12 Aralık 2024 Perşembe

Yaşamak

 




                                               Yazar: Yu Hua

                                               Özgün Adı: Huozhe

                                               Orijinal Dili: Çince

                                               Yayınevi: Jaguar Kitap

                                               Çeviren: Bahar Kılıç

                                               Basım Yeri / Tarihi: İstanbul, 2024, 56.Baskı

 

 

Aile servetini yiyip tükettiği gençlik günlerinde, uzun bir hayatın ona neler sunacağından habersizdir elbette Fugui.

Yıllar sonra, yaşlı öküzüyle tarlasını sürerken tanıştığı bir yabancıya hayatından söz etmeye başladığında, şımarık bir gencin başına gelenlerden fazlasını sayıp dökecektir bu yüzden: Fugui, kendisiyle birlikte altı insanın hayatını, kaderin sürprizlerini, yaşamın acılarını ve sevinçlerini anlatır. Onun dilinden -daha doğru bir ifadeyle Yu Hua’nın kaleminden- dökülenler, insanlık durumlarına dair epik bir romana dönüşür böylece. Basit bir anlatım, güçlü bir anlatı doğurur: Sabanın toprakta bıraktığı izlere benzer kâğıt üzerinde satırlar. Yaşamın her şeyi kapsaması gibi, Yaşamak da hayatı olduğu gibi kucaklar. Doğumları ve ölümleri, mutsuzlukları ve umutlarıyla...

Yayımlandığında ülkesinde yasaklanmasına rağmen, bir hayat öyküsü okumamış da sanki bir hayat yaşamış olduklarını söyleyen okurlarının her geçen gün artmasıyla bir “modern klasik”e dönüşen Yaşamak’ı Bahar Kılıç, Çince aslından çevirdi.


1 Aralık 2024 Pazar

Yu Hua

 


Yu Hua, 1960 yılında, Çin’in doğusunda yer alan Hangzhou’da doğdu. Çocukluğu, izleri tüm yapıtlarında görülebilecek Çin Kültür Devrimi yıllarında (1966-76) geçti. Diş hekimliği öğrenimi gördü. Beş yıl boyunca diş hekimliği yaptıktan sonra mesleğini tümüyle bırakıp kendisini edebiyat çalışmalarına adadı. 1993’te yayımlanan romanı Yaşamak [Huózhe], Çinli yönetmen Zhang Yimou tarafından sinemaya aktarıldı. Ülkesinde yasaklanan film, Cannes Film Festivali’nde Büyük Ödül’e [Grand Prix] layık görüldü. Her ne kadar romandaki melankoliyi aktarmakta yetersiz kaldığı ve kurguya sadık kalmadığı için eleştirilse de film, kitabın ülkesinde büyük bir şöhret kazanmasını ve dünyada dikkat çekmesini sağladı. Yaşamak, İngilizceye çevrilmesinin ardından Amerika başta olmak üzere birçok ülkede çok satan kitaplar listelerine girmekle kalmadı, edebî niteliğiyle edebiyat çevrelerinde büyük bir heyecan uyandırdı. İtalya’da Premio Grinzane Cavour Ödülü’nü alan roman art arda birçok dile çevrildi ve yazarın Kanını Satan Adam [Xǔ Sānguān Mài Xuè Jì], 1995) romanıyla birlikte, doksanlı yılların en etkileyici romanları arasında gösterildi. Nobel ödüllü Mo Yan ile birlikte Modern Çin edebiyatının yaşayan en önemli yazarı kabul edilen ve ilk kez bir Çinlinin aldığı James Joyce Ödülü’nün de aralarında olduğu birçok saygın ödülüne layık görülen Yu Hua’nın eserleri, iki binli yıllarda yayımlanan Yağmurda Gözyaşları [Zaixiyuzhong Huhan], Kardeşler [Xiōng Dì], Alacakaranlıktaki Çocuk: Saklı Çin’in Hikâyeleri [Huánghūn lǐ de nánhái] romanları ve öykü kitapları ile birlikte şimdilik yirmiden fazla dile çevrilmiştir.


12 Kasım 2024 Salı

Sabahın Üçü

 


                                        Yazar: Gianrico Carofiglio

                                               Özgün Adı: Le Tre Del Mattino

                                               Orijinal Dili: İtalyanca

                                               Yayınevi: İş Bankası Kültür Yayınları

                                               Çeviren: Eren Cenday

                                               İlk Yayın Tarihi: 2017

                                               Basım Yeri / Tarihi: İstanbul, 2024, 2.Baskı

 

Anne ve babası o henüz çocukken ayrılan genç Antonio, bir gün sebebi belirsiz krizler yaşamaya başlar; konan teşhise göre epilepsi hastasıdır. Marsilya’da alanında uzman bir doktorun methini duyan aile, soluğu turistlerce tekinsiz bulunan bu eski liman şehrinde alır. Muayeneden sonra durumun geçici olduğunu öğrenirler fakat emin olabilmek için son bir test yapılmalıdır: Antonio normal hayatına devam edeceği iki gün iki gece boyunca uykusuz kalmalıdır, krizler buna rağmen tetiklenmezse tamamen iyileşmiş sayılacak, bu zaman zarfında uykuya dalmadığından emin olmak için babası da ona eşlik edecektir. Ve böylece baba oğulun kırk sekiz saat boyunca müzik, aşk, matematik, felsefe kısaca hayat üzerine sohbet ederek şehrin sokaklarını arşınladığı ve birbirlerini belki de ilk kez tanıdığı bir yolculuk başlar…

Yorumlarımız:

 

Antonio'nun anne ve babası o daha dokuz yaşındayken ayrılmaya karar vermişlerdi. Antonio babasının onu ve annesini terk ettiği düşüncesi ile büyümüştü. Ancak on sekizine girdiğinde yaşayacağı şeyler sonucunda bunun pekte doğru olmadığını fark edecekti.

Sağlık sebeplerinden ötürü Marsilya’da uyumadan babası ile birlikte iki gece geçirmesi gerekir.  Antonio ve babasının bu yolculuğuna eşlik ediyoruz biz de. Bilmedikleri, tanımadıkları bir şehirde, sorumluluklarından uzakta; şehirle beraber birbirlerini keşfedişlerinin öyküsü.

Babasıyla ilgili daha önce fark etmediği şeyler öğrenir. Şiir, müzik, özgürlük ve hayat hakkında konuştuklarında birbirlerini daha çok tanır ve aralarındaki sevgiyi keşfederler.

Bir çocuk diliyle yazılan bu kitapta , çocuk olarak hislerini, sezgilerini çok güzel ifade ediyor Antonio. Son derece iddiasız, sakin, olaysız bir kitap.  NURİZER

 

Sevgili okur,

Yazar ve eleştirmen Adnan Binyazar bir yazısında ‘ ünlü şairlerin , romancıların, oyun yazarlarının nice yüzyıllar aşarak günümüze kalmalarının özünde yarattıkları uslup yatar’ der. Bizim bu ay okuduğumuz  Gianrico Carofiglio’nun 150 sayfalık kısacık romanı ‘Sabahın Üçü’ duru, akıcı, sakin bir yazım sitiline karşın bir o kadar düşündürücü, duygu yüklü , insanın içini cız ettiren, hayatın gerçeklerini yüreklere kazıyan yapısı ile etkileyici bir kitaptır. Hukuk mesleğinde karşılaştığı olaylardan büyük ihtimalle esinlenerek kurguladığı bu kitapta zaman zaman farklı düşünürlerin, felsefecilerin, hatta matematikçilerin sözlerine de yer vererek yazar özünde sade bir uslubu olan kitabı biraz daha çekici kılmıştır. Bence önemli olan da yazarın kısa ya da uzun yazması değil, tam tersi bir gencin iki gecelik zaman diliminde 18 yıllık hayatında yaşadıklarını, bu yaşamla ilgili önyargılarını, düşüncelerini, bildiğini  zannetiği bilmediklerini nasıl altüst ettiği, adeta nasıl yeni bir Antonio yarattığıdır….

Antonio daha çocukken annesi- babası boşanmış bir İtalyan ailesinin oğludur. Anne edebiyatçı, baba matematik profesörüdür. Antonio annesi ile yaşamaktadır ve epilepsi hastasıdır. Bir gün babası ile birlikte tedavi olmak için Marsiya’ya , bu konuda meşhur bir doktoru görmeye giderler ve birlikte iki gün iki gece geçirirler. Hikayenin özü burada  başlar…Sevgili okurlar: gerisini merak ettiyseniz bu kitabı okuyun derim. Güzel, acı-tatlı duyguları olan bir aile hikayesi. Her bireyin kendi hayat hikayesinde mutlak bir parça bulacağı bir yazın bence. Marifet az yazarak çoğu yaratmaktır. Bence yazar bunu başarmıştır. Bu hikayede herkes iki gecede ‘büyümüştür’ ( tıpkı arka kapakta Publishers Weekly’nin dediği gibi).

