar, ders saatleri dışında, babasının yanında minibüs muavinliği yapar. Nasıl bir muavin olduğunu şu sözlerle özetler: “Yolculardan para isteyemeyen, uyuyan yolcuları uyandıramayan…” Bu yüzden de o yıllarda babasıyla pek geçinemez.

Liseden sonra, aynı yıl Uşak Meslek Yüksekokulu Sosyal Bilimler Bölümü’ne girer. Ancak, dönemin kaotik yapısı nedeniyle devamsızlıktan sınıfta kalarak okulu bırakır. Bu yıllarda işsizlik sorunu yaşayan Toptaş, dayısıyla birlikte 1,5 sene bir kahve işletir. Daha sonra askere gider. Dönüşünde Maliye’nin sınavını kazanır ve Denizli’nin Çivril ilçesindeki vergi dairesinde 5 yıl boyunca veznedarlık yapar. Sonrasında Maliye Bakanlığı’nın orta dereceli yönetici yetiştirmek için açtığı 2 yıllık okula devam etmek üzere Ankara’ya gider.

Eğitiminin sonunda Sincan Vergi Dairesi’ne icra memuru olarak atanır, bu görevi 1997 yılına kadar devam eder. Aynı yıl Hazine Avukatlığı’na memur olarak atanır ve 2004’te emekli olur. 25 yıl memurluk yapan Toptaş, en büyük sevdası olan yazmaktan, karşılaştığı her türlü zorluğa rağmen vazgeçemez.

Hasan Ali Toptaş’ın 1983 yılında ilk hikayesi Dönem Dergisi’nde ‘Dili Mühürlü Gelin’ ismiyle yayımlanır. 1987’de o güne kadar yayımlanan öykülerini bir araya getirdiği “Bir Gülüşün Kimliği” adlı öykü kitabını kendi parası ile bastırır.

“Ölü Zaman Gezginleri” adlı öykü dosyasıyla 1992 yılında Çankaya Belediyesi ile Damar edebiyat dergisinin düzenlediği yarışmada birincilik ödülü aldı. Aynı yıl “Sonsuzluğa Nokta“ adlı yayımlanmamış romanıyla Kültür Bakanlığı’nın düzenlediği yarışmada mansiyon aldı ve “Sonsuzluğa Nokta” Kültür Bakanlığı tarafından yayımlandı. 1994’te “Gölgesizler” adlı yayımlanmamış romanıyla Yunus Nadi Roman Ödülü’nü aldı. 1996’da yayımlanan “Kayıp Hayaller Kitabı”, Toptaş’ın otobiyografik özellikler taşıyan ve hayatından ipuçları barındıran romanlarından biridir.

“Bin Hüzünlü Haz” adlı romanı 1999 Cevdet Kudret Edebiyat Ödülü’ne, “Uykuların Doğusu” adlı romanı ise 2005 Orhan Kemal Roman Armağanına değer görüldü. Yazarın ayrıca “Yalnızlıklar“ adlı şiirsel metinlerden oluşan bir kitabı, “Kayıp Hayaller Kitabı“ adlı bir romanı, “Ben Bir Gürgen Dalıyım“ adlı bir çocuk romanı ve “Harfler ve Notalar“ adlı bir deneme kitabı vardır. Yazarın Almanya, Finlandiya, Güney Kore, Hollanda, İsveç ve Fransa’da yayımlanan “Gölgesizler“ adlı romanı 2009’da Ümit Ünal tarafından aynı adla filme çekildi. “Yalnızlıklar“ adlı eseri de önce Hollanda’da, daha sonra da Tiyatrooyunevi tarafından Türkiye’de tek kişilik oyun olarak sahnelendi. Yazarın 2013’te yayımlanan “Heba“ adlı romanı 2013 Sedat Simavi Ödülüne değer görüldü.

2017’de yayımlanan Kuşlar Yasına Gider, baba-oğul ilişkisini hem yerel hem de evrensel çizgide bir kavramsal derinlikte anlatır.
Ümit Ünal’ın çizimlerinden oluşan, 2017 tarihli öykü kitabı “Gecenin Gecesi”nde beş öykü yer alır.

