9 Ocak 2011 Pazar

Kolera Günlerinde Aşk

Posted by Picasa



2011 yılının ilk toplantısı Ufuk'un evindeydi. Gabriel Garcia Marquez'in "Kolera Günlerinde Aşk" adlı romanını okuduk. Çoğumuz filmide seyretmişti gelmeden önce. Herkes kitabı sevdiğinden çok güzel tartışmalar yaptık.

Büyülü gerçeklik akımının öncüsü olan usta yazar Gabriel Garcia Marquez'in ünlü romanının arka kapağındaki tanıtım yazısı:
"Kolera Günlerinde Aşk", bırakılmış bir sevgilinin, yeniyetmelik yıllarından başlayarak yaşlılığın alacakaranlığına dek süren yarım yüzyıllık aşkının öyküsü. "Marquez"in, ustalığı, bu öyküyü bir destana dönüştürüyor: aşkın, deli-akıllı, yabanıl-evcil, tensel, romantik tüm biçimlerinin pastoral bir şiirin büyüsüne büründüğü bir destan. On dokuzuncu yüzyılın yirminci yüzyıla dönüştüğü bir zaman dilimini kapsayan bu bitmeyen aşkın gerisinde, çağdaşlaşma çabası içindeki bir toplumun çeşitli yönlerini, özellikle taşra kentsoyluluğunun saçmalıklarını ince bir alayla eleştiriyor yazar. Roman boyunca, aşk acılarının lirik rüzgarlarının esintileri arasında, Marquez'in, insancıl mizahı, sürekli olarak duyuruyor kendini. Bu nitelikleriyle, "Kolera Günlerinde Aşk", Marquez'in başyapıtı sayılan "Yüz Yıllık Yalnızlık"ın yanında tartışılmaz bir biçimde yerini alıyor.
Romanın kısa özeti:
19.yüzyılın sonlarında Kolombiya'nın Cartagena kentinde genç bir telgraf memuru olan romantik ve şair ruhlu Florentino Ariza  zengin bir katır tüccarının kızı olan Fermina Daza'ya  ilk görüşte aşık olur. Aralarında gizliden gizliye devam eden bir mektup trafiği başlar. Ancak genç kızın babası Lorenzo Daza bu ilişkiyi öğrenince çılgına döner ve onların evlenmelerine asla izin vermeyeceğine yemin eder. Ayrıca kızını da alarak bir süreliğine şehirden uzaklara giderler. Fermina aradan zaman geçip de tekrar şehre döndüğünde Florentino'ya olan naif aşkının küllenmiş olduğunu anlar ve ondan uzaklaşır. Bir süre sonra Fermina bölgede patlak veren kolera salgını ile mücadele eden ve aynı zamanda seçkin bir aristokrat olan Dr. Juvenal Urbino ile evlenir ve birlikte Paris'e giderler. Cartagena'ya döndüklerinde Fermina ilk aşkını unutmuş gibi görünür. Bu arada artık varlıklı bir iş adamı olan Florentino ilk aşkını hiç unutmamıştır. Büyük bir sabırla ilk aşkı ile tekrar bir araya gelebilmek için yarım asır sürecek bir bekleyiş içine girecektir.

Gruptan ilk gelen yorumlar şöyle:

Gabriel Garcia Marquez’i çok merak ediyordum. Onun için “Kolera Günlerinde Aşk”ını okuduğum için memnunum. 50 küsür yıllık bir hayat 400 sayfaya nasıl sığdırılır, nasıl kurgulanır, okuyucu peşinden nasıl sürüklenir diye düşünmeden alamıyor insan kendini. Büyük romancı herhalde böyle olunuyor.
Bence roman, bir adamın marazi aşkını anlatıyor. Tam 50 yıl sonra yaşlandıktan ve kadının kocası öldükten sonra Fiorentino sevgilisine kavuşuyor. Bu arada Fiorentino benim aklımın almadığı yüreğimin kaldırmadığı sayısız tensel ilişkiye giriyor. Öte yandan  Fermina sanki Fiorentino’yu unutmuş, hayatına devam ediyor . Veya değil, çok mutsuz, bence pek anlaşılmıyor. Marquez bir betimleme sihirbazı. Bazı anlatımlarda adeta ben roman kahramanı gibi hissettim kendimi, hikayenin içinde yer alıverdim. Ama gene de ne Fermina olmak isterdim, ne de diğer bir roman kahramanı. Onları uzaktan gözlemek daha eğlenceli. Filmini de seyrettim. Kitabı okuduğum için herhalde kolay takip ettim ve zevk aldım…
Romanın en negatif tarafı bence tercümesi.  Bazen ne dediğini anlamakta güçlük çektim, öztürkçe sözlük kullandım. Bazen döndüm döndüm cümleleri tekrar okudum, ne dediğini anlamak için. Kısacası bana biraz tercümesi ne bileyim özensiz geldi. LEYLA