İyi okumalar dileklerimle. LEYLA



3 Kasım 2024 Pazar

Gianrico Carofiglio

 


Gianrico Carofiglio 1961 yılında Bari, Italya’da doğdu. Uzun yıllar organize suç örgütlerine karşı açılan davalarda savcı olarak görev yaptı.

Yazın hayatına 2002'de, bol ödüllü “Testimone inconsapevole - Bilinçsiz Tanık” adlı romanıyla girdi. Bu romanın baş karakteri Avukat Guido Guerrieri’nin maceraları  “Kapalı Gözler” adlı eserinde devam etti (2003). Her iki roman da İngilizce, Fransızca ve Almancaya çevrilip televizyon filmi haline geldi.

2006 yılında “Ragionevoli dubbi (Reasonable Doubts)”, 2007’de “Premio Fregene” ve “Premio Viadana” yayınlandı.

2007’de İtalyan parlamentosunca kurulan anti-mafya komitesine danışman olarak atandı ve 2008-2013 yılları arasında senatörlük yaptı.

2014 yılında Başkahramanı Jandarma memuru Pietro Fenoglio olan yeni bir seri yazmaya başladı. “Una mutevole verità (A Shifting Truth)”, “L’estate fredda (The Cold Summer)”, “La versione di Fenoglio (Fenoglio’s Version)”.

Çok satan suç romanlarının yanı sıra roman, öykü ve denemeleri de bulunmaktadır.

Silahsız savunma sanatlarına tutkun ve bu konuda uzman olan Carofiglio karatede siyah kuşağa sahiptir.

Evli ve iki çocuk babasıdır.


26 Ekim 2024 Cumartesi

"16. Dönem

 



Her ay yeni bir heyecanla bir romanı okuyup, araştıran, tartışan, yeni kitap önerileri için çaba harcayan, bir arada olmaktan zevk alan bir grup Sekiz Kitap Kulübü….

Kasım 2023 – Haziran 2024 arasında 16. Dönemini gerçekleştirdiğimiz Kitap Kulübümüzün ilk romanı, yaz aylarında okuduğumuz Jack London’ın “Martin Eden” romanı idi. Hırsı ve azmi ile hepimizi etkileyen Martin Eden gibi roman da çevirisi ile, akıcılığı ve konusu ile hepimizin gönlünü çaldı.

Aralık ayının başında Murathan Mungan’dan Türkiye gerçeklerini gözler önüne seren sürükleyici bir kara polisiye okuduk: “995km”

2023 yılını Çağdaş Norveç Edebiyatının önemli isimlerinden Vijdis Hjorth’un “Miras”isimli romanı ile bitirdik.

2024 yılının ilk kitabı, özgürlükleri için kaderlerine razı olmayıp savaşmaya karar veren üç kadının umut ve dayanışmayla dokudukları hayatlarını romanlaştıran Laetitia Colombani’nin “Saç Örgüsü”romanı idi.

Mihail Bulkagov’un fantastik anlatımıyla edebi bir şölene dönmüş olan “Usta ile Margarita”,  gerçekle gerçeküstüyü, felsefeyle sistem eleştirisini dengeli bir dualizm ile ustalıkla birleştiren modern zamanın klasiklerinden önemli bir örnek olarak Şubat ayı konuğumuzdu.

Mart kitabımız “İşin Aslı Judith ve Sonrası” Macaristan’ın önemli çağdaş yazarlarından Sándor Márai’nin sadakat ve yalanı, gerçeği ve arzulananı, toplumsal ilişkilerdeki dürüstlüğü ve tutukluğu, sevgiyi ve ayrılığı ustalıklı bir dille anlattığı romanı.

Bahar ayları bir kadın romanı ile başladı. Güney Amerikalı yazar İsabel Allende “Violetta” romanında Violeta’nın yüzyıllık yaşamında aile, evlilik kurumu, tutku, aşk, çocukları, başarıları, vizyonu, sınıf meselesi, feminizm, kadın olmaya dair uyanışı, yüzleşmeleri ile son güne kadar hayata karşı merakını kaybetmeden yaşadığı hayatını anlatılıyor.

Dönemin son kitabı ise bir erkek hikayesi. Hayatının ortasında bir yol ayrımında olan bir adamın, köklerini, sonunda vardığı yeri, ailesinin yok oluşunu, anılarını, çocuklarıyla olan ilişkilerini anlattığı İspanyol yazar Manuel Vilas’ın “Ordesa” adlı romanı.

Dönemin özetini çıkarınca, dünyanın dört bir yanından genelde daha önce okumadığımız yazarlardan farklı konularda romanlar seçtiğimizi gördüm. Yorumlarımıza bakınca da her tartışmanın sonunda da iyi ki okuduk dediğimiz kitaplar olmuş hepsi. Ne mutlu bize.

Bakalım yeni dönemde ne gibi sürpriz hikayeler bizi bekliyor….


9 Haziran 2024 Pazar

Ordesa


 

                                                Yazar: Manuel Vilas

                                                Orijinal Adı: Ordesa

                                                Yayınevi: Bilgi Yayınevi

                                                Çeviren: İdil Dündar

                                                Kapak Tasarımı: Yusuf Efe Temiztürk

                                                Basım Yeri / Tarihi: İstanbul, Şubat 2024- 1.Baskı

 

“Babam bana beni sevdiğini hiç söylemedi, annem de. Ve ben bunda bir güzellik görüyorum. Annemle babamın beni sevdiğini icat etmek zorunda kaldığım sürece de gördüm.”
Hayatının ortasında bir yol ayrımında olan bir adam, köklerini, sonunda vardığı yeri ve ailesinin yok oluşunu düşünür. Muazzam bir kargaşa içinde oturup yazmaya başlar. Hayaletlerle dolu anılarının arasından çocuklarıyla olan ilişkisine yön vermeye çalışır.
Aragon Edebiyat Ödülü sahibi İspanyol yazar Manuel Vilas, Prix Femina Ödülü’nü alan kitabı Ordesa’da dürüst bir anlatımla büyük bir kaybın kimliğini araştırıyor.

 

Yorumlarımız:

 

Kitap kulübünde seçtiğimiz roman olmasa bitirebilirmiydim, bilmiyorum.

Ölüm ve yoksulluk teması o kadar gerçekci anlatılmış ki, boğulur gibi oldum.  Ispanyol yazar Manuel Vilas'ın edebiyat  dünyasındaki başarısı bu olsa gerek. Duygularına  gem vurmadan, gerçeklerini anlatmaktan çekinmeden, canlı canlı, hissettirerek.   

Ordesa yazarın kendi hayatından kurgulanmış olsa gerek. Bir çeşit otobiografik kurgu. Romanda kronolojik bir geçmiş yok. Yazar aklına gelen olaylarla, duygu yoğunluğunu sayfalara dökmüş.  Ama bir kopukluk hissi de uyandırmıyor. Annesine, babasına karşı farklı zamanlarda hissettiği farklı duyguları rahat okunur bir şekilde aktarıyor. Eşiyle ilgili hikayesi yok denecek kadar az. Çocukları zaman zaman olayların içinde. İsimleri klasik müzik dehalarından esinlenilmiş.

Ordesa birçok  dile çevrilmiş ve çok satmış. Nostalji, hüzün, sorgulama, yoksulluk yanında sevgiyi de hissettirmiş bir roman. Ayrıca etkileyici cümleler de var. Örneğin sf. 160 " Işık ve güneş aile, ısı onların çocuğu". Düşünce derinliği olan bir cümle. Etkilendiğimi söyleyebilirim. Rahat okumamızı sağlayan çevirmen İdil Dündar'ı da taktir etmemiz gerek.

Yazarın hayatı İspanyada Franko dönemi faşizmi ve demokrasiye geçiş 1. Carlos monarşi dönemine denk geliyor.  Böylece İspanya yakın tarihi ve siyasetteki yozlaşmalar da zaman zaman romanda yer almış.

