Yazar: Hasan Ali Toptaş
Yayınevi: Everest Yayınları
Kapak Fotoğrafı: Nuri Bilge Ceylan
Basım Yeri / Tarihi: İstanbul, Kasım 2019, 78. Baskı
Pırıl ışıyan Türkçesiyle Hasan Ali Toptaş,
Kuşlar Yasına Gider'de romancılığına yeni bir boyut katıyor: anlatmıyor,
söylemiyor; nefeslendiriyor.
Kadirşinas otlarının mırıltısını, of
dememenin ilmini, eldeyken kıymetini bilmenin erdemini, ömürden giden günlerin
sabrını okudukça zihnimiz, gönlümüz havalanıyor.
"Babalar, alınlarımıza yazılmış
yalnızlıklardır" sözü yankılanıyor kulaklarımızda.
Kuşlar Yasına Gider; atların koşması kadar
doğal, kaleme iç çektirecek kadar merhametli bir roman.
Yorumlarımız:
Minibüs şöförü bir baba.... Yalnız şöför
değil aynı zamanda arabalarada meraklı... İyi bir minibüs alabilmek için uzak
şehirlere gidip günlerce evini ihmal eden bir baba... Ama aynı zamanda yufka
yürekli... Yolculuk parasını veremeyenleri veresiye defterine yazan, defter
dolunca da yakan bir şöför...
Böyle olunca, yeteri kadar kazanamayınca
da minibüsü satıp uzak yol kamyon şöförlüğü yapmaya başlar. Aziz’in hep
özlenen, beklenen baba olduğunu oğlunun, “Zaten o yıllarda burnumuzun ucunda
gezinen bir mazot kokusuydu babam, kulağımızda çınlayan uzak bir motor sesiydi
ve gitti mi gelmek bilmezdi bir türlü. Bu nedenle çocukluğumda annem, kardeşim
ve ben hep yol gözlerdik.” sözlerinden
anlıyoruz. Asıl ilginç olan, karısı ve çocukları bu özlemi dile getirdiklerinde,
ne bir sitem ne de bir şikayet var. Hep özlenmiş, hep beklenmiş Aziz, ama hep özgür
bırakılmış, çünkü eve ekmek getirmeye çalışıyormuş.
Ama uzak ülkelerdeki talihsiz bir kaza
sonucu dizden aşağı kesilen sağ ayak,
Aziz’in bütün hayatını değiştirir. Peşpeşe yapılan protezlere alışamayan
Aziz, Denizli’nin Baklan ovasındaki, Beşparmak Dağlarının eteklerindeki evinde
çok mutsuzdur. Eve ve kasabaya mahkum olmak Aziz’i çok üzer.
Ankara’da yaşayan ve yazar olan büyük oğlu
da bu duruma çok üzülür. Yanında olmak, farklı doktorlara götürebilmek için sık
sık Ankara – Denizli arası seyyahat eder. Peşpeşe yapılan bu yolculuklarda romanın
en belirgin özelliği olan dairevi tekrarları okuyoruz. Sürekli geçilen köyler,
kasabalar, mola yerleri, sapaklar, virajlar..... Yolda beliren at, bahçede bir
görünüp bir kaybolan küçük çocuk..... Eve girip çıkarken cümle kapısını örten
asma ve erik dallarının altından yan yan yürüyerek geçişler, dayının
telefonunun zili, babanın yanağındaki çukur... Tüm bunlar aynı sözcüklerle
yinelendikçe, yol boyu yazarın dinlediği türkülerin nakaratları gibi romana bir
ritim veriyor. Bazen bu tekrarların içinde okuyucu boğulacak gibi olsa da,
yazarın şiirsel anlatımı ve sade dili ile romana kolayca geri dönüyor.
Büyük bir kısmı yollarda geçse de bu bir
yol hikayesi değil. Güçlü, hayatını
kimseye muhtaç olmadan, kendi istediği gibi yaşamış ve mevcut durumunu içine
sindiremeyen kendisini oğluna ve eşine bir yük gibi hisseden baba.... Babası için elinden geleni yapmaya çalışırken
babasının gururunu kırmamaya özen gösteren, ne yaparsa yapsın sonucu
değiştiremeyeceği bilmesine rağmen çırpınan bir oğul.... Bir baba – oğul
duygusallığı, çaresizliği, sessizliği....
Yazarı tanımak, böylesi zor bir konunun
nasıl sade bir dille anlatılabileceğini görmek, kasaba hayatının naifliğini,
sitem etmeden de sevilebileceğini, iyi insanların yardımlaşmalarını içinizde
hissetmek için okumanızı tavsiye ederim. NURİZER