Roman çarpıcı bir giriş ile başlıyor, okuyucuyu beklenti içinde bırakıp meraklandırıyor. Romanın üç asıl karakteri  Florentino Ariza, Fermina Daza ve Dr. Juvenal Urbino arasındaki yarım yüzyıllık bir ilişkinin gelişim ve değişim dönüşümünü anlatıyor. İnsan ilişkileri ve evlilik üzerine
söylenecek çok sözü olan bir roman. Florentino Ariza ilk aşkı Fermina Daza'nın kendini reddetmesinden sonra hayatını onu tekrar elde etmeye adıyarak yaşıyor. Fermina Daza aşık olduğunu zannetiği Florentino'yu iki yıl aradan sonra gördüğünde yanıldığını anlayarak onu reddediyor. Onu bir hayalet, gölge olarak tanımlayarak silik kişiliğini vurguluyor. Babasınında destek vermesi ile gözde bir bekar olan Dr.Juvenal Urbino ile evleniyor. Evliliklerinde Fermina Daza son derece dominant ve gururlu bir kadını çizerken, Dr.Juvenal sosyal ve iş hayatındaki başarıyı ev hayatında gösteremeyen bir karakterde görüyoruz. Evlilikte mutluğun değil istikrarın önemli oldugunu söylüyor.
Romanın dili şiirsel, yumusak ve gerçekçi. Fazla  aksiyon olmamasına rağmen insanı sürükleyen, içine alan bir roman.
Roman okuması bttikten sonra DVD 'sinin seyredilmesi şiddetle tavsiye ederim. Romana sadık kalınmış ve aynı okurken gözünüzde canlandırdığınıza fazlasıyla yakın. IŞIL
 

Öncelikle kitap gurubumuzda okuduğumuz kitapların ben de netlestirdiği düşünce şu oldu;  iyi bir edebiyat eserinin insanı hem okurken, hem daha sonra ciddi ciddi düşündürdüğünü, olaylar, duygu ve düşünceleri çok net biçimde okuyucuya hissettirebildiğini, alışagelmiş, basmakalıp düşünce ve normlara bir nevi meydan okuduğunu ancak yargı getirmediğini ve okuyucuyu kendi değerlendirmesiyle başbaşa bırakabildiğini;  bu yuzden de "iyi", "cok iyi" gibi değerlendirmelere layik olduğu görüşüydü.

Bu çerçevede Gabriel Garcia Marquez'in "Kolera Günlerinde Aşk" adlı kitabını "çok iyi" olarak değerlendiriyorum. Kitap üzerinde zaman zaman hâlâ düşünmekteyim çünkü ilk okuyuşta ana karakterler, olaylar üzerinde konsantre olmakla birlikte daha sonra kitabın ne kadar titizlikle işlenmiş olduğunu fark ettim. Örneğin Fermina, Florentino ve Dr. Urbino'nun ilişkileri yanısıra kitapta hem Florintino, hem de Dr. Urbino aracılığıyla işlenmiş anne- oğul ilişkileri var ki bu erkeklerin hayatındaki "anne" modellerinin ne kadar baskın ve etkileyici bir rol oynadığının, ön planda olmasa bile, incelikle ve ustaca işlenmiş olduğu konusuydu. Öte yandan Fermina'nın kızının, daha genç ve yeni bir jenarasyon olmasina ragmen, hayat / yaşam konusunda o denli  katı ve kalıpsal bir görüşe sahip olması ise "özgür düşünme/ davranma" kapasitesinin yaştan ziyade kişilikle ilgili olabileceğine ışık tutuyor bence. DEMET

Romanın konusu genelde 51 sene aşık olduğu kadına kavuşmayı bekleyen ve ömrünün son demlerinde dul kalan Fermina’ya kavuşmayı başaran sabırlı Florentina’nın öyküsü gibi görünse bile, detaylarında yerleşik değer yargılarına, evlilik kurumuna, anne evlat ilişkisine, toplumsal ikiyüzlülüklere yöneltilmiş kıyasıya bir eleştiri var. Ayrıca yaşlılık korkusu, kolera salgını, iç savaş, batıl inançlar, sağlıksız yaşam koşulları, yönetsel eşitsizlikler, ulaşımın zorluğu, telgrafın önemi gibi o devrin Latin Amerika’sına ait sosyal konularada sıkça değinmiş yazar.
Ve tabii ki aşk mektupları romanda önemli bir yer tutuyor. Gençliklerinde yazdıkları mektuplar ne kadar romantik ve hayallerle doluysa da, yaşlılıklarında yazdıkları tamamen felsefik ve yaşanmışlıklarla dolu. Aslında yazar yaşlılıkta aşkın nasıl olabileceğini kitabın sonunda çok güzel anlatıyor. Ama ne çelişkidir ki yazar romana yaşlılıktan korktuğu için 60 yaşında intihar eden bir fotoğrafçı ile başlar.
Zaten romana zenginliğini veren bu tip çelişkilere sıkça rastlıyoruz. Ömrünü Fermina’yı bekleyerek geçiren Florentino bir taraftan ona lâyık olmak için zengin olmaya çalışırken diğer taraftan pek çok ilişki yaşıyor, dullar, evli kadınlar, bekâr kadınlar, kendisinden 60 yaş daha genç olanlar… Hiç birini unutmuyor, hiç birini terk etmiyor, zaman içinde hepsi ile aralıklarla olsa da görüşmeye, ilgilenmeye gayret ediyor. Romanda yazar, Florentino’nun bu ilşkilerini şöyle savunuyor: ”Gerçekte, her zaman Fermina Daza’nın sonsuza dek kocasıymış gibi davrandı; aldatan, ama bağlı bir koca.” Bu cümlede olduğu gibi kitabın birçok yerinde “Ancak Tanrı’nın sonsuz lütfuyla var olabilen saçma bir icat” olarak tanımladığı evliliği sıkça sorguluyor yazar.
Romanı büyük bir zevkle okuduktan sonra filmide seyrettim. Film her ne kadar kitaba çok bağlı kalınarak çekilmiş olsada yazarın anlatımı insanı kendi kurduğu hayal dünyasına götürüyor yani favorim kitap. İnternette bulduğum bir makalede “Marquez bir edebiyatçı olarak sinema sanatına mesafeli durmuştur. Ona göre sinema izleyicisi tutsaktır, okur ise uçabilir. Okur roman kahramanlarını istediği gibi canlandırıp istediği mekanlara yerleştirebilir. Bir roman filme alındığında ise roman kahramanı artık kendisini canlandıran aktörle hatırlanmaya mahkumdur.” diyen yazarla aynı fikirdeyim. NURİZER