Bugün edebiyat dünyasında  yazarlara bir referans kitabı olduğu  söylenen bu eseri yine de okumuş olmaktan  memnunum. Iyi okumalar.  ZELİHA

 

Sevgili Okur,

Mayıs ayında ünlü İspanyol yazar Manuel Vilas’ın Ordesa adlı kitabını okuduk ve haziran başında sezon kapanışını yapıp yaz kitaplarımızı seçeceğiz. 2023-2024 sezonu kitap kulübümüz toplantılarını başarı ile bitireceğimiz için çok mutluyum.

Ordesa’ya kitap diyorum, çünkü ilk defa böyle bir yapı ile karşılaştık: kitap 157 kısa bölümü kapsayan düz yazı ve 9 şiirden oluşan bir roman. Aslında şiirler düz yazıların bir özeti, daha duygusal bir formu gibi..Kitap için bir çıkarım, bir cümlelik bir anlatım sorsanız karar vermekte zorlanırım: anılar kitabı demek yetersiz kalır. Çünkü dünü, bugünü ve hatta zaman zaman geleceği anlatıyor. Hesaplaşma desek de yetersiz kalır. Çünkü kitap aslında orta yaşlarında bir erkeğin hayat hikayesi , edebi dille otobiyografisi. Ben o kişiye ‘Nota’ adını koydum, çünkü kitapta adı yok ve kendisi kitap boyunca aile fertlerine tanınan klasik bestecilerin isimlerini veriyor. Düz yazılarında da şiirlerinde de çoğunlukla bu takma adları kullanıyor. Nota müziğin aslı olduğu için bu ismi verdim. Çünkü Nota kitabın baş karakteri. 

Eşinden boşanmış, iki erkek çocuğu olan Nota yaşamını anlatırken devamlı olarak ölen ailesiyle özellikle de anne ve babası ile konuşuyor . Kitap adeta bir monologlar bütünü. Sanki her an etrafında hep Nota’nın sorduğu, yorumladığı, konuştuğu ama cevap alamadığı hayaletler var. Çocukluğundaki sevecen yaşamından olgunluk yaşındaki sıkıntılı, bedbin, tek düze, mutsuz, fakir, pişmanlıklarla dolu, evhamlı yaşama geçtiğini, sevgi yoksunluğunu nasıl acı içinde çektiğini görüyoruz Nota’nın. Romanın sonu bence puslu bir şekilde bitiyor. Merakla beklediğimiz, kendini yorgun kalpli diye tanıtan Nota’ya ne olduğundan çok ana rahmine düşüşünü betimliyor kitabın son sayfaları.

Keşke İspanyolca bilseydim ve bu romanı ana dilinde okusaydım. Eminim o zaman tad alırdım. Şimdi biraz bazı sözcükleri, bazı cümleleri anlamak, manalandırmak için didişdim durdum okurken. Ağır bir roman. Ayrıca ölüm teması her yerde. Bu insanı bunaltıyor. Kitabın ismi neden Odesa diye düşündüm. Odesa ailenin köyüne çok yakın bir vadi, bir tatil yöresi. Vadinin bir özelliği Tersiyer döneminde (Dinazorların kaybından buzul çağın oluşmasına kadar geçen zaman dilimi) oluşup bugüne gelmesi. Yani en az 50 milyon yıl yaşında ve halen ayakta. Acaba şöyle bir alegori yapabilir miyiz: insanlar ölür ancak anıları nesilden nesile aktarılır. Aslında onlar fiziken ölüdürler, tıpkı Ordesa vadisi gibi aslında hep ‘var’dırlar, hayatımızın parçasıdırlar.

Gerek kurgusu gerek içeriği farklı bu kitabın fonunda zaman zaman dönemin İspanya’sının politik ve sosyal yapısını da görüyoruz. Bu romana bir zenginlik katmış. Metinleri , şiiri anlamak, anlamlandırmak her bölümde kolay değil. Bu zorluk çeviriden mi yazarın uslubundan mı ileri geliyor, söylemek zor.

Son söz: ölülerle konuşarak, anılara referans vererek o dingin ve bedbin halden, pişmanlıklardan keşkelerden uzaklaşılmıyor. Ben şahsen her şeyi, sevgiyi, de, hatırşinaslığı da, vefayı da hayattayken yaşamak isterim. Son pişmanlık içteki taa derindeki acıları yok etmiyor.

Sevgili okur: bu kitabı okumak ya da okumamak sizin seçiminiz. LEYLA ETKER

16 Mayıs 2024 Perşembe

Manuel Vilas

 


Manuel Vilas 1962’de Barbastro, Huesca’da doğdu. Hem şair hem de roman yazarı olarak çağının esaslı bir öncüsüdür.  Kısa hikâye seçkisi Zeta (2002), romanları Magia (2004) ve España (2008) ile okuyucular ve eleştirmenlerden tam puan alarak İspanyol edebiyatında olağanüstü bir yer kazanan ender yazarlardandır. Vilas sırasıyla şu şiir seçkilerini yayınlamıştır: El Cielo (2000), Resurrección (2005), XV Premio de Poesía Jaime Gil de Biedma ve VI. Fray Louis de Leon Ödülü’ne hak kazanan, eleştirmenler tarafından pek çok övgüye layık görülen Quimera dergisi tarafından 2008’in en iyi kitaplarından biri olarak seçilen Calor (2008). Ayrıca Aire Nuestro (2009), Los Inmortales (2012) El Luminoso Regalo (Parıltılı Armağan, 2013) ve Setecientos Millones De Rinocerontes (2016) kitaplarının da yazarıdır.

Otobiyografik romanı Ordesa (2018), edebiyatta nadir görülen dürüstlüğüyle İspanyol okuyucular ve eleştirmenleri oldukça şaşırtmıştır. İki haftada 20,000 adet baskı yapmış, çok satanlar listesine yerleşmiş ve dünya çapında 250,000 adetten fazla satılmıştır. 2019’da Fransa’da prestijli bir ödül olan Prix Fémina étranger ödülünü kazanmıştır. Aynı yıl yazarın Alegría (2019) adlı romanı da yayınlanmış ve Premio Planeta ödülü için finale kalmıştır. Los Besos (2021) romanının ardından yayınlanan yeni romanı Nosotros (2023), 2023’te İspanyol edebiyatının en eski ve en saygın ödüllerinden biri olan Nadal Prize’ı kazanmıştır.

 


3 Mayıs 2024 Cuma

Violeta

 


                                               Yazar: Isabel Allende

                                               Orijinal Adı: Violeta

                                               Orijinal Dili: İspanyolca

                                               Yayınevi: Can Sanat Yayınları

                                               Çeviren: İnci Kut

                                               Basım Yeri / Tarihi: İstanbul,Aralık 2023, 1. Baskı

 

Violeta, 1920 yılının fırtınalı bir gününde, beş oğlu olan bir ailenin ilk kızı olarak dünyaya gelir. Daha doğduğu andan itibaren olağanüstü olaylar hayatına damga vurur: Birinci Dünya Savaşı’nın etkileri hâlâ hissedilmektedir, İspanyol gribi Güney Amerika kıyılarına çoktan ulaşmıştır.

Violeta, sadece Violeta'nın yıkıcı kalp kırıklıkları ve tutkulu ilişkilerle, yoksulluk ve zenginlikle, korkunç kayıplar ve muazzam mutluluklarla dolu yüz yıllık yaşamının değil; aynı zamanda asırlık bir tarihe tanıklık eden kadın hakları mücadelesi, zorbaların yükselişiyle düşüşü ve sonuçta bir değil iki pandeminin şekillendirdiği hayatının öyküsüdür.

Unutulmaz tutkusu, kararlılığı ve mizah anlayışı nedeniyle ömür boyu büyük değişimler yaşayan bir kadını anlatan Allende, okurlarını bir kez daha hem büyüleyici hem de dokunaklı bir destanla baş başa bırakıyor.

 

Yorumlarımız:

Isabel Allende Violeta romanının esin kaynağının annesi olduğunu, 2018 yılında kaybettiği annesinin güçlü, alaycı, cüretkar ve geleceği gören vizyon sahibi özelliklerini romanın kahramanı Violeta’da kullandığını belirtmiş . Diğer taraftan annesinin ekonomik özgürlüğü olmadığı için önce babasına, sonra kocalarına bağımlı olduğunu; Violeta’ya ise ekonomik özgürlüğüne sahip, bağımsız, feminist özellikler ilave etmiş.

