Yazar:
İhsan Oktay Anar
Yayınevi: İletişim Yayınları
Kapak:
Suat Aysu
Basım Yeri / Tarihi: İstanbul, Ocak 2016 - 56.Baskı
Bir "ilk
kitap", Türkçe edebiyatta yeni ve pırıltılı bir yazar... "Yeniçeriler
kapıyı zorlarken" düşler üstüne düşüncelere dalan Uzun İhsan Efendi, kapı
kırıldığında klasik ama hep yeni kalabilen sonuca ulaşmak üzeredir: "Dünya
bir düştür. Evet, dünya... Ah! Evet, dünya bir masaldır." Geçmiş üzerine,
dünya hali üzerine, düşler ve "puslu kıtalar" üzerine bir roman.
Hulki Aktunç'un önsözüyle... (Arka
Kapak)
Yorumlarımız:
Pusulu
kıtalar atlası 17.yy Osmanlı döneminde
Kostantiniye şehrinde geçiyor. Tarihi-Fantastik türündeki romanda olayların geçtiği dönemi yansıtması
için Osmanlıca ve eski Türkçe sözcükler ağırlıklı olarak kullanılmış. Dili
okuyucuyu başlarda zorlasa da, kurgu ve hayal gücünün mükemmelliği
sürükleyiciliğini ve akıcılığını sağlıyor .
Ana
karakter yerine herbirinin hikayesi olan yan karakterler maceradan maceraya
giderken okuyucuyuda içine alıyor . Uzun
İhsan Efendi oğlu Bünyamin'e 'Macera yaşanan en büyük ibadettir' der.
Bilgi ve bilginin arayışı yüceltilir.Uzun İhsan
Efendi felsefesinde, tüm dünyanın zihninde varolduğunu anlatır. “Düşündüğüm
için sizler varsınız. Sizler benim zihnimdeki düşüncelerden ibaretsiniz.” Gerçek
düşe, düş gerçeğe karışır .
Büyük
Efendi'nin 'Kitaplıktaki ciltler dolusu bilgiyi kullanabilecek olsalar, talan
ettikleri paranin yüz katını elde edebileceklerini bilmiyorlar' demesi.
Kıyametin gelmesini geri çevirmek
için zaman da geri gitmenin formülünü bulması.
Bünyamin'nin her başı sıkıştığında
babasının verdiği kitabın sayfalarının yol göstermesi hepsi bilginin önemine
vurgu oluyor.
Emek
verip okunması gereken özgün bir eser, şiddetle tavsiye ediyorum. IŞIL
İhsan Oktay Anar’ın ilk
romanı olan Puslu Kıtalar Atlası’nı okuduk bu ayki Kitap Kulübü’müz için. Roman
17. yüzyılda daha çok Konstantiniye’de yani İstanbul’da geçiyor. Nerdeyse
düşleri ile yaşayan Uzun İhsan Efendi bu düşlerini Puslu Kıtalar Atlası adı
altında bir kitapta derliyor ve kitabını savaşa gitmekte olan oğlu Bünyamin’e
emanet ediyor.. Bünyamin hayatı boyunca bir dolu serüven yaşıyor ve
sonunda tüm başından geçenlerin babasının kitabında anlatılmış olduğunu
görüyor..
Bence Puslu Kıtalar Atlası
gerek dili, gerek kurgusu gerekse konusu açısından alışılagelmiş Türk
romanlarından farklı. İçinde eski Türkçe bir çok kelime olmasına rağmen
okunması zor değil. Tarihi bir perspektifle yazıldığı için bence bu sözcükler
zaman zaman romana yakışmış bile. Kurgulama iç içe geçmiş. Bazen bir zaman
dilimini daha önceki bir zaman diliminin içinde bulmak mümkün. Romanı puzzle
çözer gibi çözmek gerekebiliyor. Bu nedenle bu romanı okuyup bitirince ‘şimdi
ben ne okumuştum’ kaygısına bile düşebiliyor insan. Bu biraz da romanda bol bol
fantastik öğeler kullanılmasının bir sonucu. Tıpkı insan nasıl bir rüya
görür, olaylar koşullandığımız gerçeklere uymaz, bizi düşler alemine götürürse
işte öyle bir şey.. . Bu rüyadan uyandığımızda bir ferahlık gelir üstümüze ,
rahatlarız; roman bitince de böyle bir duygu yüklüyor bize. Kısacası düşlerle
gerçekler birbirine karışıyor. Tabiatıyla yazarın felsefeci olmasının büyük
etkisi var bu anlatımda. Nitekim Descartes’in ünlü sözü
‘düşünüyorum öyleyse varım’ da yer alıyor romanın içinde. 17. yüzyıl tarih ve
coğrafyasından bir çok öge var romanın içinde. Ancak güçlülerin daha da
güçlenmek için verdiği savaş, hile ve düzenbazlıklar her devirde aynı. Bunu anlatmak
için yazar bazen mitolojik, çoğu zaman fantastik öğeler kullanmış. Bazen
bilgili olmanın önemini dolaylı yoldan vurgulamış, buna değer vermiş, bazen
düşünmenin var olmak için ne kadar hayati olduğunu doğrudan, açık ortaya
koymuş. Bazen uzun uzun tasvirleri ile sıkıcı olmuş.. Kısacası ancak okunup ,
yorumlanacak bir kitap. Sıradan bir macera kitabı hiç değil. Bu kitap bana hep
gizli gizli düşündüğüm bir şeyi tekrar düşündürdü: acaba hangisi daha gerçek?
matematik hesapları ile ölçüp, biçilebilen fiziksel varlığımız mı, hiçbir
kalıba sığmayan ruhumuz ve hayallerimiz mi? Bir de siz düşünün bakalım…LEYLA
Ihsan Oktay Anlar ve Puslu Kıtalar Atlası....