7 Ocak 2020 Salı

Kapı




                                                Yazar: Magda Szabo
                                                Orijinal Adı: Az Ajto
                                                Orijinal Dili: Macarca
                                                Yayınevi: Yapı KrediYayınları
                                                Çeviren: Hilmi Ortaç
                                                Basım Yeri / Tarihi: İstanbul, Şubat 2018 – 4. Baskı


Bir yazar ve ona ev işlerinde yardımcı olan yaşlıca hizmetçisi. Önceleri birbirlerini anlamakta ve benimsemekte zorlanırlar. Zamanla, çocukluk ve gençlik travmaları Macaristan’ın yakın tarihiyle birlikte örülmüş, bu başına buyruk, mesafeli, tragedya kahramanlarını andıran anne figürüyle yazar arasında çatışmalı ve neredeyse tutkulu bir ilişki kurulur. Hayvanların ve insanların dilinden anlayan, cesur, bilge Emerenc, yazarın yaşama, sanata ve ölüme ilişkin doğru bildiklerini sorgulamasını sağlar.

Benden bu denli farklı olmasına karşın nasıl oluyordu da bana bu kadar bağlanabiliyordu? Benim neyimi sevdiğini anlayamamıştım doğrusu... Daha önce de yazdığım gibi, o zamanlar henüz gençtim, bağlılığın ne denli mantıkdışı, ölümcül ve
güvenilmez bir duygu olduğunu henüz derinlemesine incelememiştim. Karşılıklı bağlılığımız, aşk gibi, birtakım tanımlanamayan bileşkelerin sonucuydu çünkü birbirimizi kabullenebilmek için bir sürü ödün vermemiz gerekmişti.

Magda Szabó’nun ince ve hüzünlü bir mizah duygusuyla kaleme aldığı, otobiyografik unsurlar da taşıyan bu romanı ona 2003 yılında yabancı roman dalında Fransa’nın en saygın ödüllerinden olan Femina’yı kazandırdı. (Arka Kapak)

Yorumlarımız:

Her ne kadar içiniz kavrulsa da, romanı elinizden bırakamıyorsunuz. O kadar sürükleyici ve etkili.

Romanın etkin kahramanı Emerenc hem evin kapısını,  hem de iç dünyasının kapısını herkese kapamış. Bu noktada kendinizle hesaplaşmaya başlıyorsunuz. " Acaba ben de kapalı kutu muyum?" " Bazı şeyleri paylaşsam, hayata daha güzel bakabilir , daha da mutlu olabilir miydim?"

Kitap da  Macaristan tarihini, inançların sorgulanmasını, iyi insan olma vasıflarını görebilirsiniz. Bazen bazılarımız hayata o kadar acımasız başlıyoruz ki, ne kadar iyi insan olsak da , yaşadıklarımız bizi katılaştırıyor ve zinciri kıramıyor,  herşeyle restleşiyoruz. Romanında  yazar adeta kendi biyografisini anlatır gibi. Tabi gerçek payı da vardır, yazdıklarında. Ayrıca akıcı ve heyecanlı. 

" Orada ölümün parıldayan baltasını tutan eller sevgi ve aşkın birleşen elleriydi"
Kitaptan etkilendiğim bir cümle. Lütfen okuyun. ZELİHA