Annesini olağan üstü bir kadın olarak tanımlayan Allende, annesinin romanlarının ilk okuyucusu ve acımasız eleştirmeni olduğunu, farklı ülkelerde yaşadıkları dönemlerde her gün mektuplaştıklarını ve mektupların sayısının 24 bin civarında olduğunu düşündüğünü söylemiş. Allende’nin annesi aynı Violeta gibi 1920 yılında dünya gelmiş .

Violeta’nın hikayesi 1920 yılında ülkede İspanyol gribi pandemisi olduğu dönem, 5 erkek çocuktan sonra ailenin ilk kız çocuğu olarak aristokrat bir ailede dünya gelmesi ile başlıyor. 2020 yılında Covid-19 pandemisinde yüz yıllık bir hayat son buluyor.

Violeta’nın yüz yıllık yaşamı otobiyografi şeklinde anlatılıyor. Roman sonunda bu metinin torununa yazdığı vasiyet niteliğinde bir mektup olduğunu anlıyoruz.

Violeta’nın yüzyıllık yaşamında aile, evlilik kurumu, tutku, aşk, çocukları, başarıları, vizyonu, sınıf meselesi, feminizm, kadın olmaya dair uyanışı, yüzleşmeleri ile son güne kadar hayata karşı merakını kaybetmeden yaşanan dolu dolu bir hayat anlatılıyor.

Ayrıca o dönemde Güney Amerika’da yaşanan salgın, deprem, darbe, direniş, dikta, savaş ve katliamlarla dolu yaşantı geri planda anlatılıyor. Metinde yer alan tarihsel olayları detaylı anlatmak yerine, Violeta’nın ve etrafındaki kişilerin bu olaylara ne şekilde dahil olduğu, hayatlarını nasıl etkilediği o kişiler üzerinden aktarılıyor.

Akıcı anlatımı ile okuyucuyu sürükleyen, merak uyandıran bir roman. Her karakterin başı sonu belirlenmiş hikayesi var ve bu hikayelerde, tarihsel olaylarla ve Violeta ile ilişkisi; Violeta’nın her karakterden nasıl etkilendiği, yaşamında nelerin değiştiği, dönüştüğü okuyucuya aktarılıyor. IŞIL

                                        


30 Nisan 2024 Salı

Isabel Allende

 


Isabel Allende 1942 yılında Peru’nun başkenti Lima’da doğar. Babası Tomas daha sonraki yıllarda Şili’nin başına geçecek olan Salvador Allende’nin kuzenidir. Annesi Francisca Llona Barros'tur. Isabel henüz üç yaşındayken babası Tomas ortadan kaybolunca annesi üç çocuğunu alıp kendi ülkesine, Şili’nin başkenti Santiago’ya geri dönüp ailesinin yanına yerleşir. Annesi yeniden evlendiğinde, bir diplomat olan üvey babası Ramon’la birlikte Lübnan’a giderler. Beyrut’ta eğitimine devam eden Isabel, on altı yaşına geldiğinde ailesiyle birlikte1958'de ülkesine döner.

Liseyi bitirdikten sonra Tarım ve Gıda Örgütünde (FAO) sekreter olarak çalışmaya başlar ve uzun bir süre bu görevini sürdürür.

1962 yılında, mühendislik eğitimi gören erkek arkadaşı Miguel ile evlenen Isabel bir yandan evinin kadını olmaya çalışırken bir yandan da çeviriler yapmakta, gazete ve dergilerde çalışmaktadır. Evlendikten hemen sonra kızları Paula, ardından da oğulları Nicolas dünyaya gelir.

Bu dönemde Paula isimli feminist bir dergide on beş günde bir köşe yazısı yazmak üzere işe girer. “Mağara adamınızı medenileştirin” isimli bu köşe tamamen kadınlara yönelikti ve erkekleri nasıl eğitmek, medenileştirmek gerektiğini oldukça komik bir şekilde salık veriyordu.

Allende bir yandan dergide yazmaya devam ederken bir yandan da televizyon programları yapıyordu. Bu programlar o dönemde oldukça popülerdi. 1971 yılında ‘El Embajador’

(Büyükelçi) adıyla kaleme aldığı tiyatro oyunu 1973 yılında Santiago’da sahnelendi. Aynı yıl, bir çok Şilili gibi Isabel Allende’nin de hayatı değişti.

Tarihin kaydettiği en eli kanlı diktatörlerden biri olan General Pinochet, Amerikan istihbarat örgütü CIA ile birlikte gerçekleştirdiği askeri darbe sonucunda 11 Eylül 1973 günü Şili’nin başına geçerken, ülkenin seçilmiş başkanı Salvador Allende de çarpışarak ölür. Aradan iki yıl geçmeden, soyadı nedeniyle sürekli ölüm tehditleri alan Isabel, çareyi kocası ve iki çocuğu ile birlikte Venezuella’ya kaçmakta bulur.

Her şey 8 Ocak 1981 günü başlar.

Sürgünde kendine yeni bir hayat kuran Isabel, Caracas’da gazetecilik yaparken çok sevdiği dedesinin ağır hasta olduğunu öğrenir. Ülkesine geri dönmesi ve dedesini ziyaret etmesi mümkün değildir. O gün Isabel kalemi eline alır ve yazmaya koyulur. Bir yıl boyunca neredeyse her gün annesine bir mektup gönderir. Sonunda bu mektuplar bir roman haline gelir ve ortaya “Ruhlar Evi – House of Spirits” (1982) çıkar.

İlk romanı ile gelen şöhretle yazarlık kariyerine güçlü bir giriş yapan Isabel gazetecilik mesleğini terk eder ve kaderinin ona açtığı yolda yürümeyi sürdürür. ilk romanının ardından Şili’deki politik cinayetleri ele alan “Of Love and Shadows”, ardından hikayeler anlatan bir kadının hayatını konu alan “Eva Lun”a (1987) ve “Eva Luna Anlatıyor” (1989) yayınlanır. 

1987’de ilk kocası Miguel Frias’dan ayrılan Isabel Allende, kitap tanıtımı için gittiği Kaliforniya’da bir akşam bir grup insanla yemeğe çıkar. Karşısında Of Love and Shadows kitabından çok etkilendiğini söyleyen bir dul Avukat oturmaktadır. Bir gece sonra ilk beraberliklerini yaşarlar. Ardından Isabel Venezuella’ya uçar, kızına ve oğluna ne yapmak istediğini açıkladıktan sonra San Francisco’ya geri döner ve ilk evliliğinden doğma çocukları ile başı fena halde dertte olan bu yakışıklı avukatla, Willie Gordon ile evlenir. 

Her şey yoluna girmişken, Isabel Allende’nin telefonu bir gün yeniden ansızın çalar. 

Erkek arkadaşı Ernesto ile yeni evlenen yirmi sekiz yaşındaki kızı Paula aniden rahatsızlanmış ve koma halinde hastaneye kaldırılmıştır. Derhal uçağa atlayıp İspanya’ya giden Allende kızına yanlış teşhis konulduğunu ve yeterli ihtimamın gösterilmediğini düşünen bir annenin içgüdüsüyle kızını Madrid’den alıp Kaliforniya’ya götürür. Artık bir hastanede yirmi dört saat gözetim altında tutulan Paula için tıbben yapılabilecek bir şey de pek kalmamıştır. Çaresizlik içinde geçen o bir yıl boyunca Isabel kendini yeniden yazmaya verir. Bu kez de yattığı yerde şuursuz bir şekilde nefes alıp veren kızına seslenmektedir acılı anne. Çektiği sıkıntıları, yaşadığı karmaşık duyguları, içinden taşan öfkeyi, ana yüreğinde kabaran yakıcı isyanı, acıyı okurlarıyla paylaşacaktır Isabel. Yazarın en çok ilgi gören, adından en çok söz ettiren eserlerinden biri olan “Paula”, kızının ölümünden üç yıl sonra, 1995’de yayınlanır. 

“Aphrodite” (1998) ve “Kaderin Kızı’nın – Daughter of Fortune” (1999) ardından “Yüreğimdeki Ülkem – Portrait in Sepia” (2000) yayınlanır. Bu romanları, hikâyelerini ergenlik çağına geçiş yapan torunları ile birlikte oluşturduğu bir dizi fantastik çocuk kitabı izler. 

2019 yılı temmuz ayında yine Amerikan vatandaşı olan Roger Cukras’la evlenen Isabel Allende’ye göre on sekizinde aşık olmakla yetmiş beşinde aşık olmak arasındaki tek fark birlikte yaşanacak ve paylaşılacak zamanının sınırlı oluşudur. 