Kitabı okurken çok eğlendiğimi söyliyebilirim.Karekterler çarpıcı ve renkli,Marquez’in anlatımı neşeli. Hepimizin de hem fikır olduğu gibi tasvirler ve ruh tahlilleri övgüye değer.Ana tema marazi bir aşk olmakla birlikte bunun okuyucuya yansıtılması  sıkıcı değil. Doğrusu Fiorentino Ariza’nın 50  yılı aşkın tutkusunu ve sabrını kutlamak gerek. Ama adam  her ne kadar aşkını ruhunun derinliklerinde büyük bir acı ile yaşasa da kavuşma umudunu hiç yitirmiyor ve hayat devam ediyor diyerek kendini  bayağı yoğun  eğlenceli ilişkilerle avutuyor!!!!!! Bu noktada Kolombiyalı yazarın  kişisel özellikleri devreye giriyor. İnsana Latin kanı başka türlü akıyor dedirtiyor sanki.
Yazarın hayatına bakıldığında kadınların egemen olduğu bir ailede yetiştiğini görüyoruz. Bu durumun etkileri kitapta fark ediliyor. Hem Fiorentino hem de Dr.Urbino’nun anneleri  oldukça dominantlar ve oğulları üzerinde koruyucu ve kollayıcılık  adı  altında baskıcı etkileri var.
İki aşk arasında  kalan Fermina Daza duygusal hayatında gelgitler yaşıyor. Huzuru kocasında bulmakla birlikte aklının bir kenarında  onu tutkuyla seven Fiorentino’yu da düşünmeden edemiyor. Romanın sonunda iki yaşlı  insanın   aşk ve sevgiyi  gençlik heyecanı ile yakalamaları   kavuşmayı beklemekle geçen 53 yıl yedi ay on bir güne değiyor doğrusu. BEYZA



İlk söyliyeceğim söz '' KOLERA GÜNLERİNDE AŞK '' gerçek bir roman. Okurken kendi dünyandan ayrılıp romanın büyüsüne kapılıyorsun. Sanki oradasın. Ya parkta onları gözlüyor, yada kendini davetlerin içinde buluyorsun. Bir kadınla ( Fermina ) ile bir erkeğin ( Filorentino ) iki farklı dünyasında yaşıyor, hissediyor, duygusallaşıyorsun. Bazende hayatlarına baskı kuran insanlara, roman olduğunu unutarak kızıyorsun. Aida operasını izlerken, Nil nehrinin akışı nasıl gerçek gibi geldiyse, bu aşkta öyle ruhumuza yansıyordu..

Gabriel Garcia Marquez tabiki Nobeli haketmiş bir yazar.Romanın konusu yabancı değil, sıradan bile denilebilir.Aşk, aile baskısı, toplum baskısı, maddi gücün önceliği. Sonrasında kazanan yine aşkın gücü. Yarım asır sonra olsada.

Anlatımı, akıcılığı, kurgusu muhteşem bir eserdi.Romanı bitirince sorgulamaya başladım. Neden aileler evlatlarının yaşamlarına, hatta ruhlarına bu kadar müdahale etme haklarını kendilerinde bulurlar?  Niçin toplum insanların hissttiklerini gaileye almadan hep yargılama yapar, baskı kurar?  ZELİHA 


1 yorum:

  1. sitenizi çoook beğendim (: çok geç fark etmişim. ne güzel şeyler yapmışsınız gerçekten. umarım daim olur. çok şanlısınız, aynı kitap üzerine düşünebilecek, konuşabilecek onlarca arkadaş :/
    artık daha sık takip edeceğim.

    MT

    YanıtlaSil