Karşılaştırabileceğim bir kitap bulamıyorum...ama Murat Morova’nın
minyatür tekniğini andıran, farklı kültürlerin hikayelerini anlatan resimleri,
Ergin Inan’ın tabloları, hatta bazı Mehmet Güleryüz resimleri ile nedense
benzer heyecan ve etkileşim ağı yaratıyor zihnimde......
Düşler dünyasının zenginliği ve mahareti de diyebiliriz buna belki de....
Zaman, mekan var olmakla beraber kitap boyunca önemsizleşiyor...böylece de
zamansız bir ürüne dönüşüyor benim gibi algılayan okuyucuların zihninde kitap.
Bana sorarsanız, Ihsan Oktay Anlar, insanın, toplum hayatının olmazsa olmazı,
her daim geçer akçe olabilecek özelliklerini müthiş bir ustalıkla ve hikaye
ederlilikle harmanlıyor...hayal, gerçek, şimdi, ötesi, burdaki, öteki, doğru,
yanlış....ayırd edilemeyecek kadar birbiri içine geçmiş olarak yer alıyor
kitapta...tam da aslında yaşadığımız dünyada olduğu gibi bir bakıma...
İnsanin, en ilkel ya da temel duyguları, bireysel ve toplumsal birer varlık
olarak sergiledikleri...yaşadıkları, güç savaşları, tezatlar, ne kadar tanıdık
şu an bile...
Çok zevkle ve bir çırpıda okudum.....kaçırılmaması gereken bir kitap
bence...
UFUK
Bu romanı ilk defa 15 yıl önce oğlum edebiyat ödevi için okuduktan sonra
okumuştum. Çok etkilenmiştim. Hatta o zamandan beri dilencilere para vermem.
Paranın o zavallılara değil de onları sömürenlere gittiğini düşünürüm.
Kitap önerisi olarak arkadaşlarıma bir kaç kere önermeme rağmen ısrar
etmemiştim, çünkü kitabı dili ağır ve zor okunan bir kitap olarak
hatırlıyordum. Okumaya başladığımda tam tersi oldu, bu sefer çok rahat okudum.
Geçen sefer beni dilencilerin hiyerarşisi etkilemişti ama bu sefer fantastik
hayal gücü, felsefesi, karakterleri beni daha çok etkiledi. Bunun nedeni aradan
geçen yıllar mı yoksa yedi yıldır kitap kulübünün bana kazandırdığı bakış açısı
mı acaba??
Farklı bir anlatımı var yazarın, eminim felsefeci olmasının etkisi vardır
romanlarında. Kitabı uzun uzun anlatsamda hiç bir şey anlatamamış olurum.
Birbirinden bağımsız gibi görünen hikayelerin ustaca kurgulanması ile ortaya
çıkmış büyülü bir masal.
Farklı bir yazar tanımak istiyorsanız okumanızı tavsiye ederim...
NURİZER
Puslu Kıtalar Atlası, 2016 yaz tatiline girmeden
önce okuduğumuz son kitap oldu. Kitap hakkında olumlu eleştiriler duyduğumdan
ve önemi vurgulandığından olsa gerek beklentimde yüksekti. Tek eleştiri kitabın
diliydi ve Osmanlıca kelimelerin sıkca kullanılışıydı. Kitabı okumaya
başladığımda dil açısından zorlanmadım ve kolayca okudum. Ancak kitap benim
için ciddi hayal kırıklığı oldu! Her şeyden önce kitapta bence ciddi kavram
kargaşası var. Kitabın başında daha çok felsefi takılıp, hatta kitabın ismini
veren Uzun İhsan Efendinin sadece istişareye yatarak yani düşünce gözüyle
oluşturduğu atlasa tasavvufi veya Descart vari bir yaklaşım sergilenirken, kitabın sonlarında positif ilim/bilime çark
edilmesi, özellikle bunu son derece kulaktan dolma, yüzeysel bir kuantum fizik
boyutları ile anlatılmaya çalışılması bana yazarın popüler konuları bir bulamaç
haline getirdiği ve ne söylemek istediği hakkında kafa karıştırmaktan başka bir
şey yapmadığı sonucuna vardırdı ki bu da sadece bir insanın ne kadar entelektüel olduğunu gösterme veya ispat etme çabası olabilir diye düşündüm.
Yazar tüm hikayeyi tarihsel bir ortamda kurguladığından çok araştırma veya
bilgi verdiği hissini de uyandırmak istiyor ki kitapta Osmanlı lağımcılar
birliğinin işlevi haricinde herşey tamamen kurmaca. Kitapta Osmanlının nasıl
kandırıldığı, batının hurafeleri nasıl
formatladığı bir casusun itiraflarıyla açıklığa kavuşturuluyor ve böylelikle
Puslu Kıtalar Atlası’da manasızlaşıyor kanımca. Yazarın yarattığı bir takım
karakterlerin ise (örneğin Alibaz) romanda ne işleri vardı, neden yer aldılar,
neden birden yok oldular, anlamadım. Dilenciler loncası yaratmak ve bunu
Osmanlı Milli İstihbarat Teşkilatıyla ilişkilendirrmekte ayrı bir tuhaflıktı
bana göre. Kısacası hem tarihi, hem felsefi, hem fantastik o kadar güzel roman
okuduktan sonra bu kitabın farklı bir şey yaratma çabasından ileriye gitmeyen
başarısız bir deneme olduğunu düşünüyorum. DEMET