Allende, Büyülü Gerçeklik akımının en güçlü kadın isimlerinden biri olarak kabul edilir. Kitaplarında okurlarını geçmişlerini araştırmaya yönlendirir,bu yolla kendilerini bulmalarına yardımcı olur. Kendi hayatını, inançlarını ve en özel yaşanmışlıklarını okuyucuyla paylaşır. Bunu büyülü ve gerçeküstü öğeleri gerçeklerle ve Latin Amerika tarihiyle harmanlayarak ustalıkla yapar. Onun kitaplarında başrolde genelde kadınlar vardır. Anne/kız ilişkilerini de hemen hemen bütün romanlarında tekrarlayan güçlü, sevgi ve şefkat dolu, ölümden sonra bile devam eden ilişkiler olarak dikkat çeker. Bunda genç yaşta kaybettiği kızı Paula’nın ve kendi annesi Panchita’yla olan yakın ilişkisinin etkisi çoktur.

Isabel Allende’nin çalışmaları boyunca, sayısız kadın kahraman buluruz. Örneğin, “Canavarlar Kenti”nde, bir kadın baş karakter olmadığı halde, çok temel bir role sahiptir.

Şilili yazarın bir diğer önemli özelliği Latin Amerika ile ilgili düşünceleridir. Latin Amerika adetleri, gelenekleri, mevcut ikilemleri ve yerel kabileleri her zaman ona ilham kaynağı oldu. Isabel Allende, dünyanın güzelliği ve her toplumun çekici yanı için minnet doluydu. 

Isabel Allende, eserleri otuz beş dile çevrilmiş, kitabının 70 milyondan fazla satılmasıyla birlikte, dünyanın en çok okunan İspanyol yazarı kabul edilmiştir.

 


2 Nisan 2024 Salı

işin aslı, Judit ve sonrası

 


                                                         Yazar: Sandor Marai

                                                         Özgün Adı: Az Igazi – Judit…

                                                         Orijinal Dili: Macarca

                                                         Yayınevi: Yapı Kredi Yayınları

                                                         Çeviren: Esen Tezel

                                                         Basım Yeri / Tarihi: İstanbul, Şubat 2024, 11.Baskı

 

Bir beyefendi, bir hanımefendi ve bir hizmetçi... Macaristan’ın en büyük çağdaş yazarlarından Sándor Márai, sadakat ve yalanı, gerçeği ve arzulananı, toplumsal ilişkilerdeki dürüstlüğü ve tutukluğu, sevgiyi ve ayrılığı ustalıklı bir dille anlatırken, ikinci büyük savaşa doğru yuvarlanan bir dünyada, “yaşamak” ile “var olmak” arasındaki derin uçuruma duyarlılıkla ve cesaretle eğiliyor.

Orta Avrupa’nın burjuva dünyası sessizce çökerken tutku, özlem ve gelip geçicilikle sarmalanmış bir hikâyenin keskin köşelerinde yalnızlıkla sınanan iki kadın ve bir adam: Gerçek aşk daima ölümcül müdür?

Usta yazar Sándor Márai, aşkın ne kadar ağır olabileceğini son derece büyük bir derinlikle anlatıyor; iki savaş arasındaki toplumun ahlaki portresini, eşine az rastlanır bir duyarlılıkla çiziyor.

 

Yorumlarımız:

 

Macar edebiyatının en büyük çağdaş yazarlarından Sandor Marai “İşin aslı, Judit ve sonrası” romanında iki dünya savaşı arasında Orta Avrupa‘da gelişen olaylarda temel konu ‘aşk’ gibi görünsede, iki kadın ve bir erkek odağında hayatı, burjuvayı, iki dünya savaşının toplum üzerindeki etkilerini sade ama etkileyici bir dille okuyoruz.

Üç bölümden oluşan roman aynı olayları farklı üç kişinin kendi açılarından değerlendirmesi ile ilerliyor. Bir beyefendi ‘Peter’, bir hanımefendi ‘İlonka’ ve bir hizmetçi ’Judit’ adeta karşılarında biri varmış da onunla sohbet edermiş gibi aşkın ne kadar zor ve ağır olabileceğini anlatırken bir yandan da Macaristan’da var olan sınıf ayrımlarını, burjuva ve proleterya arasındaki farklılıkların yavaş yavaş çökmeye başladığını anlatmaktadır. Tüm bu olayların arka planında Peter’ın arkadaşı Lazar da romana dördüncü karekter, bir üst akıl olarak dahil olmaktadır.

Üç kişiden ayrı ayrı dönemi ve yaşananları okuyoruz. İlk bölüm karşılıksız bir sevgi ile kocasına bağlı bir kadının perspektivinden anlatılıyor. Kadının aşkı ve sevgisi biraz saplantı, biraz tutku gibi.Kocasından karşılık bulamayan sevgisi evliliklerini hastalıklı bir hale getiriyor.

Diğer taraftan ilgi odağı  Peter kendini, büyüdüğü sevgisiz ve yanlızlık duygusunu yaşatan ev, aile, iş ortamını anlatırken kurallarla sınırlı burjuva yaşamını eleştirirken varoluşsal bir kriz yaşıyor, kendi ruhsal sıkıntılarına, dünyada ve ülkesinde süregelen savaş da eklenince iyice boşlukta kalıyor ve ilk gördüğü andan itibaren unutamadığı evlerine hizmetçi olarak gelen Judit‘e tutunuyor ve   tüm hikaye Judit ekseninde dönüyor,

Üçüncü bölümü Judit’in ağzından dinliyoruz.Başından beri sessiz, sakin görünen hizmetçi Judit bizi anlatımındaki derinlik ve gözlemleri ile şaşırtıyor. İçinden çıktığı  ailenin sefaleti altında ezilirken burjuva dünyasından intikam alırcasına çalıştığı aileyi, savaş dönemindeki Avrupa’nın tarihini, savaşın tüm dehşetini ve burjuvazinin tavrını  müthiş bir gözlem gücüyle anlatıyor, yoksulun gözünden burjuvazinin anlamsızlığını gözler önüne seriyor.

Üst akıl olarak  romana dahil olan yazar Lazar, üç karekterin hayatında  önemli bir sorgulama unsuru oluyor. Kendinden yeterince bahsedilmeyen Lazar aslında bir roman konusu olacak kadar ilginç ve derin.

Sandor Marai’in hem sosyolojik hem de psikolojik analizleri kitabı daha katmanlı okumamızı sağlıyor. Her cümle bir defa daha okutuyor kendini. Durup düşündürüyor. Peter’in” yanlızlık daha temiz havada yaşamak gibi bir şey” (sf129)

“Nizama uymayan birşeyle tanışmak istiyordum . Judit Aldozo işte bu yanlızlığın içine girdi.” (sf130)

Judit bulunduğu sosyal sınıf itibariyle  hayata dair çok kıymetli tesbitlerde bulunuyor. ”Eksizsizlik” Peter’in burjuva ailesinde gördüğüm en büyük tutku” diyor. “Huzur hayatlarında eksik, aile benim için gereklilik, zorunluluktur, onlar için ise bir görevdi”

Yazar Lazar’ın ağzından kültür kavramını derinlemesine işliyor. Macar burjuvazisinin çöküş hikayesi olarak da okunabilecek bu romanda kültür ve bilgili olma halini kalın çizgilerle birbirinden ayırıyor. Bilgi proleterin kendini yetiştirerek bilgili olabileceğini, kültür içinse bir yaşam biçiminin esas alınması gerektiğini  ve bunun da ancak gelenekle ortaya çıkabileceğini belirtirken kültür olgusunun burjuvaya mahsus olarak sunuyor. Lazar ‘ın “Vatan Macar dilidir“  derken onun ağzından Sandor Marai’ nin kendini ifade ettiğini ve ülkesinden ayrılmasına rağmen tüm romanlarını Macarca  yazmasının bu derin anlatıma bağladını gözlemliyoruz.

