Yazar: Nazlı Eray
Kapak Tasarımı:
Yavuz Korkut
Yayınevi:
Doğan Kitap
Basım
Yeri / Tarihi: İstanbul, Ocak 2012, 1.Baskı
Aşkın siyah kadife gülü avucunuzun içinde
Mardin'desiniz…
Aşk bir rüya mı? İnsanın yüreğini
titreten, içine girmek için heyecanla, bir uçak körüğünde bekler gibi
beklediği, sonra koşarak içeriye girdiği bir başka dünya mı? Sanki ana karnına
yeniden dönüş, orada dünyadaki ruh eşini bulmak mı?
Büyülü şehir Mardin. İnsanın görüp
geçirdiği her şeyi tuhaf bir mikserin içinde eritip bambaşka bir dünya yaratan
bir uygarlığın beşiği. Antik çağların ulaşılmaz kralı Darius'un, Konservatuvar
Kadınlar Korosu'ndaki sarışın tombul Meserret'e gönlünü kaptırması… Ünlü
İspanyol yönetmen Luis Buñuel'e çılgınca âşık olan, Halfeti'nin siyah bir
gülünün göbeğinden çıkmış eşsiz güzellikteki Rüya Kadın: Halfeti'nin Siyah
Gülü.
Bir ihtiyarın yazıp geceyarısı bir kutuya
bıraktığı inanılmaz bir aşk, arzu ve tutku mektubu. Bir ihtiras mazbatası… Dört
yaşlı adamın hayatın ucuna tutunup belleklerini kaybetmemek ve özgür yaşayabilmek
için verdikleri olağanüstü savaş.
Servili dar yollarında sevdanın delice
koştuğu eski bir Katalan mezarlığı…
Aldatılan bir kadının acı feryadı ve
bilinmeyen dünyalardaki bir çerçevenin içindeki tutsak Paşa.
Yorumlarımız:
Ocak ayı Kitap Kulübü toplantımız için
sevdiğim yazar Nazlı Eray’ın 2012 yılında yayınlanan Halfeti’nin Siyah Gülü
(HSG) romanını okuduğumuz için çok memnunum. Nazlı Eray dünyaya açık, bilgili,
üretken, meraklı ve hepsinden önemlisi alçak gönüllü bir yazar. Bu zamana kadar
40‘ın üzerinde öykü, roman, anı kitabı yazmış.
HSG, yazarın çok sevdiği Mardin, İzmir ve
uzun yıllarını geçirdiği Ankara’da geçmekte. Kitap 69 kısa kısa bölümden
oluşmakta. Her bölüm neredeyse hemen hemen tümüyle farklı karakterleri ve çok
çeşitli zaman dilimlerini içerirken gerçek ve gerçeküstü olayları kapsamakta.
Bu çok sesliliğe rağmen kitap biraz da abartısız, duru yazı stilinden dolayı
gayet akıcı, aynı zamanda merak uyandırıcı. Yazar, tıpkı diğer romanlarındaki
gibi, ‘büyülü gerçeklik’ türünde yazmış. Ve bunu tanımlarken bir röportajında
şöyle demiş: ‘hayat bir oyundur. Roman ise oyun içinde oyun. Ben gerçeğin
üstüne bir tül atıyorum, onunla oynuyorum’. Ne güzel tanımlamış yazı türünü.
Gerçekten de hiçbir kronolojik sıralamaya uymadan, gel gitlerle dolu bu
romanda, gerçeklerden çok düşlerini sanki bir rüyaya girip çıkar gibi
örtüştürmüş yazar. Bunu yaparken bence bize “hayat” ın bir özetini vermiş. Aşk
mektubuyla başlamış hikayesine, ‘bedenin içine hapsolan insanlar’ yani
yaşlılarla devam etmiş…
HSG, gençliğinde bir hastasına âşık olan
Doktor Ayhan’nın ancak çok geç yaşlarında sevdiğine bir mektup yazması ile
başlar. Sevdiği kişi aynı zamanda romanın anlatıcısıdır ve romanda ilginçtir ki
hiçbir zaman ismi belirtilmemiştir. Bu mektupta doktorun bilinç altındaki
cinsel arzularının açığa çıkması da vardır. Bence kitabın asıl meselesi aşk
değildir. İnsan hayatının duvarlarla çevrilmesine benzettiği yalnızlığı,
ihtiyarlık sorunları, özgürlük, maziye özlem, kaybolan yılları geri alma düşü
daha etkindir, ancak bir o kadar da hüzünlüdür. Öte yandan gerçek ile düş
arasındaki sıkışmışlığı anlatırken aşk, sevgi, kıskançlık, rekabet, geçmiş ve
güncel yolculuk temalarını da işlemiştir yazar.
Romandaki karakterlere gelince tıpkı diğer
kitaplarında olduğu gibi çeşitli nedenlerle sevdiği, ilgilendiği alandaki
meşhur insanlar olduğu kadar tanıdığı tanımadığı sıradan insanlara da yer
vermiştir. Örneğin gerçeküstü türündeki filmleri ile meşhur Portekizli yazar
Luis Bunuel Mardin’de geçen bölümde baş roldedir ve doktorun mektubundan yola
çıkarak bir aşk filmi çekmeyi planlamaktadır. Mardin’deki diğer önemli karakter
Pers imparatoru 1. Darius’dur. Bu konu işlenirken yazarın arkeolojiye olan
merakı etkili olmuştur. Dünyada bir tek Halfeti’de yetişen siyah gülden ortaya
çıkan kadın ise rüyaların baş aktörüdür. Öte yandan tüm anlatımlarda romanın
büyüsü biraz da kullanılan simgelerden ve teşbihlerden ortaya çıkar. Siyah
empirme gibi geceler, istiridye kabuğu gibi bir deniz, cep telefonuna
benzetilen seyir taşı, romantizmi yansıtan ipek ve saten yastıklar, aşkı temsil
eden güzel kokulu siyah gül gibi.
Sonuçta HSG de yazar adeta kısa bir
yolculuk destanı yazmıştır. Bu destan gerçek yaşam ile yaşanmak isteneni ustaca
birleştirmiş; aşkı ve hüznü, maziyi ve bugünü, yaşanmış ve yaşanmamışlıkları
farklı mekanlar ve zamanlarda farklı karakterler ve daha çok da sembollerle
vermeyi başarmıştır. Dili zengin, sade ve akıcıdır. Romanın ismini çok sevdim,
tek sevmediğim ise kapak tasarımı. Büyülü gerçeklik için çok sıradan, klasik
buldum.
Romanın duygusu bana şunu söyler:
gerçekler acı, hayaller çoğunlukla güzeldir.
Ellerine, yüreğine sağlık sevgili Nazlı Eray. LEYLA