Magda Szabo




Ekim 1917’de Dobruca’da doğan yazar, romanlarının yanı sıra; başarılı dramaları, Macar edebi geleneğine yeni ufuklar açan denemeleri, kişisel deneyimleriyle bütünleşen seyahat anıları ve şiirleriyle bilinir. Dobruca Üniversitesi’nde Latin ve Macar edebiyatı üzerine eğitim alarak aynı yerde, Kalvinist bir kız okulunda öğretmenlik yapar. 1945-1949 yılları arasında kültür bakanlığında çalışan yazar, 1947’de evlendiği yazar ve çevirmen Tibor Szobotka ile aktif bir politik ve edebi mücadeleye adım atar.
Magda Szabó, Çağdaş Macar edebiyatının yaşayan en ünlü kadın romancısıdır. Aynı zamanda bir William Shakespeare çevirmeni olan yazar, yazı serüvenine şair olarak başlar. Üretken bir yazar olarak, edebiyatın her alanında eser veren Szabó, ilk şiir kitabı “Kuzu”yu 1947’de yayımlar. Kültür bakanlığında çalışırken aldığı Baumgarten Ödülü, politik nedenlerden ötürü aynı gün iptal edilir ve aynı yıl bakanlıktaki işinden kovulur. Macaristan’ın karanlık yılları sayılan 1949-1958 arasında rejim tarafından kitaplarının yayımlanmasına izin verilmeyen Szabó ve kocası, rejim tarafından başlatılan karalama kampanyası sonucunda işsiz kalırlar. Bu dönemde bir ilkokulda öğretmenlik yapmaya zorlanan yazar, 1958’de yayımlanan ve ilerde ona uluslarası ün kazandıracak romanı “Fresco”yu yayımlayarak sessizliğini bozar ve büyük başarı elde eder. Genç bir kadının, Corina’nın sanatçı olma mücadelesi uğruna saygıdeğer ailesini bırakmasını anlatan Fresko, birbirine dolaşmış ve bilinç akımıyla sunulan bir iç monologlar dizisi. Eski püritan bir ailenin, cenaze için bir araya geldiği romanın sonunda, aile tarihi ve yalanlar ortaya dökülür. Corina’nın başkaldırısı, sanatın, diktatörlük yönetiminin kültürel politikası karşısında kazandığı değeri simgeler.
1963’te yayımladığı romanı “Yavru Ceylan” bir yandan yaşamın sırlarını ifşa etmeye çalışırken diğer yandan ümitsizce aşk ve mutluluk girişimlerinde bulunan bir kadının iç monologlarından oluşur. 1969’da savaş boyunca üç ailenin yaşadığı ilişkileri anlattığı ve kitabın merkezini oluşturan ‘Katalin Caddesi’ geçmişi kayıp bir gençliği temsil eder. 1970’de büyülü bir çocukluk geçirdiği ailesini ve çocukluk anılarını anlattığı “Eski Bir Çeşme”yi yazarak otobiyografiye geçer. 1971’de Macaristan’da ilk kez kadın cinselliğinin açıkça tartışılmasına yol açacak kitabı “Eski Usul Hikâye”yi kaleme alır. 1975’ten sonra bir süre “Saatler ve Kurtlar” adı altında topladığı dramalar yazan Szabó, 1978’de “Kapı”yla ciddi başarılar kazandığı romana geri döner. Türkçedeki son kitabı Kapı’da ince bir hüzün ve mizah duygusu hâkim. Çocukluk ve gençlik travmalarını Macaristan’ın yakın tarihiyle birlikte iç içe geçirerek anlatır. 1992’de çıkardığı deneme kitabıyla edebiyata hâlâ tutkuyla bağlı olduğunu ispatlayan bu yürekli kadın, tüm ömrünü adadığı yazınını, mücadeleci ve güçlü kişiliğinin bir sembolü haline getirmeyi başarır.
Fransa’nın yabancı roman dalında en saygın ödülü olan Femina ödülünü kazanan “Kapı” romanı Türkçe’ye çevrilmiş son eseridir.
19 Kasım 2007'de Kerepes'te hayatını kaybeden yazar, yaşamını kaybettiğinde 90 yaşındaydı. Szabo, sadece Macar edebiyatının değil aynı zamanda Avrupa edebiyatının da en önemli romancılarından biriydi. Macaristan’da pek çok ödül kazanan eserleri, tüm dünyada kırk iki dilde basılmış ve çeşitli Avrupa ülkelerinin en iyi yüz kitabı sıralamasında, en üstte yerini almıştır.