Severek ve ilgiyle okuduğumuz bu kitap ile Macar edebiyatı hakkında  daha detaylı bilgiye sahip olma fırsatı yakaladık, iki savaş arası Macaristan’ın tarihini tekrar hatırladık. Bir kitap tutkunu olarak okumadıysanız mutlaka okuyun  diyorum.Hayatımızdan kitaplar eksik olmasın…… BEYZA


17 Mart 2024 Pazar

Sándor Márai

 



Sándor Márai, 1900 yılında Kashau’da, bugünkü Slovakya’da doğdu. 1928 yılında Budapeşte’ye gazeteci olarak geri dönmeden önce farklı Avrupa şehirlerinde yaşamış ve öğrenimine devam etmiştir. 1948 yılında politik nedenlerden dolayı Budapeşte’yi terk etmek zorunda kalmıştır. Önce eşiyle Paris’e sonra Londra ve Salerno’ya gitmiş, 1952 yılında Kanada üzerinden California’ya göç etmiş ve 1989 yılında intihar edene dek burada yaşamıştır. Yaşamı boyunca elliden fazla roman yazdı. Macar edebiyatının en önemli yazarlarından biri olan Sándor Márai’nin sıradışı zihinsel özgürlüğü ve liberal değerlere bağlılığı Hitler ve Stalin’e karşı çıkmasına yol açtı. 1945’te, Nazi rejimi ile yöneltilmekte olan Macaristan’ın yenikomünist rejime geçmesiyle Márai ülkesini terk etmeye karar verdi. 1948’de Macaristan’ı terk etti ve bir daha asla geri dönmedi. Eserleri ölümünden sonra tanındı ve birçok dile çevrildi. Avrupa’da Stefan Zweig ve Joseph Roth kadar saygın ve iyi bir yazar olarak bilinir; onlar gibi, yıkılan Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun çöküşüyle birlikte yok olan parlak ve kozmopolit Orta Avrupa kültürünün 20. yüzyıldaki en büyük ve önemli temsilcilerinden biridir.


Usta ve Margarita

 

                                               



                                               Yazar: Mihail Bulgakov

                                               Orijinal Dili: Rusça                                                    

                                               Yayınevi: İş Bankası Yayınları

                                               Çeviren: Mustafa Kemal Yılmaz

                                               Basım Yeri / Tarihi: İstanbul, Mart 2023, 23. Baskı

 


Sovyet edebiyatının önde gelen adlarından olan Mihail Bulgakov, yapıtlarının çoğunda Sovyet bürokrasisini eleştirdi; bu nedenle Sovyet otoriteleriyle pek çok kez karşı karşıya geldi, yazdıkları sansürlendi. Yazarın Usta ile Margarita adlı dev yapıtı ise, kendi sağlığında değil, ölümünden yirmi altı yıl sonra, 1966'da yayınlandı. Üstelik yaklaşık seksen sayfası çıkarılmış olarak. Yayınladığımız bu kitap, sansüre uğrayan bu sayfaları da içeriyor. Usta ile Margarita, son derece kıvrak bir kurguyla birbirine bağlanan ayrı öykülerden oluşuyor. Otuzlu yıllarda, Moskova'da iki yazar, bir bankta oturmuş, İsa'nın gerçekten yaşayıp yaşamadığını tartışmaktadırlar. Birdenbire, yandaki bankta bir adam şekillenir ve sohbete karışır. Düzgün bir Sovyet vatandaşı gibi görünmektedir, ancak geleceği okuma yeteneğine sahiptir ilginç yabancı. Örneğin, yazarlardan birine öleceğini söyler, yazar gerçekten çok kısa bir süre sonra ölür. İkinci yazar ise, gene yabancının önceden bildiği gibi delirir ve akıl hastanesine kapatılır. Yabancı dediğimiz kişi ise, sosyalist Sovyet toplumunu ziyarete gelmiş olan şeytanın ta kendisidir ve bu kez adı Woland'dır. Woland ve yanındaki yardımcıları, Moskova'da fantastik bir alt üst oluşa neden olurlar; tıkır tıkır işleyen pek çok mekanizma, Bulgakov'un keskin kara mizahıyla parçalanır, dağılır, bozulur. Bu sırada, akıl hastanesine yatırılmış olan yazar, orada bir 'Usta'yla karşılaşır; 'Usta', ona kendi yazdığı, Pontius Pilatus'la ilgili kitabı, ayrıca Margarita'ya olan aşkını anlatır, ki zaten aklını kaybetmesine neden olan da, kaleme aldığı romandır. Tabii şeytan da, Bulgakov'un müthiş canlandırma gücüyle kılıktan kılığa girmekte, romandaki her öyküye nüfuz etmektedir. Usta ile Margarita, yirminci yüzyıl edebiyatının başyapıtlarından.


Yorumlarımız:

 

Ukrayna asıllı yazar Mihail Bulgakov bu büyük eserini 1928’den 1940 yılındaki ölümüne kadar tekrar tekrar okuyup değişiklikler yaparak yazıyor. Roman ancak 1966’da eşinin derlemeleriyle yayınlanabiliyor.

Kendini kara büyü uzmanı Profesör Woland olarak tanıtan şeytan ve yardımcılarının Moskova’ya gelişiyle başlayan ana hikaye onların sihirli oyunları ile sürüyor. Woland’ın yaptıkları Moskova’lıları çok zor durumlara soksa da, Woland aslında temas kurduğu hiç kimseyi bir şey yapmaya zorlamıyor. Sadece insanın gerçek doğasında bulunan zayıflıkları ortaya çıkarıyor. Romana ismini veren Usta ve Margarita’nın yaşadıkları da romanın ikinci katmanını oluşturuyor. Usta, yazdığı roman yayınlanmayınca bunalıma girmiş ve akıl hastanesine düşmüş bir yazar. Margarita ise evli olmasına rağmen Usta’ya ve yazdığı romana tutkuyla bağlı bir kadın. Aşkından sevgilisi uğruna şeytanla bile aynı masaya oturabiliyor. Usta’nın yazdığı romanın kahramanı olan Pontius Platus’un hikayesi de roman içinde roman olarak anlatılıyor Birbirinden farklı gibi görünen bu üç hikâyeyi yazar aynı eserde buluşturup harmanlıyor. Birbirinden farklı karakterleri, mekanları ve de zamanları sonsuz bir yaratıcılıkla betimliyor.

Bulgakov Usta ile Margarita’da gerçekle gerçeküstüyü, felsefeyle sistem eleştirisini dengeli bir dualizm ile ustalıkla birleştiriyor. Bunu kara mizah diliyle güldürerek, güldürürken de düşündürerek gerçekleştiriyor Bulkagov’un tüm fantastik anlatımlarıyla edebi bir şölene dönmüş olan Usta ile Margarita modern zamanın klasiklerinden biri. YÜKSEL

 

 

26 Şubat 2024 Pazartesi

Mihail Bulgakov

 



Mihail Afansyeviç Bulgakov, 15 Mayıs 1891’de bugün Ukrayna’nın başkenti olan Kiev’ de doğar. Yedi kardeşten en büyük üçüncüsüdür ve çocukluğunu kardeşleri için tiyatro ve komedi metinleri yazarak geçirdiği söylenir. Çocukluğundan gelen bu merakla Avrupa ve Rus Edebiyatı’na yönelen Bulgakov 1901 yılında Kiev’de First Kiev Gymnasium’da eğitim almaya başlar. Burada edebi temellerini oluşturan yazar 1909’da mezun olur ve tıp fakültesine geçer.

Annesi bir öğretmenken babası ilahiyat profesörü ve her iki dedesi de Rus Ortodoks Kilisesi’ nde din adamıydı. Ailesinin aksine dini bilimlerle ilgilenmek yerine babasının vefatından sonra annesinin ikinci eşinin mesleğinden –doktorluk- etkilenen yazar tıp bilimine yönelir. 1913 yılında tıp tahsilini yaparken Tatyana Lappa ile evlenir.

Birinci Dünya Savaşı dönemine denk gelen 1916 yılında mezun olan yazar, askerliğini pratisyen hekim olarak Sovyet Rusya’sının en ücra köşelerinde yaparken bu dönemdeki gözlemlerini ve tecrübe ettiği anılarını “Genç Bir Köy Hekimi” adlı kitabında öyküleştirir.

Orduda görev aldığı süreçte iki kez yaralanan yazar uzun süre morfin tedavisi görmek zorunda kalır. 1918 yılında neredeyse bağımlı hale geldiği morfini kendi iradesiyle terk ederken “Morfin” adlı eserini kaleme alır. Tezkeresini aldıktan sonra Ukrayna militanları, Beyaz Ordu ve Kızıl Ordu’nun savaş halinde olduğu Kiev’e dönen Bulgakov, Beyaz Ordu’da doktor olarak hizmet verdiği sırada ağır tifüs rahatsızlığı sebebiyle doktorluğu bırakıp bir süre gazetecilik yapmaya karar verir.

1919’da Vladikazkav’a taşınıp bir süre Kafkaslar’da bulunan yazar daha sonra ömrünün sonuna kadar yaşayacağı Moskova’ya taşınmıştır.Bu büyük ve büyülü şehre taşınmasından sonraki süreçte Bulgakov’un edebi eserlere kendini adadığını söyleyebiliriz. 1922- 1926 yılları arasında birçok oyun yazmasına rağmen bu oyunlar savaşın vahşetini ve dönemin baskısını yansıttığı için her defasında Stalin tarafından yasaklanıyordu. Bu arada 1924 yılında eşinden boşanıp ertesi yıl Lyubov Belozerskaya ile evlenecektir.

Aynı yıl çıkardığı “Köpek Kalbi” isimli eserinde Sovyet sisteminin ideallerini toplum üzerinde uygulamasına hicivli bir şekilde ele alan yazarın bu eseri de yasaklanmıştır.

1929’da yazarın hayatının zor geçecek 3.5 yıllık derin kriz dönemi başlar. Yayın yasağı bütün yapıtlarını kapsar hale gelir. Bu yıldan sonra, ne kitap yayımlatabilir, ne de bir oyunu sahnelenir. Bir süre yazmaya ara verir. Omuzlarında kesintisiz bir Sovyet baskısı hisseden Bulgakov, 1930 yılında çareyi dönemin lideri Stalin’e mektup yazmakta buldu. Stalin’e yazdığı mektupta yurtdışına çıkış izni istedi fakat bu isteği reddedilen yazara Moskova Sanat Tiyatrosu’nda sahne arkası bir iş teklif edildi.

Teklifi kabul eden yazar burada en büyük eseri olan ve yazımı tam 11 yıl süren “Usta ve Margarita”’yı yazmaya başladı. Diğer eserlerine gelen yasaklara ve bu eserini de muhtemelen yayımlayamayacağını bilmesine rağmen kendini ifade etmekten çekinmeyen yazara hayran olmamak elde değil.

Bulgakov aynı dönemde Usta’daki Margarita olarak kabul edilen Elena Shilovskaia ile 1932’de üçüncü evliliğini yaptı.

1927’den ölümüne kadar tüm eserleri yasaklı olan yazar hayatını idame ettirebilmek için çareyi ideolojik yönden Sovyet rejimi için sakınca içermeyen metinlere yönelmekte bulur. Cervantes ve Gogol gibi yazarların eserlerinden sonra  Moliere’in hayatını “Yobazların Oyunu” adıyla sahnede oynanabilir bir metin haline getirdi. Bir diktatörlük rejiminde yazarların rolünü anlatan bu oyunun Sovyet rejimi tarafından devlet politikasına paralel, uygun hale getirilmesi istense de Bulgakov bu isteği reddetti. Devlete karşı kendi inançlarında direnç göstermesi Bulgakov’u işinden etti. Daha sonra Moskova Operasında libretto yazarı olarak görevlendirildi. Bu arada Moskova Sanat Tiyatrosu’nun perde arkasını acımasızca yeren “Bir Ölünün Notları: Teatral Bir Roman”’ı yayınladı.

Yaşamının son dönemlerinde Stalin’in 60. yaş günü münasebetiyle onun devrimin ilk yıllarındaki yaşamını anlatan bir oyun yazdıysa da yine yakasına yapışan yasaklı damgasından kurtulamamıştı. Bunca olumsuzluğun içinde kör olan yazar artık yazılarını eşi ile birlikte yazıyordu.

10 Mart 1940’ta böbrek yetmezliğinden 49 yaşında yaşama veda eder. Usta ve Margarita ölümünden yıllarca sonra ancak 1966-67 yıllarında, eşinin gayretleriyle Moskova Dergisi’nde yayınlanabilir. Kitaplaşması ise 1973’ü bulur.


13 Şubat 2024 Salı

15. YIL





                                                                         06.12.2010


Sevgili Okur,

Ne derler, ‘Eğer nefes alıyorsanız hiçbir şey için geç kalmış sayılmazsınız’. Biz de 8ekiz Kitap Kulübümüzü(‘8KK’) kurduğumuzda çoğumuz emekli olmuştuk bile. Yıl 2009 idi. Farklı yazarlardan, farklı dönemlerden, değişik coğrafyaları kapsayan  ve çeşitli türlerde romanlar okuyup; sürekli evlerde  toplanıp, Covid sırasında bile zoom üzerinden tartışabildiğimiz upuzun bir 15 yılı geride bıraktık. 8KK bizim dünümüz, bugünümüz ve yarınımız oldu.

Dün dünde kalmadı; zengin anılar, duygular biriktirdik. Yeni yazarlar, yeni diyarlar, bilmedik hayatlar öğrendik. Kendimizi geliştirdik, arkadaşlığımızı pekiştirdik, sevincimizi, üzüntülerimizi ve masalarımızı/yemeklerimizi paylaştık. Bugüne ulaştık. 8KK sayesinde hep birlikte bir sosyal projeye destek olmak gibi, bir gönül işini bile başardık. Bir Blog oluşturduk ve orada okuduğumuz kitapları paylaştık. 

Bugün dünden çok farklıyız: her kitap bizi aydınlattı, bilgi dağarcığımızı zenginleştirdi. Bazen kızdırdı, hüzünlendirdi, bazen şaşırttı, empati  duygumuzu geliştirdi. Kitaplar arkadaşlığımızı pekiştiren bağ, bilgimizi artıran öğretmen, sosyalleşmemizi sağlayan davetiye, ufkumuzu genişleten ışıklar oldular. Bizim çalışkan, kararlı, azimli, hoşgörülü, paylaşımcı, zaman zaman doğruyu bulmak için kavgacı tarafımızı ortaya çıkardılar.

Bugün bugündür demeyeceğiz;

yarın daha iyi, daha verimli olsun, daha neler okumalıyız, neler tartışmalıyız, diye çaba sarf edeceğiz. Kitaplarımızı okurken ve tartışırken  hiçbir zaman bir edebiyatçı kalibresinde olma iddiamız yok, gereği de yok. Ama sağlığımız, gücümüz, aklımız elverdiğince devam etmek, hep devam etmek istiyoruz, beraberce 8’ler olarak. Çünkü 8KK bizim artık yaşam sevincimizin bir parçası.

Bu şansı ilk 15 yılda  kendimize verebildiğimiz için gururlu ve mutluyuz. Gelecek yıllarımız için sevgimiz ve kitaplar bizi besleyecek. Umudumuz, hayalimiz bu. Nice güzel , 8KK lı, kitaplı yıllara… LEYLA

Son söz: sevgili okur siz de deneyin.



17.11.2011

                                                            

15 yılı geride bıraktık . Bu zaman içinde sadece 126 kitap okumadık ,aynı zamanda sevgi ve saygı ile aramızdaki dostluğu kuvvetlendirdik. Sevinçlerimizi birlikte kutladık, acılarımızı birlikte paylaştık. Pandemi dönemi ve pandemi sonrasında kayıplar yaşadık, dostluklar şekil değiştirdi, alışkanlıklarımız değişti, daha seçici, daha içedönük olduk. Bu dönemi 8’ler olarak bizler birlikteliğimizi koruyarak hasarsız atlatmayı başardık. Bu bizim sınavımızdı, şükürler olsun devam edebildik.

Benim hayatımdaki iyikilerimdensiniz, ne şanslıyım ki sizleri tanımışım .

Kitap bahane, dostluk şahane. IŞIL


                                                                      24.05.2014


8ekiz kitap kulübü olarak 15 yılı geri bıraktık. 8 meslek sahibi arkadaştan oluşan gurubumuzun bu günlere nasıl geldiğini düşündüğümde hepimizin Jim Rohn’un şu lafını farkında olmadan benimsemiş olduğumuzu farkettim; "Okuldaki eğitim, hayatınızı idame ettirmenizi sağlar. Kendinizi eğitmeniz ise, size bir servet kazandırır."

Edebiyat kendimizi, kendi dünyamız dışında başka dünyaları ve insanları keşfetmenin başlangıcıdır. Edebiyat kitaplarının, hayatı, insanı, gezegeni anlamak için birincil araç olduğunu söyleyebilirim. Kabul etmeyi, anlamayı, çözmeyi, reddetmeyi, teslim olmamayı deneyimlediğimiz yerlerdir roman ya da edebiyat kitabı sayfaları. Edebiyat uyuşukluğa kapılmayı, insanın kendi kendini tüketmesini, teslimiyet bayrağını çekmeyi engeller. Tüm bunlardan sonra yararcı doğrulamalara gerek var mı? “Alberto Manguel de benzer bir yaklaşıma sahip. “Edebiyat dogma değildir: Sorular sorar, kesin yanıtlar vermez,” der.

Tüm bunları benimsediğinizde ise Goethe’nin sözüne ulaşır insan; İçinde iyi yanı bulunmayacak kadar kötü kitap yoktur.

Sanırım biz bu bilince kitap kulübümüzde ulaşabildik ve seneler akıp gitti, daha nicelerine sağlıkla ve keyifle. DEMET



                                                                             24.02.2015


Dile kolay tam 15 Yıl…. Şubat 2009’da başladığımız serüvenin bu kadar uzun süreceği hangimizin aklına gelirdi. Ben grubun yarısını tanımıyordum bile.

Tam 126 kitap… Yaklaşık 120 toplantı.. Pandemiden dolayı bunun 16 tanesi Zoom aracılığı ile olduğundan lezzetli sofralarda değil bilgisayar ekranlarında oldu ama tartışmalarımızın ateşi hiçbir zaman azalmadı.

Herkesin, her toplantıda kitabı okumanın yanı sıra, gerek kitap hakkında gerek yazar ve çevirmen hakkında ve hatta kitabın yazıldığı dönem hakkında araştırma yapıp gelmesi 8Kitap Kulübü’müze ne kadar önem verdiğimizi gösteriyor. Hiçbirimizin geçmişinde edebiyatçı kimliği olmadığından yolumuzu hep kendi insiyatifimizle bulduk. Geriye dönüp baktığımızda çok çeşitli romanlarla dolu bir kütüphanemiz oldu. Kimini sevdik, kimini sevmedik, kimini de tartışmalarımızdan sonra anlayıp sevdik. Ama ne mutlu ki her toplantıdan keyifle ayrıldık.

Buluştuğumuz sofralarda ev sahibinin yemeklerine olduğu kadar sofra düzenine de önem vermesi bu grubun ne kadar kıymetli olduğunu gösteriyor her birimiz için.

Kitaplarla pekişen dostluğumuz, paylaştığımız filmler, tiyatrolar, sergilerle kültürel boyutunun  dışında çocuklarımızın düğünleri, mezuniyetleri, torunlarımızın doğumu, doğum günü kutlamalarımız derken çok yönlü bir arkadaşlığa evrildi.

Daha nice 15 yıllara…NURİZER



                                                                       19.12.2018


Evet……aynı sekiz kişi ile başlayıp, hala sürdürmekte olduğumuz Kitap Kulubümüz, azimle, kararlılıkla yoluna başladığı şekilde devam ediyor….

Grup halinde yapılacak tüm eylemlerde olduğu gibi oldukça zorlayıcı sayılabilecek bir eylem. Keyfinize göre davranamayacağınız, arkadaşlarınıza verdiğiniz söze, yapılan seçimlere, ortak kararlara uymak zorunda olduğunuz bir ortam aslında bu. Ancak tamamen gönülden, herkesin tek tek ama  benzer dürtülerle motive olduğu ve gayret göstererek katıldığı okuma, tartışma, yeme-içme keyfiyle taçlandırma yaptığı buluşmalar, her katılımcının gerçekten istekli olması nedeniyle 15. Yılını doldurmakta….

 Yaşanılan sürecin en önemli, en zorlu tarafının, onbeş yıllık zamanda 130’a yakın kitabın okunması olduğu akla gelebilir belki ilk anda. Oysa, kaç sayfa olursa olsun, kitabı sevin ya da sevmeyin, ‘okumak’ işin en kolay yanı. Daha zorlayıcı ve kişisel olarak geliştirici tarafı ise, farklı içerik ve tarzda olan her bir kitap için kendinize göre bir üst bakış geliştirme alışkanlığı elde etmekte yatıyor. Düşünsel ve duygusal olarak sınırsız seyahatler yapma şansı yakalayabiliyorsunuz her yeni kitapla, isterseniz kendi kendizi aşmak için uğraşabiliyor,  arkadaşlarınızdaki farklı yönelişler sayesinde bu potansiyeli 8’e katlayabiliyorsunuz. Her kitap ve tartışma deneyimi aynı doygunlukla sonuçlanmasa bile bu geçen seneler sonucunda, beklenmedik, hesaplanmadık durumları iyi değerlendirmeyi de öğreniyorsunuz. Bizler, ’Kitap bahane Dostluk ve Sohbet Şahane’ diyebileceğimiz buluşma ritüeli geliştirmiş olmamız sayesinde her toplantıyı iple çekmeye devam edeceğiz sanırım bir 15 sene daha…..UFUK



                                                                   
                                                                         24.11.2021

                                                                       

Biz 8 kadın 2009 yılının Şubat ayında başladığımız ve yaşamımızın önemli bir parçası haline gelen kitap kulubümüzü 15 yıldır aralıksız sürdürüyoruz. Her ay okuduğumuz bir kitabı birimizin evinde toplanarak enine boyuna tüm katmanları ile konuşuyoruz tartışıyoruz tabiki güzel sofralar ve lezzetli yemeklerde kitap kulubümüze eşlik ediyor. Bu buluşmalarımıza sadece pandemi yıllarında ara verdiysek de kitap kulubümüzü zoom üzerinden devam ettirdik. Kitaplarla kah bilgilendik kah bakış açımızı genişlettik tartıştıkça her kitap bizle çoğaldı, zenginleşti. Hepsinden önemlisi ise arkadaşlığımız büyüdü güçlendi. Bizim için vazgeçilmez olan kitap kulubümüzün inşallah daha çok uzun yıllarını kutlarız. YÜKSEL



21.05.22
                                                      


Kitap sevgisi,okuma alışkanlığı ve de bunu paylaşma hevesi ve keyfinden yola çıkarak biz sekiz kadının oluşturduğu kitap kulübümüzde on beşinci yılımızı kutluyoruz . İlk toplantımızı bugün gibi hatırlıyorum.. Ufuk’un evindeydik. Üzerinden on beş yıl geçmiş… dile kolay… Bravo bize…

Bu on beş yıl  boyunca her ay, yaz tatilleri dışında,okuduğumuz kitaplar, bir toplantı öncesinde yaptığımız titiz seçimler, tartışmalarımız, tartıştıkça daha çok zenginleşen kitaplar, bir masa etrafında oluşturduğumuz keyifli sohbetler ile bugüne geldik.

Zaman içinde daha sistematik hale getirdiğimiz, disiplin ve iş hayatından gelen hanimlar olarak bizlerin titiz yaklaşımı ile toplantılarımız keyifli buluşmalara dönüştü. Dostluklar, arkadaşlıklar pekişti bloğumuz oluştu, yorumlar yazıldı, birlikte sanat faaliyetleri ve seyahatler yapıldı. Ailelerimizin mutlu günleri kutlandı, üzüntüler birlikte hafifletildi.

Ne mutlu bize. Bu seçkin kitap kulübünün bir parçası olduğum için mutluyum, gururluyum…Nice senelere sevgili sekizler…  BEYZA



                                                                         26.12.2023


Şanslı olduğumu hissediyorum. Kendine saygı duyan,  sorumluluk bilincinde, okumayı seven yedi arkadaşa sahip olduğum için.  

Çoğumuz birbirimizi tanımıyorduk. Aynı kitabı okuyup tartışmak  bizi, dostluğumuzu  geliştirdi. Zevkle yüzü aşan kitabı okuduk. Kararlarımızı ciddiye alıp, yaptığımıza saygı duyduk. Zamanla tartışma tarzımız oluştu.  Tartıştıkça kitaplar olgunlaştı, yazarlarını da daha iyi tanımaya çalıştık.

Esas amaç kitaptı, ama bununla da kalmadık. Evlerde yaptığımız toplantıda dünya mutfağından sunumlar yaptık. Hatta yemek bloğumuz  oluştu. Pandemi döneminde ise ara vermeden online devam ettik.

Geziler, yaş günleri, çocuklarımızın düğünleri, torunlarımızın doğumları birlikte kutlayarak, adeta büyük bir aile olduk.

Sosyal etkinliklerimize insani yönümüzü de katarak  bir üniversite öğrencisini okutuyoruz. Bu yıl 3. öğrencimiz mezun olmak üzere.

Hepimiz bir görev yüklenerek başarıyla sürdürdüğümüz, toplantılarımız, resimlerimiz, bloğumuzla yolumuza devam ediyoruz.

İyi günde, zor günde hep birlikte olduğumuz, kendimizi zevkle okuyarak geliştirdiğimiz bu gurubun parçası olmaktan mutluyum.

Daha nice güzel yıllara. 15. Yılımız kutlu olsun. ZELİHA